5 Aralık 1934! Yani bundan 89 yıl önce Türkiye’de kadınların siyasal anlamda yurttaş olduğu tarihtir. Bu tarih 89 yıl önce Türk Kadınlarının eşsiz bir önderin sayesinde, öngörülü bir liderin çağını aşan adımları ve atılımlarıyla batılı kadınlardan çok daha önce yıllara, yollara, koşullara meydan okumasını sağlayan tarihtir…
Bu günü fırsat bilip bir “Kadın” dosyası açarsak! Ya da açmasak mı (!) diyerek; 21 yılda 7 binin üzerinde kadının öldürüldüğü, yılın ilk 9 ayında 234 kadın yakınlarınca hayattan koparıldığı, evde, işte, sokakta, sosyal medyada, dijital platformlarda erkek şiddetinin kol gezip can almayı sürdürdüğü ülke gerçeğiyle karşılaşırız...
Küresel cinsiyet eşitsizliğinde 146 ülke arasında 124.sırada olduğumuzu, altımızda Suudi Arabistan, Angola ve Butan’ın yer aldığını görürüz…
Şimdi bir kez daha o yıllara ve tarihlere göz atalım…
1926 Medeni Kanun
1930 Yerel Seçimlerde Oy Verme Hakkı
1934 Milletvekili Seçme ve Seçilme Hakkı (bu haklar için İsviçre 1975 yılını, Fransa 1945 yılını beklemiştir)
Yıllar sonra bu hakkımızı yüce Atatürk’ün amaçladığı, tanımladığı, istediği gibi bağımsız, özgür, özgüveni tam kullanıyor muyuz? Bu soruya yanıtım hayırdır! Beni Kars’ın karlı dağlarından, bir başkasını Trakya’nın sıcak yaylalarından, bir diğerini Urfa’nın tozlu yollarından alıp getiren ve bir baltaya sap eden bu yasayı, önünü kesen her şeye, herkese karşı bilinçli, kesintisiz sürdürmek, sahip çıkmak ve korumak konusunda başarılı mıyız? Bu soruya da yanıtım ne yazık ki hayırdır!
Kadın olarak; siyasette, eğitimde, karar mekanizmalarında neredeyiz?
Kadını yıllar önce Cumhuriyet projelerinin temeline oturtmuş ülkemizin 2023 fotoğrafına bakınca;
Tek bir kadın bakanın bulunduğu 17 koltuklu bir bakanlar kurulumuz var. Adında kadın olan bakanlığın adının “Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı” olarak değiştirildiği!
600 sandalyeli Meclisimizde 121 kadın milletvekili var. Çoğunu görüp, tanımadığımız!
81 ilimiz var sadece üç ilde; Afyon, Nevşehir, Bartın’da kadın vali görev yapıyor!
922 kaymakam var, 68’i kadın!
Ülkemizde ki 50 bin 498 muhtardan 1134’ü kadın. Yani 100 muhtarın sadece 2’si kadın!
İl ve ilçe bazında 922 belediye var. 41’i kadın belediye başkanına sahip!
129’u devlet, 77’si vakıf olmak üzere 206 üniversitemizde 15 kadın rektör var. Kadın dekan oranı yüzde 3.94!
Kadın profesör oranı yüzde 34, kadın akademisyen oranı yüzde 46. Yani müthiş bir özgüvenle kürsüleri dolduruyoruz, ama idari mekanizmalara getirilmiyoruz. Sağlık sektöründe çalışanların yüzde 60’ı kadın!
200 bine yakın kadın mühendis var!
TSK’da görevli 40 bin subaydan 1400’ü kadın!
300’ü THY’de görevli olan, 700 kadın pilotumuz var!
Sadece İstanbul barosuna kayıtlı 60 bin üyeden 31 bini kadın!
174 bin avukatın 83 bini kadın!
Başta yönetim olmak üzere toplum ve erkekler bizi nerede görmek istiyor?
Ülkemizin ilk kadın diplomatı 1932 yılında dışişleri sınavını kazanan, daha sonra 1959 Lahey, 1961 Belgrad büyükelçisi olan Adile Ayda’dır. Bugün ülkemizi temsil eden 257 büyükelçi var, 64’ü kadın. Kadın büyükelçi oranımız yüzde 27. Zambiya, Tayland, Malezya, Cezayir, Gürcistan büyükelçileri kadın!
