Tarih, kahramanlar, hainler ve onları savunanlarla doludur. Normalde insanların kendilerini kahramanlarla örtüştürmeleri beklenir. Ancak son düzlükte hemen hemen her şeyin ters olduğu ülkemizde özdeşlik kahramanlarla değil hainlerle kuruluyor. Burası düşündürücü. Bana kalırsa, Vahdettin’in savunulmaya girişilmesinde konunun can alıcı yeri, geçmişin nasıl olduğundan çok, bugünün nasıl düzenlenmek istendiği.
Değil bu ülkenin, dünyanın yeni bir Mustafa Kemal Atatürk çıkaramayacağı ne kadar açıksa, Vahdettin’lerin bitmeyeceği o denli aşikâr. Zira hainlik bir kahramanı rol model olarak seçemez, ancak hainleri kahramanlaştırmaya kalkar. Hainlerle işbirliği yapanlar bu uğurda tarihi eğip bükerek, büyük bir safsata yarattıktan sonra uyduruk bir kahraman arayışına düşerler. Vahdettin, son günlerin gözde uyduruk kahramanlarından. Ne var ki, hainliğin hakkını öylesine iyi vermiş ki, ne yapılsa bir kahramana dönüşemiyor.
Geçen yıl kaybettiğimiz tarihçi Atilla Oral’ın ‘Charles Harington - Sömürge Valisi’nin Himayesinde Vahdettin’in İhanetleri ve İşgal İstanbul’u adlı kitabı, Vahdettin’in ne büyük bir hain olduğunun anlamamız konusunda önemli bilgi ve belgelerle dolu. İngiltere’nin ülkemizde görevlendirdiği İşgal Orduları Başkumandanı ve Sömürge Valisi olan General Harington, beş yıl süren işgalin üç yılında bu görevi yürütür. Oral, Vahdettin’i, Harington’ın ‘has adamı ve sadık hizmetkarı’ olarak tanımlıyor. Peki bu nasıl bir hizmetkarlıktı? Nasıl oluyor da bir Osmanlı Padişahı vatanını, İngiliz boyundurluğuna sokma konusunda bu denli iştahlı davranabiliyordu? Aslında bunun basit ve günümüzde de geçerli tek bir cevabı var: Ne geçmişte ne bugün hainler, planlarını ülkeleri için değil, sadece ve sadece kendi çıkarları için yaparlar. Vahdettin de aynen böyle yaptı.
Oral, İstanbul’un işgalinde inanılmaz yolsuzluklar ve büyük vurgunların olduğunu belirtirken ‘borsada dönen fırıldaklar, Evkaf Nezareti başta olmak üzere İstanbul hükümetinde dönen dolapların külliyat oluşturacak kadar geniş’ olduğunu söyler ve bir noktaya dikkat çeker: Dönemin işgal İstanbul’unda hırsızların, rüşvetçilerin, vurguncuların yaptıklarının yanlarına kar kalmıştır. Bütün o yağmanın ne hesabı sorulmuş ne de tarihe kaydedilmiş. Besbelli ki tarihimizin rüşvet, yolsuzluk, yağma, talan kısmını yazma konusunda biraz gevşek davranmışız. Ancak malzeme bol. Yakın gelecekte bu konuda çok fazla şey okuyacağımızı not ederek Vahdettin’in Damat Ferit ile birlikte İngilizlerle yaptıkları gizli anlaşmaya bir göz atalım.
Bugün hala daha aydınlatılamayan bu anlaşma büyük ihanetin yegâne belgesi niteliğinde. Milli direnişi bastırıp dağıtmak isteyen Vahdettin ve Damat Ferit, 12 Eylül 1919 tarihinde İngilizlerle gizli bir anlaşma yaparlar. Söz konusu bu anlaşma metninin bir kopyası Kuva-yi Milliye Teşkilatınca Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal Paşa’ya iletilir. Bunun üzerine Mustafa Kemal haberi silah arkadaşları ile paylaştıktan sonra 13 Aralık 1919’da belgenin bir suretini, ‘teyit ve mevsukiyeti için aslının ele geçirilmesine çalışılmalıdır’ notu ile birlikte şifreli bir telgrafla 20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa’ya bildirir.
