Niye tuttu, niçin tutuyor, tutmak zorunda mı derseniz? Yazımın başlığını her olaydan sonra çok yaygın kullanıldığı için seçtim! Her konuda, her sorunda nefesimizi tutu tuta nefessiz kaldığımızı dikkate alarak açmaya çalışırsak!
Sınır ötesi hareketler için, İdlib krizini çözmek için, CB’nin yapacağı üst düzey görüşmeler için, sınırımıza yaklaşan Suriyeliler için, yaşanan ve olası depremler için, yaklaşan Korona virüsü için, kasıtlı yangınlar için hep nefesimizi tutup bekler olduk…
İdlib’de ateş dinmedikçe, yürekleri şehit acısı dağladıkça, bu tedirgin bekleyiş çoğumuzu hasta ettikçe biz nefesimizi tutup bekliyoruz.
Damat mikrofonların önünde; uçuşa geçen ekonomiden, şahlanan ve dörtnala giden piyasadan söz ettikçe, hemen arkasından TOBB; “Ocak ayında 2 bin 118 şirket kepenk kapattı.” deyince biz nefessiz kalıyoruz.
Tünelin ucundaki karanlık, çıkmaz sokakların yarattığı gerginlik, kim dost, kim düşman belirsizliği, ırkçı katliamlar, Bulgaristan’ın nüfusundan çok işsizimizin olması, borçlarını ödeyemediği için 710 bin ailenin doğalgazının kesilmesi nefesimizi tutup bekleme nedenlerimiz arasında başı çekiyor.
8 milyonu bulan işsizlik, derinleşen yoksulluk, artan kadın cinayetleri, 4 yılda 1652 kadının öldürülmesi, önlenemeyen intiharlar, alıp başını giden israf, yönetim tarafından her daim beslenen kutuplaşma ve çözüm üretmeyen bir anlayış nefesimizi tutup beklememize neden oluyor.
Halkının sağlığını (!) her şeyin üstünde tutan devletimizin; sahte bal ve pekmez satan esnafa, “stoklar bitinceye kadar satabilirsiniz!” izni vermesi karşısında sadece nefesler değil nutkumuz da tutuluyor.
Yılda 24 bin çocuğun anne olduğunu duymak, depremlerin anlı şanlı okulların hocaları tarafından erken evliliklere karşı çıkıldığı için yaşandığını okumak (!) nefesimizin tutulmasına neden oluyor.
Yıllara göre artışa baktığımızda;
2002 yılında 32 TL olan çeyrek altın, 2020’de 530 TL olmuş.
2002’de 1.45 TL olan dolar, 2020’de 6.10 TL olmuş.
2002’de 1.48 TL olan benzin, 2020’de 7.10 TL olmuş.
2002’de 129 milyar dolar olan dış borç, 2020’de 453 milyar dolara dayanmış. Bu işin sonu nereye dayanacak diye nefesimizi tutup bekliyoruz. Ne ilgisi var diye düşünmeyin: Olup bitenle çok ilgisi var anlatılanların ve örneklerin. Hep söylüyoruz, yazmaktan elimiz, söylemekten dilimiz yoruldu ama…
Muhabir soruyor; “Evde neyle ısınıyorsunuz?” Yanıt kan dondurucu; “Battaniyeyle!” bu cevap üzerine söylenecek söz kalmamıştır daha ötesi var mı? Bu soruya verilen bu karşılık çok önemlidir önemli olmasına da! Uyarıcı olacak mıdır? Ona yanıtım yok gibi…
Millet donma pahasına petek kapatırken, esnaf iflas ettiği için kepenk kapatırken, bir zamanlar tarımda kendi kendine yeten ülkeyken; Bugün buğdaydan mısıra, pirinçten ayçiçeğine, soyadan pamuğa, mercimekten kuru fasulyeye, patatesten kuru soğana, zeytinyağından cevize, bademden ete 104 milyar dolarlık tarım ürünü ithal eden bir ülke olduğumuzu duyunca nefessiz kalıyoruz.
Son yıllarda atanan 23 büyükelçinin diplomat olmadığını, bu durumun dışişleri geleneğimize ve diplomatik teamüllere yansımasının yarattığı hazin gerçeğin sonuçlarını görünce nefeslerimizi tutuyoruz.
Valilerin lüks araç merakını, belediye başkanlarının az bulunur hayvanlara ve pahalı çiçeklere ayırdığı milyonları duyunca; Avcılar Belediye Başkanının; acil koduyla yolladığı değişim projesinin AKP ve MHP’li üyelerin oylarıyla sürekli ertelendiğini, çevre bakanının başkanın telefonlarına çıkmadığını işitince; başkanın depremin kader(!) olduğunu unuttuğunu hatırlayıp nefessiz kalıyoruz!
Kıskanılan Türkiye’de, şahlanan ekonomide mutluluktan intiharı seçen insanları, diplomasi pazarlığında gelinen yeri, barış umudunun bir başka bahara kaldığını görünce yazıyı noktalayıp susuyor ve sözü Kızılderili atasözüne bırakıyoruz…
Kızılderililer; “Çok konuşan bir şey duymaz” derler. Ne demek istemişler ben anlayamadım! Ama sözün doğruluğu ve güncelliği karşısında şaşırdım! Belki siz de şaşarsınız diye paylaşmak istedim…