Veriler ne kadar doğru? Önlemler ne kadar yeterli? Açıklamalar ne kadar inandırıcı? Sayılar ne kadar gerçekçi? Yetkililer ne kadar samimi? Başlığa bağlı kalıp, satır başlarıyla ilerlemeye çalışalım!
CB diyor ki; “Ülkemiz hazırlık dönemini geride bırakıp şahlanış dönemine giriyor. Gelecek yıl bugünleri acı bir tebessümle anacağız!” 18 yıl süren hazırlık dönemi, durmadan açılan reform paketleri, bir türlü şaha kalkamayan bir ülke! Ya sabır…
18 yıldan beri; esnafın, taksicinin, simitçinin, işçinin, memurun emeklinin, çiftçinin garsonun, ev kadınının, küçük işletme sahiplerinin, 3 kişiden 2’sinin gereği yapılmadığı için, önlem alınmadığı için, bitmez tükenmez israf merakı yüzünden yüzlerine yansıyan acı tebessüm! Sabret gönül bir gün gelir…
10 ayda 27 bin işyerinin kepenk indirmesi acı reçete değilse nedir? Kadınların katılım, karar alma, eğitim, ekonomik kaynaklara erişimde görmezden gelinmesi bayağı acı bir ilaç değil midir? Gençler de neşenin, umudun, güvenin, hayalin yerini yalnızlık karamsarlık, arayış almışsa bunun adı acı ilaç değil midir?
Enflasyon can yakmaya devam ediyor. Memuru da, emeklisi de, asgari ücretlisi de işsizi de geçim derdinde. Yeni normalin kontrolünde(!) 2003’ten bu yana altının fiyatı yüzde 2.832 artarak gerçekten altın çağı yaşanıyor. CB, yıllık geliri kişi başı 81. 000 dolar olan Norveç’in battığını söylerken, yıllık 3320 dolarlık ülkemizde ortada kriz yok millet mutlu mesut yaşıyor! TL dikiş tutmuyor, Dolar, Avro yeni zirveleri zorluyor! Doludizgin artan yoksulluğu yetkili ağızlardan duyan, gören olmuyor. Endonezya’dan ithalat yapıyoruz. İhracatımız büyük ölçüde düşerken, dış ticaret açığımız büyüyor. Sağlığını, inancını, çocuklarının geleceğini, kendi mutluluğunu, kendi güvenliğini arayanların sayısı her geçen gün artıyor. Ama…
Aması şu ki; Türkiye hedefine emin adımlarla ilerliyor. Hukukta demokraside, ekonomide reform yapılıyor. Ekonomideki daralma ile birlikte genç ve eğitimli kadın işsizliğinin artması, ancak 3 kadından 1’inin işinin olması görmezden geliniyor.
Asıl sorun derinken ve giderek derinleşirken acı reçete için seferberlik çağrısı yapanlara, olup biten karşısında kim ne kadar üzüldü ya da utandı diye sormak yerine; Eğitimden ekonomiye, bilimden teknolojiye, demokrasiden hukuka, işsizlikten virüsün yaptıklarına kadar siz bir de çekenlere sorun desek mi?
Gerçekleri göremeyenleri yolundan döndürmek, düşüncelerinden vazgeçirmek mümkün olmasa da; “sebze meyve fiyatları artıyor, param azalıyor” diyen halkın gıda seçiminde meyve, et, balık unutulurken, makarna ve ekmeğe talim ediliyor. İlgili bakanlar dudaklarının kenarına daha önceden provası yapılmış ve test edilip onaylanmış kendilerince havalı ve çekici olduğunu düşündükleri bir tebessüm kondurarak konuşuyor…
Faiz yükseliyor, enflasyon artıyor, bütçe açığı, cari açık, dış borç tutulamıyor, geleceğe, adalete, hukuka güven azalıyor, işsizlik ateş olup yakıyor, mutfaklar alev almış yanıyor, esnaf batıyor, çiftçi perişan, işçi, memur, emekli faturalarla boğuşuyor. Ama! Aması var…
Askıda ekmek, askıda pizza, havada keyif çayı, esnafa siftah parası, ekmek elden, çay gölden, para hayırseverden geliyorsa, “sıkıntı var diye abartmayın artık!” Depremde müzikli kongre, enkazın ortasında selfi çektirip show yapan bakanlar varken daha ne isteriz?
B. Arınç; “Ekonomide sıkıntı büyüktür, sıkıntı inkâr edilmemeli” derken, CB; “davamızı zafere ulaştırmak için gece gündüz çalışıyoruz” açıklamasını yapıyor. Hali tavrı havası, siyasi hırsı, kibir küpü davranışları tavan yapanların yarattığı kutuplaşma duygusal travmalara neden oluyor. Duyguyla düşünceyi buluşturmaya çalışan, geçmişini bilen, geleceği hesap eden, önüne hedefler koyan yarınlara güvenen, umut besleyen herkes psikolojik sorunlarla uğraşıyor.
Az bulunur, zor yetişir, konusunun uzmanı, deneyim sahibi insanlar gözardı edilirken; Çetinkaya’lar, Uysal’lar ardı ardına harcanıp yerine hem “ağ hem bal” olanlar getirilirken bir türlü aşağıya inemeyen ekonomi ne zaman şaha kalkacak sorusu akıllara takılıyor!
Katar’ın Türkiye, bizim Katar aşkımıza anlam veremesek de! Zamanı ve anı gelince daha neler olacağını merak etsek de! Şu anda para, yatırım, güven, saydamlık konularına ilişkin yazılıp çizilenlere toplumun onayı, oluru, desteği ne ölçüde diye düşünüp dursak da! Gelinen noktanın suçlusu kim, değerler yıprandıysa sorumlusu kim önce bunu bilmek gerekiyor…
Aslında ülkemizin geleceği ve esenliği için çok iyimser adımlar attığına inanan yöneticilerin attığı her adımı reform diye sunabilmeleri az başarı mıdır? Hele de 165 bir doktor, 200 bin hemşire, 1 milyondan fazla sağlık çalışanı cansiperane çalışırken ve istekleri yok sayılırken…
Şimdi bir kez daha unutulan İzmir’e gidip noktayı koyalım! Sadece gidenlerin bıraktığı boşluğu değil, çöken binaları değil, psikolojimizi, hayalleri, umutları yaşamları da yerle bir eden deprem geride endişe, acı, tarifsiz keder, korku enkaz bırakarak gitti. Hayat tarifi imkânsız duygularla ve acı sürprizlerle karşımıza çıktıkça dün Van, bugün İzmir, yarın başka bir yere kitlenip kalırız. Eskiden sofralarımızda şarkılarımız vardı şimdi hüzünlü bekleyişler var der dururuz. Bazen de kışın yaklaştığı şu günlerde evsiz kalan depremzedeleri düşünür, yöneticilerin sık sık; “değişerek gelişmek, gelişerek değişmek” sözüne ‘sonuç ortada’ diye baka kalırız…