Kronolojik sıraya koyarsak, sanırım ilk tanıştığım Çiğdem Mater'di.
19 Ocak 2007 öğleden sonraydı. Valikonağı'nda bir arkadaşın ofisinde Sevgili Şeyda (Taluk) ile sohbet ederken, Ayşe Önal ağlayarak aramış ve o acı haberi vermişti.
Koşarak Agos'un önüne gittik. Hrant Dink hala boylu boyunca uzanmış yatıyordu. Kalabalık arttı. Tanıdıklarla buluştuk. Yanakları pençe pençe güzel yüzlü bir kadının gözyaşları boşalıyordu. Çiğdem Mater'i orada tanıdım. Ve daha sonra da hep hak mücadelelerinde karşılaştım. Bu insanlara bu bıçak sırtında yaşama geni, aileden geçiyor olmalı.
Nadire'nin kızı elbette Gezi'de de hak mücadelesine destek verecekti.
***
2012 yılının Ocak ayıydı. Yeni milletvekiliydim.
Fatih Belediyesinin 2005 yılında kentsel dönüşüm alanı ilan ettiği Ayvansaray'da peşpeşe hukuksuzluklar ve ağır yaşam hakkı ihlalleri yaşanıyordu. Mahallenin boşaltılması sürecinde yaşanan vatandaşı kandırma, yanıltma, tehdit ve tacizle tapusunu satın alma, satmayanların elektrik ve sularını keserek mahalleyi terk etmeye zorlama, Tokludede parkını yıkarak yerine tarihi sura rağmen şantiye kurma gibi eylemlere son olarak da bir imar skandalı eklenmişti. Vatandaşa ve müteahhit firma için aynı tarih ve sayılı iki farklı imar durumu ve proje hazırlanmıştı.
Bu rezaleti vatandaşlarla konuşmak için TBMM'deki danışman yoldaşım Hande Coşkan ile CHP Fatih İlçe Örgütü eşliğinde Tokludede'ye gittik. Basın açıklamasının ardından yine bir grup yaşam alanı savunucusuyla oradaki mahalle kahvesinde oturduk. Son dönem mimarinin duayenlerinden, canım Mücella'yı orada tanıdım. Mühendis ve özellikle de harita mühendisi ağırlıklı ailemde ve akrabalarımda Mücella'yı tanımayan, daha önce adını duymamış olan ve saygı duymayan yoktu. Tüm bu ortak dostları konuştuk o gün. Tanışıklığımızı farkettik.
Bir mühendis arkadaş onun için şu tanımı yapmıştı:
"Mücella Yapıcı bir mahalleye, bir sokağa, bir meydana, yani bir şehre 360 derece baktığında bütün şehircilik hatalarını görür."
Daha ne olsun? Ama dahası da vardı. Evsiz kalmış, kandırılmış, ihanete uğramış insanların acısını da kendi acısı gibi hissettiğini daha sonraki yıllar boyunca defalarca gördüm tanık oldum. 2013, 8 Temmuz günü dönemin Valisi Hüseyin Avni Mutlu herkesi "park açık gelin" diye çağırmış ve gelenlerin bir kısmını çevirerek ilk Gezi davasını başlatmıştı. O dönem daha yakın olduk hem Cansu hem Burcu ile ve tabii kız kardeşi Müberra ile.
Mücella'yı ya da onun gibi sosyalist hak savunucularını, Gezi'yi finanse etmekle itham edenlere, ilk Gezi Davası'nın duruşmasında sanıkların mal varlığı beyanlarını açıklama tutanaklarını okumalarını tavsiye ederim
Mücella 72 yaşında onuruyla yaşıyor. Hepimizin gıpta ettiğidir.
***
TBMM 24. Dönem, torba ve kumpas davalarının yoğunlaştığı, mağdur sayısının arttığı, ilk başta bu iddialar için "vardır bir şey" diyenlerin bile "bu işte bir hukuksuzluk var" demeye başladığı yılların içinden geçti. Bize de ailelerle dayanışmak, basın açıklamalarına refakat etmek, duruşmaları izlemek, cezaevlerini ziyaret etmek düştü.
O günlerin en ünlü davalarından Oda TV davası avukatlarından biri olarak tanıdım Can'ı. Karadeniz öfkesinin, hiç büyümeyen çocuksu neşesiyle birbirine karıştığı deli fişek tabirinden bir avukattı. Duruşmalardaki tanışıklığımız Gezi sürecinde de devam etti. Ama Can Atalay'ın benim hayatıma verdiği en önemli anlam beni Sosyal Haklar ile tanıştırması oldu. Milletvekilliğimin bitişinin ardından, yine hak mücadelesinden kopamazken ben; bir gün bana "Böyle devam mı, yoksa emekli milletvekili olup kenara çekilecek misiniz" dedi öyle dümdüz. Öyledir zaten küt diye söyler. Ben de “Bu ülke huzura kavuşana kadar elden ne geliyorsa yapacağım" dedim. "Sosyal Haklar Derneği'ne gelin" dedi.