Vahdettin ve Damat Ferit’in yaptığı bu anlaşmadan İstanbul Hükümeti’nin de haberi vardır. Anlaşma haberi 20 Ocak 1920’de dış basında yer alınca büyük bir diplomatik skandal yaşanır. İngilizler’in Fransa’nın arkasından iş çevirdiği ortaya çıkar ve iki hükümetin arasını açılır. Bunun üzerine İngiltere hükümeti böyle bir anlaşmanın varlığını inkâr edip yalanlama kampanyası başlatır. Oysa tarihçi Salahi R. Sonyel, İngiliz arşivlerinde yaptığı araştırmalarda, anlaşmayı İngiltere adına imzalayan M. S. Francer, H. Morlan ve G. Churchill’in isimlerine ulaşsa da, söz konusu anlaşma İngiltere adına bir utanç kaynağı olduğundan asıl metin bir türlü ortaya çıkarılmaz.
İngiliz işgal kuvvetlerinin yayın organı olan The Orient News, Vahdettin’in Mustafa Kemal aleyhine aldığı kararlarla doludur. 13 Ağustos 1919 tarihli gazetede Mustafa Kemal’in tüm madalya ve nişanlarının alınması yönündeki kararı haber yaparken, Üçüncü Ordu Müfettişliği’nden azledildiği ve fahri yaverlik rütbesinin geri alındığı belirtilir. Gazetenin 14 Mayıs 1920 tarihli sayısında Mustafa Kemal ve arkadaşları için idam kararı alındığı yazılacaktır. Vahdettin, işgal kuvvetlerinin gazetelerini ihanet aracı olarak kullanadursun, 21 Kasım 1922 tarihli İleri Gazetesi’nde Süleyman Nazif Bey, aşağıdaki isyan dolu satırları kaleme alacaktır:
‘Türk’ü ve İslam’ı Kurtarmaya yemin etmiş olduğu için Mustafa kemal Paşa kendine ‘Gazi’ ünvanı verilmesini ancak Vahdettin’in çıkarttığı idam kararından sonra kabul etti. Benim bu bildiklerimi isterim ki insanlık ve İslam alemi bilsin, Kuzey kutbunun buzullarına, Afrika’nın çöllerine kadar, her Müslüman yurdunda Vahdettin’in ismi lanetlerle anılsın. İslam alemi ilkokulların, ilk sınıflarından üniversitelerin son sınıflarına kadar her okulda, her kışlada, her fabrikada ve her dükkânda sefil mahluk olan Vahdettin’in resmini teşhir ile tarihini takdir etsin.’
Yazdığı notları ‘Müslümanların Halifesi’ olarak imzalayan Vahdettin döneminde, İstanbul’un fahişe istatistiği Müslümanlar için ibretlik belgelerden biridir. 1922 yılında İstanbul’da 175 genelev vardır. Bunlardan 164’ü gayrimüslimler tarafından işletilirken 11 tanesi Türkler tarafından işletilmektedir. İşgal günlerinden yoksulluk bir süre sonra içinden çıkılmaz bir boyuta ulaşınca, 18 yaşından küçük Müslüman kızlar zorla bu yaşamın içine itilirler ve sahte belgelerle çalıştırılmaya başlanırlar. Öyle ki, bu sahte vesikalar üzerinden çocuk yaşta pek çok genç kız kendini genelevlerde bulur. Mütareke yıllarında İstanbul’da 4000-5000 civarında kayıtsız, bunun yarısı kadar da kayıtlı fahişe olduğu biliniyor. Ancak Vahdettin bu konuda herhangi bir önlem almadığı ortada. Besbelli ki, İleri Gazetesi’nde konu hakkında çıkan haberler de ilgisini çekmemiş. Çekmez. Zira hainin hesapları, halifelik makamından büyüktür.
