Bugün bir ulus devletin gücü elindeki silah sayısı ve asker sayısının hareket kabiliyetiyle ölçülüyor. Dünyada söz sahibi olmanın yolu bu silah sayılarını artırmaktan geçiyor. Ulus devletlerin bütün bilgi birikimi, sanayi kabiliyeti bu tarafın egemenliğinde, gerisi işin ticareti. Aslında bu bir maske. Savunma sanayinin yanı sıra bir alan daha var aynı bilgi birikimini birebir kullanabilecek, o da gıda ve tarım alanı.
Dünya Gıdanın Ana Unsur Olduğunun Farkında
Nesil nesil savaş uçakları, güdüm güdüm füzeler, küre küre radarlar. Bunları üretmek için gecesini gündüzüne katan mühendisler, üretimini sağlayan emekçiler, değeri borsada arşa çıkmış şirketler. Say say bitmez, gerekli midir? Bir yere kadar. 8 milyar insan her gün çatışmayacaksa, herkesin evi cephanelik olmayacaksa. Rusya’nın da elinde her çeşidinden vardı.
Gördük ki on yılların bilgi birikimine ve teknolojik altyapısına rağmen silah; gıda, verimli tarım, katma değerli gıdanın yerini almayı başaramamış. Başaramayacak da. Bazıları da bunun farkında epey bir süredir. Amerika merkezli gıda firmaları dünyanın her yerinde. Almanya dünyanın en iyi gıda makinelerini üretiyor. Çin en temel gıda hammaddelerini dünyaya tedarik ediyor. Fakat Türkiye bu maskeye aldanıp tam tersine odaklanmış durumda.
Gıda Sanayii Neden Savunma Sanayiinin Bilgi Birikimini Kullanamıyor?
Türkiye iyi bir gıda makinesi üretebilir. İyi bir işçilik çıkartabilir, organize bir teknik hizmet sunabilir. Sorun şurada, bu makinenin kritik parçalarını yurtdışından almak zorunda çünkü Türkiye’de üretilemiyor, üretimi denenmişleri de stabil çalışmıyor. Gıda makinelerinin birbiriyle iletişimi için bir otomasyon kurabilir. Bu otomasyonun da kritik parçalarını yurtdışından almak zorunda.
Temel bir gıda hammaddesine ihtiyaç var. Bunu da üretebilir ama buradaki teknolojik altyapıyla üretilince aynı stabiliteye sahip hammadde elde edilemiyor. Onu da Çin’den almak zorunda. Üstelik bu temel hammaddeleri veya kritik parçaları yurtdışından getirenler de yine bu ülkenin kendi işletmeleri. Doğal olarak bunları topladığımızda hepimizin cebine bir maliyet olarak yansıyor. Evet, bunu da hepimiz ödüyoruz. O halde savunma sanayisinden elde ettiğimiz bilgi birikimini gıda sanayisinde niye kullanamıyoruz?
Gıda Alanları İnşa Edilmeden Türkiye’nin Gelişmesi Mümkün Değil
Niye kullanamıyoruz kısmı ayrı bir soru işareti. Ama Türkiye’nin kamusal gıda alanlarına, bu alanlarda makine geliştirmeye, biyoteknolojik çalışmalar yapmaya, pilot üretim sahaları kurmaya ihtiyacı var. Böyle bir çalışma alanı yaratılmadığı, bir destek sunulmadığı için gıda mühendisleri de gıda makineleri üretiminden, gıda otomasyon sistemi tasarımlarından uzak duruyor.
Öte yandan dünya genelinde gıdanın mühendislik seviyesinde olduğu sayılı birkaç ülkeden biriyiz. Cumhuriyet’in bir kazanımı, Atatürk’ün öngörüsü. Şimdi sahip olduğumuz bilgi birikimi ve bu altyapı işimize yarar yaramasına da AKP iktidarı gıda mühendislerinin ve gıda alanının önünü açar mı? Zihniyet mi dersiniz, vizyon mu dersiniz, öngörü mü dersiniz, işte o tam olarak burada devreye giriyor.