Barbie filmi yayınlandığı günden itibaren sosyal medyada ‘Hi Barbie’ akımı çığ gibi büyüdü. Bazıları için bıkkınlık verecek seviyeye kadar ulaştı diyebiliriz. Ancak bu akım Barbie filmine olan ilgiyi azaltmadı, aksine film, gişe rekoru kırdı. Dün yayımlanan son verilere göre Barbie filmi, aynı anda vizyona girdiği Oppenheimer filmini neredeyse ikiye katlayarak ABD'de hafta sonu boyunca 155 milyon doların üzerinde hasılat elde etti.
Türkiye’de de Barbie filmine ilgi büyük. Peki, Barbie filmi bize sadece ‘pembe’ bir dünya mı sunuyor, yoksa bundan fazlası mı var?
Filmde çoğu kadının, çocukluğunda Barbie oyuncaklarıyla oynadığı ve onlarla bağ kurduğuna yönelik bir mesaj var. Anne ve kızın ilişkisinden yola çıkılarak bu mesaj pekiştirilmiş ve altı çizilmiş. Barbie’nin klasik bebek oyuncaklarından farklı olarak kadınların gelecekte olmak isteyecekleri kişileri, yapmak isteyecekleri meslekleri desteklediğine ve bu amaçla üretildiğine dair mesajı da filmden almamak mümkün değil. Ancak filmde Barbie sektörüne dair de çarpıcı eleştiriler yapılmış. İlk çıktığı dönemde mükemmel görünen ve kız çocuklarına mükemmelliği empoze eden Barbie oyuncakları, ilerleyen süreçte yelpazesini genişleterek her türden kadının kendini bulabileceği bir şekle evrilmiş.
Bunların dışında film yalnızca kadınlara ve kız çocuklarına değil, erkeklere ve erkek çocuklarına da hitap ediyor. Nasıl ki kadınlar için ‘güçsüz’, ‘lider olamayan’, ‘yardıma muhtaç’ imajı çizilemeyecekse, erkekler için de ‘güçlü’, ‘lider ruhlu’ ve ‘yardıma ihtiyaç duymadan her işi halledebilen’ imajı çizilmemesi gerektiği vurgulanıyor. Kadınlara yönelik olumsuz algılar, erkeklere yönelik olumlu görünen fakat erkekleri zorlayan olgularla birleştiriliyor ve aslında herkesin kendine has, biricik ve özel olduğu seyirciye sunuluyor.
Kadının ve erkeğin güç dengesi hem Barbieland yani Barbie dünyasında hem de normal insanların dünyasında bozulmuş durumda. Bizim dünyamız, erkeklerin hiçbir iş kolunda görev almadığı Barbie dünyasının tam karşısında duruyor. Bu duruma bir ayna tutmaya çalışılan filmde, dünyamızda önemli görevlerde kadınlara pek sık rastlanmaması, kadınların karar almayı gerektirecek görevlerde çoğunlukla bulunmamasına bir eleştiri var. Filmin sonunda Barbie’ler güç dengesinin tersine dönmesi sonrasında empati kurmayı başarıyor ve erkeklere de görev verilmesi kararlaştırılıyor.
YARATILIŞ MESAJI
Filmde ilgimi çeken noktalardan biri de ‘yaratılış’a dair mesajlar oldu. Barbie’nin, kutsal kitaplarda da geçen ‘yasak elma’yı yemesi yani ‘irade’ kazanması ve insana özgü olan ‘ölüm’ düşüncelerinin akabinde Ken ile birlikte insanların yaşadığı dünyaya gelişi oldukça güzel anlatılmış. Başlangıçta Barbie’nin bir irade, idrak gücü kazandığını anlamak zor olsa da filmin son sahnelerinde Barbie’yi yaratan Ruth Handler ile diyaloğu bu aktarımı destekliyor. Ayrıca kader kavramına da dokundurmalarla, dünyaya nasıl ve ne şekilde getirilirseniz getirilin, kendiniz olmak istediğinizde önünüzde hiçbir gücün duramayacağı anlatılıyor.
Film, yaratılış mesajında kutsal kitapları tersten okuyor. Kadının, erkeğin bir bölümünden yaratılması filmde tam tersi olarak karşımıza çıkıyor. Ken, Barbie için ve Barbie’ye aşık olması için yaratılmış bir oyuncak bebek. Ancak yine filmin sonunda, çoğunlukla kadınlara yüklenen ‘kendi olma’ ve ‘kendini herkesten bağımsız bir birey olarak bulma’ öğütleri Ken’e veriliyor.
İrade kazanmalarının ardından Barbie ve Ken, birbirlerine aşık olup sonsuza dek mutlu yaşamak zorundalığından kendilerini sıyırıyor, her ikisi de kendini keşfedeceği yeni dünyalarına doğru yola çıkıyor. Bu anlamda da film bana göre pembe bir dünya çizmekten çok daha fazlasına sahip ve herkes için bir mesaj içeriyor.