Ne mi düşünüyorum? Kendi çabasıyla Fransızca öğrenen askeri okul öğrencisi, başarılı asker, yalnızlıkları olan, hastalıklarla boğuşan, en yakın çevresinin ayak oyunlarına, kıskançlıklarına tanık olan, çok zorlu, çok acılı, çok kayıplı kurtuluş sürecini yaşayan, tehditlere karşı yılmayan, eksilmeyen, gerilemeyen, yenilmeyen bir lideri düşünüyorum…
Uykusuz gecelerini okuyarak, not alarak, düşünerek geçiren bir aydın oluşunu, bir toplumbilimci gibi, bir siyaset uzmanı gibi, uluslararası eğitim almış bir akademisyen gibi açıklayan, anlatan entelektüel ve çok yönlü oluşunu düşünüyorum…
Bir çift mavi gözün çevreye yaydığı inancı, güveni, yürekli devrimcinin emsalsiz cesaretini, O’nun feragat, cesaret ve dirayetini, vatan ve ulus aşkını düşünüyorum…
En ileri toplumların bile ancak birkaç yüzyıl sonunda başarabildikleri bir düzeni ve düzeyi, olağanüstü iradesi ile Türkiye’ye birkaç yıl içinde sunan başarısını düşünüyorum…
Yaşanan kanlı bir savaşın hemen ardından, ateş hattından çıkmış bir komutan olarak, her biri barış, sanat, güzellik içeren atılımlarını, müziğin, tiyatronun, operanın perdelerini halkına açının düşünüyorum…
Derslerle dolu yaşam öyküsünün bizi hangi dingin sahalara ve ortamlara taşıdığını, dünyada hem okul, hem ekol, hem idol, hem önder, hem örnek, hem öncü kaç kişinin olduğunu, topluma yönelik konuşmalarında temel iki kavram olan Çocuklara ve Kadınlara verdiği değeri, açtığı krediyi, bu bağlamda cumhuriyeti gençliğe emanet ederken, kadınlara olan güvenini öne çıkaran ve onları yücelten adımlarını düşünüyorum…
18 Mart Çanakkale zaferimizi!
23 Nisan Egemenliğimizi ve çocukluğumuzu!
19 Mayıs şahlanışımızı ve gençliğimizi!
30 Ağustos Zaferimizi!
29 Ekim vazgeçilmez Cumhuriyetimizi
Sonra da dönüp 10 Kasım 1938 en büyük kaybımızı düşünüyorum…
Yetinmiyorum! Gazi’nin büyüklüğünü, ölümsüzlüğünü, dehasını, cesaretini, kararlılığını her gün her dakika, her saniye daha çok anlayarak kavradığımı, tarih yazan, bir toprağı vatan yapan, kahramanlık, cesaret, özveri, adanmışlık, erdem, vatan sevgisi, namus, ahlak denilince aklımıza gelen ilk o yüce insanı düşünüyorum…
Kurtarıcı, kurucu, öncü, kararlı, devrimci önderimizi görüp anlamayanlarıdır sözüm…
O’nun yurtdışına gitmediğini, yurtdışının Türkiye’ye geldiğini, başta İran şehinşahı, Afganistan kralı, İngiltere prensi olmak üzere bu mucizeyi ve ardındaki imzayı görmeye gelenleri düşünüyorum…
Yüzyılın en büyük devrimcisinin; Cumhuriyetin kökleşmesi ve yeşermesi için baleden tiyatroya, resimden mimariye, heykelden müziğe, sanattan sanatçıya her alanla yakından ilgilenişini düşünüyorum…
Askeri başarılarının yanına aydın kimliğini koyan; “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” sözünün yanına “Tiyatro bir milletin kültür seviyesinin aynasıdır. Tiyatro yalnız hoş vakit geçirme, bir eğlence aracı değildir. Bir ulusun fikri seviyesini, yaşayışını ve zevkini de yansıtan bir sanat dalıdır.” sözünü de ilave eden, çeşitli alanlarda 4 bin civarında kitap okuyup, yanlarına notlar alan, savaş meydanlarına tahta sandıklarda kitap taşıtan gerçek entelektüel kimliğini düşünüyorum…
