“Bu bir başıboşluk sorunu. Köpek sorunu değil” diyorlar ya… icat bu.
Hayvanlara özel çirkin icatlardan bir tanesi sadece. Başıboşlukmuş.
Bir de uyutmak var ya. Siz ölürseniz büyük ihtimalle vefat edersiniz. Sevenleriniz için naif bir yumuşatma teşebbüsüdür bu. Dolaylı anlatımdır. Vefa’dan gelir. Borcunu ödedi, sözünü tuttu, bu dünyada işi bitti gibilerinden. Öldü gitti değil… Ölmeden önce tüketmekle yükümlü olduğumuz vakte de referansı vardır.
Ama hayvansanız vefat edemezsiniz. Ölmeniz de zordur. Veteriner elindeyseniz uyutulabilirsiniz. Çünkü öldürmek cinayet çağrıştırır. “Köpeğinizi öldürelim. En güzeli bu olacak maalesef” demesi kolay değil tabii. O yüzden uyuturlar. Aşırı mışıl mışıl.
Hele ki daha düşük bir ırktansanız, inekti tavuktu koyundu, ancak kesilirsiniz, et olursunuz. Arkanızdan antrikot filan derler. Cenaze demezler. Kazada bile ölemezsiniz. Telef olursunuz.
Çünkü maddi değeriniz vardır. Manevi değeriniz sıfırın altındadır.
İşte şimdi sokak hayvanları düşmanlığını yumuşatmak için yine icat edilmiş bir laf kullanıyorlar: “Bu bir başıboşluk sorunu. Köpek sorunu değil.”
Öyle yapılması gerekiyor. Çünkü öbür türlü özgürlük sorunu demeleri gerekir. Özgürlük sorun çağrıştıran bir şey değil ama. Normal bir şey. Demek ki başka bir şey bulmalı. Başıboş. İnsan mısın sen özgür olasın. Hayvansın. Ancak başıboş olabilirsin.
Sevgi veya barış gibi başka güzel kelimeler problem olsaydı ne yapacaklardı? Sevgi sorunu diyemezlerdi. O vakit de “anlamsızca şefkat gösterme” sorunu yahut “iki savaş arasına sıkışmış kaçınılmaz çatışmasızlık süreci” sorunu filan denirdi muhtemelen.
Güzel kelimeleri çirkin kullanabilmek için deforme etmek gerekir.
Çünkü yanlışlığı apaçık.
Özgür insanlardan, özgür hayvanlardan korkmayın. Her şeyi zapturapt altına almaya, her şeyi tespih gibi tek sıra dizmeye çalışmayın. Ne demiş Einstein, “Birbirinin ensesine bakarak yürüyen insanların beyne ihtiyacı yoktur. Omurilik yeterli olur onlara.”
Beynimizi boşa çıkarmayın. Bir arada yaşamak güzeldir, bozmayın.
Mahallenin doğal bileşenleri kahvesi, camisi, bakkalı, manavı, meyhanesi, delileri, çocukları, ihtiyarları ve hayvanlarıdır.
Çocuklar, ihtiyarlar, deliler ve hayvanların özgür (“başıboş”) olanları makbuldür. Onları bütün mahalle berabere kollar. Çünkü bunlar özel ihtimam isterler.
Bu bileşenden önce delileri çıkardılar. Evlere, hastanelere kapattılar. Ne güzellerdi oysa. Dürülmüş karton kenarından çıkan bir çubukla telsiz olurdu. Pek çoğu trafik polisiydi. (Onlardan da korkan çocuklar olurdu.)
Sonra ihtiyarları çıkardılar. Huzurevlerine, sahil kasabalarına/ihtiyar mahallelerine yolladılar. Ama tecrit ettiler demeye de dilim varmıyor. Gönüllülük var, müşterek karar çünkü. Ben hep beraberce yaşamaktan yanayım.
Meyhane zaten Yunanistan’daki gibi her mahallede yoktu. Olanı kalanı da yok ettiler. Mahalle meyhanelerini öldürdüler, meyhane mahalleleri yaptılar. “Sanki suç bölgesi” gibi. Yanlış yaptılar.
Şimdi sıra köpeklere mi geldi?
Mahalle köpekleri müthiştir. Güzel bakışlıdır. Mülayimdir. Oynarlar. Üçbeş gıda, arada karınlarını sevmeniz dışında bir şey beklemezler. Mahalleyi beklerler. İhtiyar olanlarının heyecanlı ev köpeklerine bir “olm bak git” bakışları vardır ki ömre bedeldir.
Bir köpek bir mahallenin nüfusuna geçmiş, kabul görmüşse hayatı kurtulmuştur. Yeri bellidir, kollanır. Öbür türlü hem az yaşar hem saçma bir heyecanın içinde yaşar. Arkadaşlarıyla dayanışmasına da çeteleşme diyebilirsiniz tabii.
Çözüm çok açık. Bakın o hayvanlara. Mahallecek bakın. Kısırlaştırın. Sevin.
