Nasıl mı? Özetleyerek sıralamaya çalışalım; Yüzyıl öncesinin o zorlu ve zorlayan koşullarında baş döndürücü bir hızla değişimi sağlayan başta Büyük Atatürk olmak üzere Cumhuriyet kadrolarından baştan ve peşinen özür dileyerek ilerlersek:
Hukuktan eğitime, sağlıktan ekonomiye, kadına şiddetten çocuk işçiliğine, işsizlikten enflasyona ne çok sorunumuz var değil mi? İnsanların geniş anlamda ve pek çok nedenden ötürü yaşamaktan soğuduğu, topluma küstüğü, olup bitenden bıktığı, zamlardan bezdiği, gündemden yorulduğu günümüzde masaya, sütuna yatırılacak ne çok konumuz var değil mi?
Öncelikle yönetimin hayata geçirmeye çalıştıklarıyla, dayattıklarıyla, ben yaptım oldu mantığıyla hem bizim beklentilerimiz, hem de dünyanın ve günümüzün gerçekleri örtüşmüyor bir!
Yine yönetim ve muhalefet tarafından toplumsal yapıyı derinden etkileyen sorunlarla boğuşanlara, yaşadığı ekonomik ve sosyal yetersizlikten ötürü çözüm bulamayanlara, yoğun çaresizlik hissi yaşayanlara elle tutulur çareler üretilmiyor iki!
Sözüm ona gerçekçi, akılcı, eşitlikçi, hümanist ve faydacı davranan batının gözünde hep “öteki” olarak görülen, tarihsel ve kültürel olarak Avrupa tarafından “öteki” olarak kodlanan ülkemiz bu yaftalamalarına karşı onların ellerini güçlendirecek adımlar atıyor, kozlar veriyor üç!
Halka tasarruf genelgesi yayınlayanlar; Açlık sınırının 10 bin TL’yi, yoksulluk sınırının 36 bin TL’yi aştığı ülkemizde! Derin yoksullukla boğuşan dar gelirlinin çarşı pazarı, marketleri müze gibi gezdiği günümüzde! Türkiye Yüzyılını başlatanların emrinde bulunan; sayısız saray, 13 uçak, 3 helikopter, 125 bin makam aracı için de tasarruf çağrısı yapacak mı dört!
Suskun, tutuk, sessiz ve seyirci kalan, birkaç tweet atarak, bir iki göstermelik basın açıklaması yaparak, söylemeyip söylenerek muhalefet yaptığını sananlar bu duruşlarını “Şimdi ve hemen demeden” daha ne kadar sürdürecek beş!
Şimdi sorularla devam edip çuvaldızı kendimize batırma zamanı…
Eğitimden başlarsak! Kısa sürede basamakları hızla atlayarak MEB olan zatın içinde ukde kalan niyetini, hedef şaşırtarak, ipe un sererek, oyalayarak ve politik bir kurnazlıkla dile getirerek anne ve babaların isteği diye açıklaması, sonra da; “Kendimi yanlış ifade ettim. Yanlış anlaşıldım! Öyle demek istemedim. Derdimi anlatamadım!” diye dönüş yapması alıştığımız U dönüşlerinden biri değil mi? Ayrıca bu kadar önemli bir açıklama öncesi bir bakan ön hazırlık yapmaz mı? Daha da önemlisi bakanın asıl görevi 1 milyon 700 bin dolayındaki ilk ve orta öğretim öğrencisinin neden okulda olmadığını araştırmak değil mi?
Karma, bilimsel, laik, eşit eğitimi rayından çıkarıp, harem- selamlık bir eğitim düzeni, kadın- erkek ayrışmasına yol açacak, zemin hazırlayacak projelere geçit verenler; Acaba Laikliğin ne kadar yaşamsal, ne denli önemli, nasıl vazgeçilmez olduğunu bilmez mi?
Ya da bilimsel olarak baktığımızda laik eğitimin, karma eğitimin ne kadar önemli olduğunu, dünyada ne kadar geniş kabul gördüğünü, gelişmiş çağdaş ülkelerde nasıl kök saldığını görmez mi?
Açılımı “Çevreme duyarlıyım, değerlerime sahip çıkıyorum!” gibi kulağa hoş gelen ÇEDES projesiyle amaçlanan; boyun eğmeyen, sorgulayan, soran, araştıran yurttaştan, sorgulamayan, düşünmeyen, her şeye evet diyen bir kuşak yetiştirmekse yıllardır hesaplı kitaplı atılan adımlarla büyük ölçüde başarı elde edilmedi mi?
Kitlesel göçlere bakarsak! Başta Suriyeli, Pakistanlı, Afrikalı, Afgan olmak üzere ülkelerinden göçüp gelenlerin yerleştikleri ülkelerde neden oldukları sorunların; O ülkelerin demografisini, sosyolojisini, ekonomisini, demokrasisini, toplumsal ve kültürel yapısını ne ölçüde tehdit ettiği hesap edilmez mi?
İşyerlerinde karşılaştıkları mobing, şiddet, maaşların azlığı, insanca yaşamdan yoksun olma gibi nedenlerle doktorların ülkemizi terkleri, kariyer sahibi elemanların ülkeden göçü insani bir yıkım değil midir? (Bir süre sonra yurttaşların sağlık çalışanı bulamayacağı yetkililer tarafından açıklanıyor) Yorgun yüzlü, kayıp bakışlı kadınların yüz ifadesine yansıyan ve insana çok şey anlatan çaresizlikleri toplumsal bir sorun olarak görülmez mi?
Hatırlatma notu: Şu anda sosyal medyada dolaşımda olan bir ileti konumuzla yakından ilgili olduğu için paylaşmadan geçemedim. “Arabaya binme! Benzin alma! Tatile gitme! Sigara içme! Ev alma! Et- tavuk yeme! Müzik dinleme! Konsere gitme! Yemeğe çıkma! Kıyafet alma! Alkol alma! Sinemaya gitme! Eğlenme! Köle gibi çalış, vergi ver, evinde uyu, uyan! Kısacası yaşama!” Büyük Atatürk’ün dediği gibi; “Bundan daha elim ve daha vahim ne olabilir?” Üzerinden bir asır geçen cumhuriyetimizin 100.yılına 4 ay kala ülkemizin hali pür melali tam da böyle! Ülkemizi yöneten ve yönetme iddiası olanlara alenen duyurulur…
Kutlama notu: Bu alaca karanlıkta dünyanın en dişli takımlarını yenerek milletler ligi şampiyonu olan, yüzümüzü güldüren, bizi sevince boğan, açıklamalarıyla içimizde umut çiçekleri açtıran, zekâlarıyla, inançlarıyla, enerjileriyle, disiplinleriyle, cesaretleriyle, yetenekleriyle, coşkularıyla evlerimizin ve yüreklerimizin başköşesine yerleşen Filenin Sultanlarına! Madalyalarını Atatürk’ün emaneti olan Cumhuriyetimizin 100. Yılında zorluklar karşısında dimdik duran güçlü ve azimli Türk kadınlarına armağan eden Cumhuriyetin Altın Kadınlarına! Ağız ve gönül dolusu tebrikler, teşekkürler…
Açıklama notu: Kendini her konuda her şeyden sorumlu hisseden aydınların, yazarların, eli kalem tutanların toplu mekânlar, duraklar, otobüsler, trenler bir bakıma laboratuvarı, gözlem alanı, beslendiği kaynaklar değil midir? Evet dediğinizi duyar gibiyim, en azından hayır demediğinizi. O halde iş yine başa düşsün, düşmeli de…