Bugün aklıma lise ve üniversite yıllarımda derin mevzulara daldığımız hocalarımızın belleğime çivi gibi çakılan dersleri ve hiç unutamadığım sözleri geldi! Ders anlatmayı tutkuyla seven, öğrencilerine çok şey öğreten, güler yüzü ve derin bilgisiyle yüreğimde yer edinen başta Kars Lisesi’ndeki hocalarıma, Atatürk Üniversitesi’ndeki hocalarıma, özel olarak üniversitede Felsefe derslerimize giren İonna Kuçuradi hocama selam olsun. İçimde asılı kalanlara katkılarından ötürü…
Yazar, eğitimci, anne, eş, evlat, kardeş, insan, yurttaş olarak geldiğim yere baktığımda hocalarımın her birinin üzerimdeki emeğini görüyor, hamuruma neler kattıklarını şimdi daha iyi anlıyorum. Hele de karmaşık, anlaşılmayan, anlatılamayan konuları nasıl kolay yollarla ve örneklerle bezeyerek bellettiklerini dün gibi hatırlıyor, mesleğimi yaparken onları örnek aldığımı unutmuyorum…
Elbette işin öncesi de var: Ama sırayla gitmek en doğrusu! Her disiplinde ve her kademede hocalarımız tertemiz giysileri, dik duruşları, bakımlı ve şık halleriyle kapıdan girdikleri andan itibaren dikkat kesilirdik. Ayrıca bu alanda haklı bir şöhrete sahip olduğumdan en önde oturur, değil sözcük hece kaçırmaz, sıkı not tutar, ihtiyacı olanlara cömertçe ve başlarına kakmadan(!) dağıtırdım…
Şimdi düşünüyorum! Hani bazı sesler vardır hiç değişmez; Anne sesi, su sesi, bebek sesi gibi! Bazı doğruluk pusulaları vardır hiç değişmeyen; Vicdan gibi, insani yaklaşım gibi, duyarlılık gibi, doğruluk gibi, sağlam ideolojik omurga gibi! Ama sıralama yapılırsa vicdani sorumluluk insanın ve toplumun en büyük gücü ve dayanak noktasıdır. Yanılıyor muyum?
Yine düşünüyorum! 81 ilde yaşayan 84 milyon arasında komşusu açken mutlu olan var mıdır? Sanmıyorum! Ancak vicdani ve insani özelliklerini yitirmiş olanlar için sanmalı mıyım? Sanki…
Yanlı ve yanlış habercilik diliyle insanları hedef gösterenler, yanlı ve yanlış politikalarıyla ülkeleri bozuk para gibi harcayanlar gün gelir pişmanlık duyar mı? Dünden bugüne örneklere bakınca, yapanın yanına kâr kaldığı ülkemiz için zor…
Son derece sert ifadelerle toplumu kutuplaştıranların, köşeli ifadelerle insanları ötekileştirenlerin, iyi niyetten uzak, abartılı ve yüksek tonlu sözlerle gündeme oturanların amacının halkın esas derdi olan işsizlik, enflasyon, virüs ve önlenemeyen, zamları unutturmak olduğunu hepimiz görüyoruz, biliyoruz…
Konuyu açmak adına gelelim günümüze!
İşçiler, işsizler, iş arayanlar, iş bulamayanlar, dar gelirliler, az gelirliler, asgari ücrete talim edenler, salgından ötürü işsiz kalanlar, borçlarını ödeyemeyenler, borçlarına borç katanlar, sarılacak dal bulamayanlar! Listeyi uzatmak mümkün…
Ama şimdi soru zamanı! İşsiz insanları, iş bulamayan gençleri, iş arayan milyonları, atanamayan öğretmenleri görünce kişisel ve toplumsal vicdan sızlamaz mı?
Huzur hakkıydı, yönetim kurulu başkanlığıydı, denetim kurulu, yürütme kurulu, icra kurulu aylığıydı, danışmanlık ücretiydi gibi adlar altında bazıları bir değil, iki değil, üç değil, dört maaş alarak dünyaları kazanırken uykular kaçmaz mı? Bunca sıfat kartvizite nasıl sığdırılır? Bunca işin altından nasıl kalkılır? Bu siyasi güç gösterisi sayılmaz mı?
“Tam açılırsak hastalık artacak, tam kapanırsak ekonomi batacak!” diyenlere; milyonlarca yurttaş peyniri gramla, sıvı yağı bardakla, meyveyi taneyle alıp eti unuturken insaf ve vicdan nerede diye sorulmaz mı?
Bir kısım şeyler yasak olmasa bile yasakken, ya da yasaklanırken, yasal diye diye masal anlatılırken, işsiz, aşsız, evsiz, kimsesiz yoksulların sayısının her geçen gün artması sorumlu makamlarda oturanları rahatsız etmez mi?
Yanıtlarınız evet ise! Demek ki neymiş? Bazı şeyleri yerli yerine oturtmak, anlamak, değerlendirmek, geçmişi iyi okumak, iyi bellemek, iyi bilmek, yapılanlardan ders çıkarmak gerekirmiş…
Neymiş? Yüreğe ve belleğe yapışıp kalanları silip atmamak gerekirmiş. Erkenden uçup gidenlerin görüntüleri yerini boşluğa bırakırken, acılar tarihin topraklarına yağmur gibi yağarken çok düşünüp, sıkı tartmak, eşit davranmak gerekirmiş…
İşsiz gençlere; “İşsizlikte iyi bir noktadayız! Kalifikasyon noktasında sorun yok!” derken bir değil iki kez düşünmekmiş.
Kaldırdıkları İstanbul Sözleşmesi için; “Hazırladığımız Ankara Sözleşmesi ile yola devam ederiz!” derken işin önünü arkasını, getirisini, götürüsünü, yarınını iyi hesaplamak gerekirmiş…