Yani dilerseniz korkun, “nizama” yani barınağa girmelerini savunun. Herkes kendine yakıştırdığı şekilde davransın. Ama dürüst olun. Başıboşluk sorunu demeyin. Özgürlük sorunu deyin. Barınağın ucunda ölüm bulunan bir suçsuzlar hapishanesi olduğunu bilin.
“Çocuklarımız sokağa çıkamıyor” diye uydurmayın. Sizinkiler çocuk da bizimkiler, bizim gördüklerimiz patlıcan tohumu mu? Kim o köpekler yüzünden sokağa çıkamayan çocuklar?
Türkiye’de sokağa çıkamayan bir çocuk bunu köpekler yüzünden yapıyor olamaz.
Türkiye hakikaten çocuklar için güvensiz bir ülke. Çocuk tacizi tecavüzü çok yaygın. Ağzından salyalar akarak 23 Nisan töreni izleyen erkekler yaşıyor burada. Allah kitap tarikat filan diye başlayan ve tacizle devam eden hikayeler ülkesi. Aile içi cinsel tacizin hiç de düşük olmadığı bir ülke burası.
Çocuk güvenliğini çok umursuyorum. Bu milletine devletine tapan insanların cennet ülkesinin utanç verici riskleri yüzünden çocuklarımın hayatını kısıtladığım oldu.
Bu risklerin içinde sokak köpeklerinin yeri neresi olabilir ki?
Çocuklarım için moral kaynağıydı. Çok öğreticiydi hepsi. Oyun arkadaşları, yoldaşları oldu. Çocuklarımın, benim, hepimizin gelişiminde müthiş faydaları var sokağın, sokak hayvanlarının.
Birçok hayvan ihtiyaç duyduğu zaman sürü halinde yaşar. Köpekler de insanlar da böyledir. Kişisel almanın lüzumu yok. Hepimiz hayvanlar aleminin parçasıyız. Sizin şahsen Twitter kullanabiliyor olmanız veya Twitter icat edebiliyor olmanız sizi kuş beyinli bir sığırcıktan üstün yapmaz. Farklı yapar. Sığırcık tweet atamaz ama namus cinayeti de işlemez ve navigasyon kullanmadan binlerce km yolunu bulabilir.
O yüzden önce o köpeklerin efendisi olmadığımızı bilelim. Bir köpek güvenli bir alanda bir mahallede değilse çeteleşir elbette. Buna dayanışma denir. Bu hayvanları toplayıp hapsetmek vahşiliktir. Gücünü kötüye kullanmaktır. Hak ihlalidir.
Korkuyorsanız alın elinize bir su tabancası. Alın 100TL’ye bir sonik köpek kovucu. Ya da daha güzeli köpeklerle anlaşmaya bakın. Muhabbetleri eşsizdir. Siz muhabbet etmek zorunda değilsiniz. Ama onlar siz kabul veya muhabbet etseniz de etmeseniz de oradalar. En az sizin kadar sokağa mahalleye aitler.
“Köpekten zarar görmüş çocuk” hikayeleri “kadından zarar görmüş erkek” hikayeleri gibidir. Zorlamadır. Elbette mümkündür. Elbette vardır. Ama çocuğa zarar veren şeyler listesi kalabalıktır. Köpek kendine yer bulamaz.
Çok üzgünüm. Batı dünyasına üstün yanlarımızdan birisi, en kuvvetlisi, sokak hayvanları kalesi elimizden gidebilir. Tıpkı deliler kalesinin elimizden kayıp gidişi gibi.
Evet “medeni” Batı’da bütün hayvanlar kayıtlıdır ve sokakta hayvan yoktur. İnsanlar sahip oldukları hayvanların ırkına göre sınıflandırılabilir hatta. O kadar tanımlayıcı bir durumdur hayvan bakmak.
Ama bu tipik insan merkezli pragmatik bakıştan kimseye hayır gelmemiştir.
Kaldı ki ev köpeği hadisesinin köpek ve insan için en doğrusu olduğunu kim söyledi?
Sahipli köpek bir çeşit köledir. Efendisine bağımlıdır. Onun uzvu olmak ister. Dört duvar ya da arazi fark etmez. Sahip ister. Milyon dönüm olsa boş bahçeyi ne yapsın hayvan? Ev köpeği sahibini bekler. Ev köpeği sahibinin sözünü dinler. Ev köpeği sahibinin eğlendirmesini bekler. Ev köpeği sahibinin söylediği yere kakasını yapar, onun söylediği zaman onun söylediği yerde uyur.
Hazin bilgiler öğrenir. Bir arkadaşımın köpeği arkadaşımın parfüm sıkmasıyla ağlamaya başlardı. Çünkü parfüm demek arkadaşımın gitmesi köpeğin yalnız kalması demekti.
Köpek sahipleri kızmasın bana. Hepimiz köpek baktık ya da bakıyoruz. Sadece köpek değil bebek bakmak da şehir hayatında çekirdek ailelerde çok zor. Keza ihtiyar, engelli filan bakmak da. Bütün bunlar geniş ailelerin, mahallelerin müşterek bakımların konusu olmalı. Böylesi herkes açısından en konforlu ve doğru olanı.
