Bir süredir kamuoyuna çeşit çeşit gıda skandalları yansıyor. Kesilmiş atların kemikleri, çeşitli gıda zehirlenmeleri, kaçak gıda üretim tesisleri. Bunlardan sadece bir tanesini, geçen hafta kamuoyuna yansıyan kaçak peynir üretim tesisini Tarım ve Orman Bakanlığı yakalayabildi.
Tarım ve Orman Bakanlığı bu kaçak tesisi kendisi mi keşfetti derseniz, hayır. Yine bir ihbarla. Bu durumun bugün Ankara’da, yarın başka bir kentte, öbür gün diğer bir kentte olacağını da hepimiz biliyoruz. Vasat birkaç gıda politikasının sonuçları bunlar.
Avrupa ve Amerika’da gıda politikaları, gıda hukuku üzerinde şekillenir. Burada hukuki bir durum yaşanırsa kimin konusu olduğu, yurttaşların hangi haklarının ihlal edildiği, nasıl bir yol izleneceği bellidir. Türkiye’de bu durum tam tersi. Bir gıda hukuku alanı yok. Anayasa’da gıda hakkı tanımlı değil. Gıda Yasası’nda gıda güvenliği tanımlı değil. Tek bilinen gıda denetimlerini kimin gerçekleştirebileceği ve gıdalara ait yasal sınırlar.
Bu sınırları aşınca cezalandırılıyor musunuz? Nereden baktığınıza bağlı. Cezalandırılsanız bile sizin bunu yapmanıza engel olabilecek bir yaptırım çıkmıyor ortaya. Bir yargılama konusu olsa Türk Ceza Kanunu’nda gıda hukukuna dair bir alan yok. Olay buraya giderse kamu sağlığına karşı işlenen suçlar kapsamında iki maddeden birinden yargılanma ihtimali beliriyor.
Bunu kanıtlamak için de herhangi bir yurttaşın bundan zarar gördüğünü hastane kayıtlarıyla kanıtlamanız, bunun bilinçli bir şekilde yapıldığını ortaya çıkartmanız, bunun sorumlularını da tespit edebilmeniz gerekiyor. Yurttaş zarar görmüş, hastaneye gitmiş. Hastane bulaşıcı olmayan gastroenterit hastalık olarak geçirmiş kayıtlara. Şuradan kaynaklı kesin denilemiyor, kanıt yok.
Gıdanın zararlı olduğunu kanıtladınız. Üreten satmıyordum sadece ürettim diyor ya da bilmiyordum bunun zararlı olduğunu devlet beni eğitmedi diyor. Herkes topu birbirine atıyor. Türkiye’nin gıda alanında uzmanlaşmış yargı sistemine, gıda hukukuna, gıda alanında emek verenlere de sorumluluklarını net bir şekilde bildirilmesine ihtiyacı var.
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın gıda kontrol görevlileri aslında gıda alanında bir kolluk kuvveti. Gıda polisi diyebiliriz. Bu denetimlerin yüzde 100 seviyesine yaklaşması gerçekçi değil, bunu kabul etmek lazım. Yüzde 50’nin altına düşmesi de sağlıklı değil. Makul bir sistemde bu seviyenin yüzde 65-70 civarında olması gerekir.
Gıda alanında emek verenlerde, iş verenlerde gıda güvenliği kültürü yaratmak yani bir ahlaki vicdana sahip olmalarını ve yurttaşı düşünmelerini sağlamak gerekir. Gıda denetimleri bunun doğrulayıcısıdır sadece. Bunu ahlaki vicdana sahip olmayanlara karşı bir yaptırım uygulanır.
Bu yaptırım gerçekle bağdaşmıyorsa, sermaye sahibinin cebinin lehine işliyorsa orada bu yaratılmaya çalışılan her şey yok olur. Bu ahlaki vicdana sahip olanlar dahil artık bunu umursamamaya başlar bir yerden sonra. Hapis cezası koysanız da buna razı gelenler olur, ben girerim yeter ki para akışı kesilmesin diye.
Bir kaçak üretim mi yakalandı ya da bir taklit-tağşiş olayı mı belgelendi veya faaliyet göstermesine engel büyük bir uygunsuzluk mu tespit edildi? Yapılması gereken net olmalı. Gıda işletmesinin o yılki bütün geliri suç geliri olarak değerlendirilerek el konulmalı, bütün reklam faaliyetleri askıya alınmalı, bütün ürünleri o yıl piyasadan çekilmeli, Sağlık Bakanlığı’nın gerçekleştirdiği buna bağlı olabilecek hastalık tedavileri buralara faturalandırılmalı.
Bir kere daha mı yaptı? Ürettiği gıda ürünleri logosuz, sade ve düz bir ambalaja tek tip bir fontta işletme ve gıdanın adı olacak şekilde paketlenmeli. Üzerine de bu işletme şu tarihlerde şu sebeplerde dolayı Taklit-Tağşiş Listesi’nde şu kadar defa yer almıştır ya da yaratılacak Uygunsuzluk Listesi’nde şu kadar defa yer almıştır ibaresi yerleştirilmeli.
Gıda hukukunu çalıştırdınız, radikal cezalar kestiniz. Sonrasında bunu düzenli olarak yurttaşa ifşalamanız gerekiyor. Evet, Taklit-Tağşiş Listesi. Neden yıllardır yayınlanmadığı net bir şekilde ortada. AKP iktidarının vasat gıda politikalarını ortaya döktüğü, hukuken hiçbir şey yapılamadığı, ekonomik olarak da göz yumulduğu için.
Zincirin son halkasını da çalıştırıp gereği gibi uygulanırsa gıda denetimlerinin üzerindeki karmaşıklık da ortadan kaldırılmış olur. Yurttaşla doğrudan ve şeffaf bir iletişim sağlanır, güven yaratılır. Hem bir gıda güvenliği kültürü Türkiye’ye yerleştirilir hem de gıda denetimlerinin kamu vicdanıyla yüzde 100’e ulaşması sağlanır. Bu kadar basit aslında, birkaç aylık bir politika çalışması.