Dernekteki arkadaşlar o günlerde Soma Davası ailelerinin avukatlığını üstlenmişti. SHD, Soma ile anılıyordu. Ama TMMOB avukatı olarak Can, ülkenin her yerindeki yaşam alanı mağduriyetlerine koşuyordu. Ben de katıldım aralarına. Aynı yıl Aladağ yurt katliamı yaşandı, Can ve tabii diğer avukatlarımız, kız çocuklarını kaybeden ailelerin Can'ı oldular. Aladağ köylerinin çocuklarına yaptığımız yaz okulları, onu en mutlu eden faaliyetti.
Derken Çorlu tren katliamı oldu Çorlu'ya koştular. Derken Hendek iş cinayeti mağdurlarının ellerinden tuttular.
O yüzden Can'ı bizden aldıkları günden beri Türkiye'nin her yerinden destek ve dayanışma telefonu, mesajı yağıyor. Can'ı almak, Soma, Aladağ, Çorlu, Hendek ve daha nice katillerin bayramıdır.
***
AKP iktidarının kentsel dönüşüm adını koyduğu yaşam alanları ihlali 2013'e giderken İstanbul'un dört bir yanında mağdurlarını biriktiriyordu. Mahalle dayanışmaları birbirine eklenirken İstanbul Kent Hareketleri giderek büyüyordu. Sulukule'den Tozkoparan'a, Gaziosmanpaşa'dan Cumhuriyet Mahallesi'ne çok yoğun bir itiraz vardı. Taksim Meydanı'nın dönüşümüe karşı ise Beyoğlu mahalle dernekleri, Taksim Platformu gibi bileşenler imza toplamaya başlamışlardı. O günlerden birinde bir bilirkişi grubuna refakat etmiş ve Tayfun Kahraman ile tanışmıştım. Tayfun ile Gezi ve ardından gelen süreçte çeşitli defalar karşılaştım. Şehir Plancıları Odası için katıldığım seminerlerde sayfa sayfa Oda külliyatı aldığımı görünce "Ne o bizim mesleğe mi geçiyorsun" diye takılmıştı sakin tavrıyla.
Tayfun Kahraman ike şiddet ve cebir kelimeleri yan yana gelmez.
***
Milletvekilliğimin son dönemleriydi. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Okulu için benden bir katkı istediler. Genç siyasetçilere, siyasetçi olmak isteyenlere deneyimlerimi anlatmak için. Arayan Hakan Altınay'dı. Avukat kızkardeşi Deniz'le uzun yıllardır tanışıyorduk, çok ortak arkadaşımız vardı, ama Hakan ile o gün tanıştım.
Bir salon dolusu her partiden gençlerle sohbet çok keyifli geçiyordu. Hakan'ın pozitif enerjisi de sınıfa yansımıştı. Hayatımdaki en mutlu olduğum anlardan birini -daha sonraki her karşılaşmamızda bana keyifle hatırlattığı- orada yaşadım. Sınıfta milletvekili danışmanları da vardı ve biri bana "Melda Hanım, biliyoruz her sorunla ilgileniyorsunuz. Bir de şu TBMM'deki danışmanlara yapılan mobbing ile ilgilenseniz" dedi. Çok şaşırmıştım, böyle bir durumdan haberim yoktu. Dönüp danışmanım Hande'ye, "Hande böyle bir durum mu var, hiç haberimiz yok" dedim dehşetle. Hande daha cevap vermeden, genç arkadaş bana çerçeveletilecek bir yanıt verdi:
"Melda Hanım, sizin bu konuyu bilmemeniz normal, zira şu an TBMM'deki 550 milletvekilinin danışmanlarının çalışmayı tek arzu ettiği kişi sizsiniz."
Hakan'ı her gördüğümde bu anı üzerinden gülüştük. Yine güleceğiz.
Hakan hayatını sivil topluma adadı.
***
Mine Özerden ve Yiğit Ali Ekmekçi ile hiç tanışmadım ama kriter buysa onlara da kefilim.
Gelelim Osman Kavala'ya.
Onunla hukukumuz çok daha eski. Ben daha gencecik bir ekonomi muhabiri iken o iş insanı idi. Aslında ekonomi muhabirlerinin en sevdiği iş insanı profillerindendi. Zira basına kapalı bir toplantı arasında çıkıp kapıda bekleyen muhabirleri üzmeyip iki çift kulis verecek türden. Ben DEİK'i izlerken, Polonya İşkonseyi Başkanı idi. Yıllar boyu uzaktan izledim. Gezi döneminde de parkta tanıştım ilk kez.
Osman Kavala için en çok yapılan yorum, aile servetini hak mücadelesinde eriyip bitirdiğidir.
Bu tabii çok kaba bir yorum ama sıradan bir iş insanı hiç olmadı.
Ama Gezi deyince akla gelen bir isim de hiçbir zaman olmadı.
Bu öfkenin başka bir sebebi olmalı...
Neyse bu yazı bugün böyle oldu.
Ama bu köşe Gezi Direnişi köşesi olmaya devam edecek.