Yaklaşık olarak böyleymiş de. Bunun doğru formatta yaşayan belki de kalmış tek temsilcisi sokak köpekleri.
Çok korkuyorum sokak köpeklerimize bir şey olacak diye. 30 yıl sonra fotoğraflarından retro sergiler açılacak diye.
Şişli’de yaşarken otoparkımıza takılan bir mahalle köpeği vardı. Çok iyi arkadaştık. İri, kocaman. Birgün polisin birine havlamış polis de çekmiş silahını vurmuş. Arka bacağını sıyırmış kurşun. Bir şey olmamış hayvana. Ama hayvanın huyu değişti. Bir keresinde beni korumak için üstelik zavallı ve tüy siklet bir köpeğe saldırdı.
Ben köpeği kurtarmak için araya girdim. Ama ne mümkün? Parçalayacak. Tekmeledim birkaç kere bizimkini. Ayrıldılar. Tüy siklet kaçarken de bizimkini kovaladım ben öbürü rahat kaçsın diye.
Bir kadın -simaen biliyorum üstelik- bana bir bağırmaya başladı. Ama nasıl bağırıyor. Ben “Hanımefendi sakin olun, bildiğiniz gibi değil konu” demeye çalışıyorum. Bağırdıkça bağırıyor. Benim de tepem attı. Lazlığımın da verdiği kalın/yüksek ses kabiliyetiyle ben de bağırmaya başladım. Kadıncağız hiç beklemiyordu. Neye uğradığını şaşırdı ve sustu. Ben durumu açıklayınca da mahcup oldu.
Şunu söyleyeceğim. Fedakarlık yapan insanlar zamanla hırçınlaşabilir. Çünkü diğer insanlara rağmen fedakarlık yapmak çok zor bir iştir. Şu son sokak köpekleri düşmanlığı furyasında fedakarca hayvan bekleyenlere edilen hakaretleri görmediniz mi?
Muhtemelen tek emeli müdür olmak veya ilgi çekmek olan nizamperver, milliyetçi, -birçoğu da ne hikmetse aşı karşıtı- insan nasıl ağza alınmaz hakaretler ediyorlar.
Halbuki sokaklarda mama dağıtan bir insan her şeyden önce iyi bir insandır. Zahmet, para, zaman isteyen, fedakarlık isteyen bir iş bu. Çıkar gözeterek yapılamaz.
İkincisi şov değildir yaptığı. Hiç kimse bir yandan hakaret işiterek bir yandan sürekli acı çeken hayvanlar görerek böyle çok zahmetli bir gönüllü işi “şekil olsun diye” yapmaz.
Ben de köpeklere canlar, can yahut tüylü dostlarımız filan değil köpek denmesinden yanayım. Her şeyden önce köpekleri insanlar gibi anmak onlara kıymet verilmesini sağlamaz. İnsanlara da kıymet verilmiyor nitekim. İkincisi “bilmemneredeki üç can için şu lazım” filan gibi laflar tanımlayıcı değil. Türkçesi bozuk. Yanlış anlamalara açık.
Üçüncüsü kimse hayvan ya da köpek sevmek zorunda değil. Bu bir sevgi meselesi değil. Hak meselesi.
Bu arada hayvan hakları aktivistleri melektir demiyorum. Hiçbir grup insan için böyle bir şey demem. Onların aralarında da çok fena insanlar, kötü kalpli olanlar var. Bazısı düpedüz ırkçı, saldırgan filan. Bir tanesi var en ulusalcısından, müritleri var yahu. Beni onlar gibi tükürükler saçarak konuşmuyorum diye beni hayvan düşmanı buluyor tehdide hakarete boğuyorlar düşünün.
Ama her grup insanın bir kısmı itici ya da kötü kalpli olur zaten. İtici aktiviste bakarak karar verilmez ki. Pol Pot’a bakarak komünizmden vazgeçilir mi hiç?
Sokak hayvanları sokağın parçasıdır.
Sokak güzeldir. Sokak, hayvanlarıyla güzeldir.
Yaşasın sokak. Yaşasın başıboşluk.
Metin Solmaz1969’da doğdu, Ankara’da büyüdü. 1990’larda dört sene Ankara Radyo Arkadaş’ta radyoculuk yaptı. 1990 yılından bu yana yazılı basında ve muhtelif internet sitelerinde yazıyor. siberalem.com, idefix.com, Anason İşleri ve Overteam New Media kurucularındandır. Kitapları: Kenardaki Milyonerler (1992, Korsan), Rock Sözlüğü (1994, Pan) Türkiye’de Pop Müzik (1996, Pan), Türkiye’ye Ait 100 Büyük Yanılgı (2015, Ağaçkakan), Erken Adam Hikayeleri (2016, Pan), 100 Ne Olacak Bu Memleketin Hali (Hazırlayan, 2016, Ağaçkakan), Mehmet Teoman - Anılar saçılmış odaya, her yere (2021, Anason İşleri Kitapları). |