İnsan evini, geçmişini, anılarını, yaşanmışlıkları kaç koliye, kaç torbaya, kaç bavula yerleştirebilir, ya da sığdırabilir?
Yaşam nasıl kazanılıp, nasıl yitirilir? Öncelikler nelerdir, neler ötelenip, neler ertelenip, neler öncelenir? Hayaller ve hedeflerden uzaklaşıldıkça neler hissedilir? Bu ve benzeri sorular son yıllarda derslerin ve eğitimlerin bitiminde en çok karşılaştığım sorulardan sadece bazıları…
Kural, kadro, liyakat, kararlılık, planlama gibi devlet yönetiminin olmazsa olmazlarından uzaklaşıldıkça! Cesaret, enerji, hayal gücü, umutlar her gün azaldıkça! “Benim alanım ekonomi. Netice ortada!” diyerek bir cümlede ülkenin hali pürmelali özetlenince! Soru işaretleriyle dolu, son derece ağır hasarlı ekonomik tabloya bakınca! Önlenemeyen ev kiraları durdurulamayan zamlar, çağ atlayan ülkemiz, cumhuriyet tarihinin en büyük buluşlarına tanıklık eden ülkemizi kıskanmaktan bi hal olan batıyı görünce!
Bitmedi. Biter mi? Altılı masanın tek bir yerde laik sözcüğünün geçmediği 9 ana başlık, 75 alt başlık, 2 bin 300’ü aşkın somut hedefin yer aldığı Mutabakat Metnini iyi okuyunca! Liderlerin gönlündeki, aklındaki, arka planındaki adayların kim olduğuna akıl yorunca! Ormanları katledenlerin değil, koruyanların yargılandığı, yeşil alanlara sahip çıkanlara dava açıldığı sistemi sorgulayınca! Depremin, sellerin hesabı hala verilmeyince! Hiç de yabancı olmadığımız kavgacı siyasi kültürden asla vazgeçilmeyince!
Gelin de hepimize düşen görev ve sorumlulukları sütuna yatırmayın!
Bunun için ne yapmak gerek? Kurumlarıyla, kurallarıyla, gece gündüz demeden çalışmak, bölüşmek, yarınları yine ve yeniden inşa etmek, boğazımızı düğüm düğüm eden, yumruklarımızı sıkmamıza neden olanları sıkı not etmek gerek! Hele de dostane ve hasmane çıkışları hiç unutmamak gerek…
Planlı, programlı, hesaplı, kitaplı adımlar atan kapitalizmin her şeyi bozarken, tüm dengeleri kendi lehine çevirirken sanata indirdiği darbeleri hatırlamak gerek…
Başta Suriyeliler olmak üzere, Iraklı, Afganistanlı, Somalili, Sudanlı, Etiyopyalı 9 milyona yakın sığınmacının verdiği ve vereceği zararı iyi hesap etmek gerek! Enflasyonda savaştaki ülkeleri bile katlayarak dünyada yedinci, Avrupa’da birinci sırada olduğumuzu sık sık gündeme getirmek gerek…
TOBB Başkanının; “Atölyeler BM gibi. Suriyeli, Iraklı, Afgan başta olmak üzere her yerden işçiler var, denetlemek zor. Bunun adı bizim açımızdan kaynak kaybı ve emek göçüdür!” sözünü iyi bellemek gerek…
Suriyeli kadınların doğum hızının 5.3, Türk kadınların 2.3 olduğunu, Antep ve Kilis’te nüfusun yüzde 50 ile yüzde 70’inin Suriyelilerden oluştuğunu, 20 yıl sonra Türkiye’de bu sayının ürkütücü olabileceğini hatırda tutmak gerek…
Beyin göçünün, nitelikli insan göçünün, diplomalı işsizliğin neden olduğu ve olacağı kayıpları iyi bellemek! TTB’nin (Türk Tabipler Birliği) açıklamasına göre 2022 yılında 3 bine yakın doktorun ki (20 tıp fakültesi mezunu sayısı eder) çekip gittiğini iyi bellemek gerek…
Geleceklerini göremeyen, hayal bile kuramayan, her 4 gençten birinin ev genci olduğunu, genç işsizlik oranının geldiği yeri, krizin kaybedeninin kadınlar ve gençler olduğunu! Bu koşullarda ruh, akıl, beden sağlığı ve moral değerlerin yerle bir olduğunu üzülerek de olsa görmek gerek…
Kuşku duymanın, tartışmanın, direnmenin, yakınmanın, sormanın, sorgulamanın, düşünmenin, eleştirmenin, bilgilendirme ve bilinçlendirmenin suçlanma nedeni olduğunu kabullenmek gerek…
Cumhuriyetin çatısı altında sığınacağımız başka limanların olmadığı gerçeğini kabul ederek, Cumhuriyetin çok sağlam temeller üzerine inşa edildiğini asla unutmamak gerek…
Hele de ünlü vatan şairi Tevfik Fikret’in Millet Şarkısında; “Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa/ Hakkında bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır/ Göz yumma güneşten ne kadar nuru kararsa/ Sönmez ebedi her gecenin gündüzü vardır” dizelerini her gün yinelemek gerek…
Not: Yazının başlığı hangisi olmalı diye bir türlü karar veremedim. Sonunda uzun oldu ama tümünü yazdım. Hangisi beğenilirse diyerek…