Eski siyasileri hatırlıyorum. Ciddi sunucu masrafları vardı. Siyaset dünyasının ünlü organizatörü, Özal döneminin akıllara kazınan Erkal Zenger’i mesela. Diğerleri iz bırakmamış ki çok hatırlamıyorum…
Şimdi gelelim hakkı teslim etmeye! AKPGB ve CB’lığını birlikte yürüten Sn. Erdoğan’ın bu anlamda hiç masrafı yok! Haberlere, fotoğraflara, belgelere, görüntülere, demeçlere bakın bana hak vereceksiniz. En ufak toplantıdan, en geniş çaplı buluşmaya her şeyi anlatan, sunan, açıklayan, müjdesini veren, bakanlarını yormadan, vekillerini germeden her şeyi üstlenen kendisi. Artık bunun adı tasarruf tedbirlerine harfiyen uymak mı olur? Tevazu neymiş bakın, görün, öğrenin demek mi olur? Allah vergisi olan ses tellerinin gücünü ve tınısını dosta düşmana ilanı mı olur? O yoruma kalmış…
Bu bağlamda gönül isterdi ki; Bu tonlama ölen sanatçılar için, öldürülen akademisyenler için de iki şey söylesin…
Yine Binali Beyin; Vekillikten bakanlığa, son başbakanlıktan TBMM başkanlığına ve şimdi de belediye başkanlığı adaylığına uzanan çizgisine bakıldığında bunun adı 10 parmağında 10 marifet mi olur? İnsanlık tarihinde yıldızın parladığı anlar mı olur? Siyasi iklim buyken, dostane dayanışma mı olur? O da yoruma kalmış. Ancak İstanbul’la ilgili planlarını anlatmak için medya temsilcileriyle yaptığı toplantıda; “İsterseniz ayakkabı numaramı sorun, isterseniz kaç yaşında olduğumu sorun. Bugün tüm sorularınızı cevaplayacağım. Organik bir kampanya yürüteceğim, örneğin çay ocağına uğrayıp vatandaşa dokunabilirim” şeklindeki sözleri İstanbul’un devasa sorunlarına kısa sürede çözüm bulacağı umutlarını artırdı doğrusu!
Yine gelecek kaygısı, belirsizlik rüzgârı, korku imparatorluğunun farklı uygulamaları insanları önüne katıp sürüklerken yüksek tepelerdeki bu tevazu ve tasarruf umutları yeşertti doğrusu!
Hiçbir yerde sunucu istemeyen bir CB. Organik kampanya yürüteceğim diyen TBMM başkanı bir belediye reis adayı! Görülmüş, duyulmuş, işitilmiş değil doğrusu…
Hayatın gerçekleriyle yüzleşirken geçmişin izlerini, geleceğin korkusunu silmeye yardımcı olan, gönül diliyle halden anlayarak insana dokunan bu gibi sözlere, dağ gibi yükü sırtından atamayan, bunca yükü omuzlarında taşıyanlara kucak açan içten söz ve davranışlara ne çok ihtiyacımız varmış meğer.
17 yılda 22 bin 500 işçinin hayatını kaybettiği, yoksulluk sınırının gelip 7 bin liraya dayandığı, annelerin çocuklarını cami avlusuna değil AVM’lere bıraktığı günümüzde organik kampanyalara ne çok ihtiyacımız varmış meğer…
Tıpkı Cumhuriyetin kazanımları tek tek elden çıkarken gıkını bile çıkarmayanların bu kazanımlara ihtiyacı olduğu gibi…
Tıpkı gülümseterek düşündürürken gerçeği yansıtan ve hayattan tortular taşıyan zihin fotoğrafları gibi…
Tıpkı giden 2018’e, gelen 2019’a ne değişecek der gibi…