5 milyon devlet memuru var, OECD’ye göre kamuda en az kadının çalıştığı ülke Türkiye!
Sağlık sektöründe çalışanların yüzde 60’ını kadınlar oluşturuyor. Hekim göçüne hiç girmiyorum…
Her alanda öncü, örnek ve önder kadınlarımıza yenileri ekleneceğine önlerine set, duvar çekiliyor.
Ülke nüfusunun yüzde 49.9’unu oluşturuyor, tamamını doğuruyoruz. İstihdamda erkeklerin yarısından daha azız. Yönetici kadın oranı yüzde 20!
Gelelim sorulara!
İş güvencemiz var mı? Kadın-erkek eşitliği sağlandı mı? Eşit işe eşit ücret alıyor muyuz? TBMM’de eşitlik sağlandı mı? Eğitimde, iş hayatında, mirasta, okulda, yurtta, evin içinde, toplu ulaşım araçlarında haklarımız güvence altında mı? Bu sorulara da yanıtım maalesef hayırdır…
Ülkemizde “Kadın Hakları” denilince aklımıza “kadınları haklamak”, “kadının hakkı yoktur” çünkü “Hakkı” erkek adıdır gibi garip yakıştırmalar ve yaklaşımlar geldiğinden 5 Aralık’ları ha kutlamışız, ha unutmuşuz ne önemi var? Önemli olan ve geçerli olan “erkek egemen” toplumumuzdaki “erkek duruş” ve erkekçe davranıştır. Meclise zor koşullarda giren kadınlardan çok azı seslerini çıkartabildiklerinde onlara “helal olsun erkek çıktı!” deniliyorsa! Yürekli çıkış yaptıklarında “erkek kadınmış doğrusu!” deniyorsa! Biz öncelikle kadın kimliğinin ne olduğunu kanıtlamak, kadın kimliğimizle var olmanın altını çizmek zorundayız…
Hoş! Yanlı ve yanlış adımlar, erkek egemenliği bu denli güçlü iken bunu başarmak “deveye hendek atlatmaktan” daha zordur! Ama direnmenin tek yolunun dayanışmadan geçtiğini unutmadan, uzatılacak eli beklemeden, söz birliği değil, elbirliği yapalım. Bunun içinde geçmişe uzanalım, bize verilen haklara bakalım, batıdan çok önce edindiğimiz kazanımlarımızı anımsayalım, bugün hangi topraklara, hangi tohumların atıldığını daha iyi değerlendirip, alt metni ve satır aralarını daha iyi okuyalım.
“Bizim sosyal topluluğumuzun başarısızlık nedeni kadınlara gösterilen ilgisizliktir” diyen Büyük Atatürk’ün kadını kafes arkasından kurtarıp, insan olarak, birey olarak toplumsal yaşama kattığı tarihleri unutmayalım.
Kısa etek giydiği, gece sokağa çıktığı, izinsiz baba evine gittiği için kocası tarafından sokakta samuray kılıcıyla, kafasına vurularak öldürülen kadınları! Yine dizilerdeki gibi baktı diye, tayt giydi diye, yemek yapmadı diye, çocuk niye ağladı diye, boşanmak istiyorsun diye, aşkıma cevap vermedin diye yaşamdan koparılan kadınları! Aile içi tacize uğradın diye, parçalanmış ruh haliyle artık yaşamak sana haram diye, gözünün önünde öldürülen çocuğunun acısına katlanamazsın diye öldürülen kadınları! Unutmayalım, unutturmayalım…
Son bir not: “En az 5 çocuk doğur!” talimatının verilmediği 5 Aralık’ları dileyerek yazıyı noktalarken! Türk kadının; toplumsal, siyasal, ekonomik, bürokratik, akademik hayattaki varlığını, dünyayla rekabet edercesine geldiği düzeyi yalnız ve ancak Atatürk’e borçlu olduğunu asla unutmayalım…
Davet notu: Gönüllü Evleri’nin çağrılısı olarak 5 Aralık Salı günü saat 14.00’de Kozzy Konferans Salonu’nda konuşacağım. Yolu düşenleri beklerim…