Fabrika, işçi, iş adamı, mühendis, doktor, uzman, tüccar, su, baraj, elektrik, yurttaşlık yasası, üniversite, banka, burjuva, ihracatçı, ithalatçı, sermaye yokken! Kitaplıklarda kitap yokken ulusal kütüphane kuran, alfabe yokken okuma yazma seferberliği başlatan, Millet Mektepleri, Halk Odaları, Köy Enstitüleri açarak, eğitimde fırsat eşitliği yaratarak, yurtdışına öğrenci göndererek, harika çocuklar yasasını çıkararak alınan yolu ve imkânsızı başaran o büyük dehayı düşünüyorum…
85 yıl sonra yaşanan ve yaşanacak olan vefa ve minnet selini, yazılara, sözlere, fotoğraflara, bestelere, filmlere dökülen Atatürk sevgisini ve özlemini düşünüyorum…
Şeref madalyalı göğsündeki cesur yüreği düşünüyorum…
38 yaşında istiklal ateşini yakarak! 41 yaşında zaferle taçlandırarak! 57 yıl yaşamasına rağmen 85 yıldır yaşatılarak! İlim, bilim, akıl, gelecek, gençlik, barış, öngörü derken akla ilk gelen biri olarak! Şeref madalyalı göğsündeki cesur yüreği ülkesi için çarpan o büyük lideri düşünüyorum…
Cephede savaşan, hasta yatağında, çadırında kitap okuyan, dans eden, yüzen, salıncakta çocuklar gibi sallanan, at üstünde şaha kalkan, traktör süren bir öncünün vasıfları gözümün önünde canlanırken! O’nun ışık saçan mavi gözlerini, aydınlık gülüşünü, derin bakışlarını, ülkesi için yokluğu, yoksulluğu, hastalığı, göğüsleyen ödünsüz kimliğini düşünüyorum…
Cumhuriyetimiz henüz 1 yaşında iken. Mustafa Kemal’in; “Sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum, volkan olup dönünüz sözleriyle seçilen 150’si kız, 750 pırıl pırıl gencimizin yurtdışına eğitim için uğurlandığını. ABD, Fransa, Japonya, Çin, Almanya, Belçika, İsviçre, İngiltere, Avusturya, İtalya, Çekoslovakya, Macaristan ve İsveç’e gittiklerini, Cenevre, Lozan, Lyon, Sorbonne, Berlin, Harvard Heidelberg, Wiskonsin üniversitelerinde eğitim aldıklarını! Kimisinin çok sesli müziğimizin omurgasını oluşturduğunu, kiminin arkeolojinin babası olduğunu, kiminin elektrik, kiminin maden mühendisi, kiminin jeolog, kiminin memleketin ilk beden eden eğitimi öğretmeni olduğunu düşünüyorum…
Ruhumun, benliğimin, kimliğimin, kişiliğimin her zerresine işlemiş Atatürk sevgisini, bitmeyen özlemimi, onu anmakla, anlamakla, anlatmakla geçen yaşamımı düşünüyorum…
Hayatın her safhasında her sayfasında yeri ve izi olan Atatürk’ü; vazgeçilmez bir kimlik kartı gibi yakama, Cumhuriyetin kazanımlarını altın bir anahtar gibi, ata yadigârı bir mücevher gibi boynuma taktığım günden beri benim ve kuşağım için yolların daha aydınlık ve ışıklı olduğunu düşünüyorum…
Özetle! Aradan geçen 85 yıla rağmen; Yenilikçi, cesur, öngörülü, önsezili, vizyoner, güven veren özellikleriyle, tarihe iz bırakmada, tarihe altın harflerle kazınmada Atatürk’ü geçecek kimse olmadığını düşünüyor, biliyor ve görüyorum...