Altı çizilecek mesajlardan bazılarıyla başlarsak! Gelecek kaygısı, yarın ne olacak sorusu, borcu borçla kapatma sorunu, yeşilin çimentoya dönüşümü, yoğun yaşanan kişisel döngüleri, hele de hesaplı kitaplı siyasi manevraları başa koyalım…
Can yakma maharetlerini şaşkınlıkla ve hayretle izlediğimiz, çok ürkütücü, çok hırslı kötülük yapmak adına sınır tanımayan, iyilik yapmaktan köşe bucak kaçınan, hak hukuk vicdan ve insanlık kavramlarıyla henüz tanışmayan ve habersiz olanların giderek arttığı ülkemiz için kaygı duyalım…
Tüm bunların yanında; cana can katan, yara sarmada, moral vermede, sıcacık gülümsemeleriyle mahir olan, samimiyeti esas alan, özenle seçilmiş sözcükleriyle şifalı ilişikler kuran, mesafesini hep koruyan, dediğim dedik hallerinden arada sırada çıkanları her daim alkışlayalım…
“Kentler akıllı ve akılcı düşünüldükçe yaşar” sözünü, akıllı ve akılcı projelerin hayata geçmesi gerektiğini, güvenliğin yolunun barıştan geçtiğini ve içe en sinecek konuların durmadan ertelendiğini hiç unutmayalım...
DİSK-AR’ın İşsizlik ve İstihdam Raporuna göre çalışabilir 64.5 milyon kişinin sadece 21.4 milyonu kayıtlı ve tam zamanlı olarak istihdamda yer aldığını, yani çalışabilir her 10 kişiden sadece 3’ünün kayıtlı ve tam zamanlı istihdam edildiğini, erkeklerde resmi istihdam oranının yüzde 65.3, kadınlarda bu oranın yüzde 48.5 olarak hesaplandığını aklımızda tutalım…
Son yıllarda önemli olanın simgesel anlamlar yüklenen manidar açılışlar olduğunu, durmadan yeni müjdelere yelken açarak bir süre de olsa halka umut pompalamanın amaçlandığını, zaten bazı seçeneklerin cepte hazır beklediğini ve bu konuda elde edilen başarının, alınan yolun tartışılmaz olduğunu da kabul edelim…
Toplumsal isteklere yansıyan yalın gerçeklere gelince!
Mutlu azınlığa göre önemsiz, aslında çok önemli konuların hemen hemen hepsinin havada ve karşılıksız kaldığını, önemli olanın sadece tabanı değil, herkesi kucaklamak olduğunu, bunun için daha ne kadar bekleneceğini, bize neler düştüğünü iyice düşünelim…
Kızgın ve kırgın kitlelerin arttığı bir iklimde ve ortamda göz yaşartıcı anılara duyulan özlemi, alışmaktan daha doğrusu alıştırılmaktan kaçmamız gerektiğini, yıkılmanın yılmaktan geçtiğini ve bu koşullarda kolay ve mümkün olup olmadığını tartışalım…
Halkın büyük çoğunluğunda başlayan öfkenin, kırgınlığın, kızgınlığın sabırla şükürle nasıl geçiştirildiğini, elde bilimsel veriler olmasına rağmen pek çok konuda yakaladığımız dünya şampiyonluklarının nasıl allanıp pullandığını, gerilimi artırmada kazanılan başarının tartışılmazlığını “pes doğrusu!” diyerek kabul edelim…
Kendini tel örgülerle kapattığı dünyasında gün sayanların, dört duvar arasında sadece kendi gibi olanlarla görüşenlerin, hayalleri yıkılınca başka arayışlara girenlerin ve zorluklarla sınananların yalın ve yalnız dünyasını anlamaya çalışalım…
İhmal ve ihanet şampiyonlarının, ihtiyat, temkin, tedbir kavramlarını unutanların, cevapsız sorulara aldırmayanların, yürekte açılan derin kuyulara boş verenlerin, üzmelere doyamayan dost, akraba ve hısımların, yalnız onların konuştuğu ve yalnızca onlardan konuşulduğu yönetim erbabının sözlerini ve yaptıklarını unutmayalım…
Sözü daha fazla uzatmadan! Toplumsal geçmişimize, tarihi köklerimize, kaybolan emeklerimize bakalım. Sonra da şimdilik bu kadar yeter deyip, bu kadarla yetinip bir başka yazıda da hayallerimizi ele alarak, duyguları nasıl yönetmeli acep deyip derin hayallere dalalım…