Vahdettin bir yandan kaçma planları yaparken, bir yandan da çöken bir İmparatorluğun yok olan itibarına aldırış etmeden madalya ve nişanlar dağıtarak kendi çevresini güçlü tutmaya çalışıyordu. 11 Temmuz 1922’de Malta’ya beraber kaçtığı Ömer Yaver Paşa’ya Birinci Rütbeden Osmani, Doktor Reşat Paşa’ya Altın İmtiyaz Madalyası verdi. Doktor Reşat, daha sonra Vahdettin’in San Remo’daki malikanesinde intihar edecekti. Vahdettin’in Mustafa Kemal’in madalya ve nişanlarını geri alırken, hainlikte ittifak ettiklerine son dakika madalyaları vermesi yorum getirmekte zorlandığım bir başka rezalet. Ancak hayrete düşmüyoruz. Zira yandaşlığın nasıl işlediğinin hepimiz tanığıyız ve gayet iyi biliyoruz. Ne var ki bugün bizi şaşırtamayan Vahdettin, giderayak General Harington’u şaşırtmayı başarıyor.
Bu hafta yazılan birçok yazı, Vahdettin’in kendi el yazısı ile General Harington’a gönderdiği, yaşamının tehlikede olduğunu belirtip İngiliz Hükümeti’ne sığınarak başka bir yere gönderilmek istediğini belirten mektubu konu aldı. Ancak hikâyenin başı hayli ilginç. Lozan Anlaşmasının imzalanmasından kısa bir süre önce Sir Horace Rumbold İstanbul’dan ayrılırken, General Harington’a Vahdettin’in hayatından sorumlu olduğunu belirterek, işler ciddileşirse saraydaki bir bando şefinin kendisine bilgi sızdıracağını ve kaçış planını ona göre düzenlemesini söyler. Koskoca imparatorluktan yaver niyetine kalan bu bando şefi Vahdettin’in eşlerinden birinin babasıdır. General Harington, baş yaverini saraya gönderdiğinde bu bando şefi onu karşılar ve görevini yerine getirir: Sarayda herkes ona karşıdır ve eğer kaçamazsa Cuma günü selamlıkta öldürülme ihtimali vardır. General Harington, son Osmanlı Sultanı’nın kaçırılması konusunda suçlanmak istemediği için bu durumun yazılı olarak kendisine iletilmesini ister. Böylece Vahdettin’den ilki 16 Kasım tarihli kaçırılmasını istediği mektup ile, 20 Kasım (1923) tarihli kaçırıldığı için teşekkür ettiği iki mektup alır ve bu mektupları çerçeveletir.
Harington’ın, Vahdettin’in kaçırılma gününü anlattığı satırlarda kendisini çok şaşırtan bir detay vardır. Harington bu detayı, ‘Vahdettin’i tersaneden alıp kendi teknesi ile açıkta bekleyen ve onu Malta’ya ulaştıracak Malaya gemisine doğru giderken, acaba bana sigara kutusunu bir anı olarak verir mi diye umutlanmıştım, ancak o bana beş karısını emanet edince neye uğradığımı şaşırdım’ diyerek anlatır.
Burada şaşırtıcı bir başka olay daha vardır. Atilla Oral, bu satırların Murat Bardakçı’nın Şahbaba adlı kitabında ‘tahrif edilerek bozulduğunu, Bardakçı’nın hatıratta yer almayan diyalog ve eylemlerle Vahdettin’in utanç verici ve onursuz davranışını aklınca kamufle ettiğini’ belirtir. Bardakçı, ‘Sultan Vahdettin Generale mahrem bir sır tevdi edercesine ve fısıltıyla, kadınefendilerine göz kulak olmasını rica etti. O sırada Malaya’ya yanaşılmıştı. Şahbaba, başka hiçbir şey söylemden ayağa kalktı, gemini merdivenlerine doğru yürüdü’ diyerek tarihi kendince hikayeleştirip kaynağındaki bilgiyi bozarak kullanır.[1]
Vahdettin’in hainlikleri ne bir yazıya ne bir kitaba sığar. Sadece vatana ve millete değil, dine de yapılan bu hainlik üzeri masallarla kapanamayacak çok yönlüdür. Yazının başında da dediğim gibi tarih, kahramanlar, hainler ve onları savunanlarla doludur. Kimin yanında olmak, kimi savunmaya kalkmak biraz da tarihe nasıl geçmek istemek demek.
Görüyoruz.
Tanıklık ediyoruz.
Kaydetmeye devam ediyoruz.
Not: Bu yazı Atilla Oral’ın Charles Harington kitabından yararlanılarak hazırlanmıştır.
[1] Atilla Oral’dan aktarma ile; Murat Bardakçı, Şahbaba, sayfa 254.