Bu yazımı 2 bölümlük bir yazı dizisi olarak kurguladım. 20 yıldır aralıksız yazdığım, bir süreden beri yönetimin kadınlara geçtiği “Gerçek Gündem” sitesinin yayın kurulu ne der, Sn. Seyhan Avşar nasıl karşılar bilmiyorum. Ama ben içimden gelenleri, kalemime dökülenleri yazmaya çalıştım. Sabrınıza teşekkür ederek iyi okumalar…
Yazıma başlarken! Mesleğine emek veren, gönül veren, gözdağına göz yummayan, kalemini satmayan, döneme göre pozisyon almayan, basın kariyerine gölge düşürmeyen, yağmurda, çamurda, karda, kışta, dağda, tepede, depremde, savaşta, karlı dağların başında haber kovalayan, sesi ve kalemi gür ve berrak olan basın emekçilerini selamlıyorum.
Okurların merak dürtüsünü daima diri ve uyanık tutan, yazın emekçilerini çok önemsiyor, bu yolu açan, örnek olan, öncü olan İlhan Selçuk’ları, Bekir Coşkun’ları rahmetle, özlemle anıyorum.
Fikri derinlik ve kalem namusu derken akla önce kimler mi gelir?
Fikri derinlik en çok kimlerde olmalıdır ve bu başlıkla kastedilen kimlerdir derseniz? Yanıtı uzun ve kapsamlı olur bu sorunun! Her daim güçlüden yana olarak destekleyenler, yandan- yöreden ayrılmayanlar, sorunları es geçip, bilmezden gelenler, görüp de başını çevirenler desek mi?
Ya da yağan yağmur gibi zamlardan, düşmeyen enflasyondan, işsizlikten, evde ekmek bekleyenlerden, çaresizlik içinde karısıyla kavga eden, bindiği toplu taşıma aracının şoförüyle atışan, çocuklarına bağıran, borç istediği ve alamadığı akrabalarıyla tartışan, pompalıya davrananları haber yaparken yanlı bir dil kullanan gazeteciler desek mi?
Gelelim basının sorumluluğuna…
Basının halkın haber alma özgürlüğüne katkı sağlarken! Ortama hâkim olan sessizliğe ses katması, kullandığı dille, akıl ve alın teri akıtarak yaptığı haberlerle, tercih ettiği beyanlarla, olup biteni yansız bir dille aktarması gerekmez mi? Kesinlikle…
Dahası kendilerinden önce yazılanlar ve yazanlar için, unutulmayanlar için, gözümüzü açan yazılar için, dile- yüreğe yapışıp kalan sözler için büyük ustalara şapka çıkararak ve saygı duruşunda bulunarak, onları unutturmaması gerekmez mi? Kuşkusuz…
Hal böyle iken; Kamuoyunu nasıl boş şeylerle tartıştırırım, nasıl yok yere davalar açarım, nasıl sık sık ekran karartırım, nasıl durmadan ekranlarda boş boş konularda tartışma programları yaptırırım derdine düşen siyasal iktidarın algı yönetimine dur demesi gerekmez mi? Hem de nasıl…
Yine asgari ücretliyi, öğrencilerin barınma ve beslenme sorununu, kadın cinayetlerini, sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti sık sık anlaşılır bir dille yansıtması ve gündemde tutması gerekmez mi? Sizce?
Kabul edelim ki siyasi iktidar; Enflasyonu, işsizliği, gırtlağına kadar borca batanları, evine ekmek götüremeyenleri, ekonomik krizi halkın gözünden nasıl kaçırırım, ülkedeki bütün teraziler bozukken nasıl pembe bir tablo çizdiririm konusunda son derece başarılı olduğunu yıllardır kanıtlarken onun yaptıklarını saklamak niye?
Ortalama 5 çocuğa sahip olan ve ülkelerine dönmeyi hiç düşünmeyen Suriyeli konuklarımız. Ülkemizi mültecilere ev sahipliğinde dünya birincisi yapan özverimiz! Dünya genelinde Suriyeli mültecilerin yüzde 98’ini ülkemizde ağırladığımız ulaşılmaz konukseverliğimiz! Neden sık sık manşet çekilmez?
Bize nur topu gibi dereceler kazandıran başarılarımız…
Yetkililerin yol haritasına bakınca! Dereleri kurutanlara, dağları oyanlara, ormanı yolanlara, ağacı kesenlere, sulak arazileri çalanlara, yeşile düşman olanlara, doğayı çimentoya boğanlara uygulanmayan yasalara bakınca! Bu acımasızlığı yönetim katında duymayanları görünce! Üzerinde ciddiyetle durulup düşünülmesi gereken bu kadar önemli konular varken bu tepkisizlik niye diye sorması gerekenlerini sessizliğine tanık olunca! İnsan yüreğinin taşıyabileceğinden çok daha ağır bir tabloyla yüzleşirken, yazılıp çizilenleri okuyunca!
Okur yorumlarını ve uyarılarını dikkate alan! Yılların habercilik ve yazarlık eleğinden titizlikle ve alnının akıyla çıkan! Soruların ve sorunların peşini bırakmaya niyeti olmayan! Basın emekçilerini gel de alkışlama!
Eli öpülesi Cumhuriyet öğretmenlerinin elinde yoğrulan, önüne hedefler koyan, hayallerinin peşinden koşan, çok çalışan, çok çabalayan, cesaret eden, yılmayan, aşkla öğrenen, heyecanla paylaşanları gel de alkışlama!
Doğduğu yerin, ülkesinin niteliklerini anlamaya çalışan, yöresel değerlerini önemseyen ve önceleyen, yeri geldiğinde kullanabilen, doğduğu toprakların hikâyesini unutmayan, yerel örneklerle bağ kurabilen, bunu yazılarına, konuşmalarına, kitaplarına taşıyanları gel de önemseme!
Ülkemizde gazeteci olmanın, ödünsüz olmanın bile başlı başına bir meydan okuma olduğunu, birden fazla önyargıyla savaşmak zorunda kalındığını, nedensiz yargıları, örülen duvarları, çekilen setleri yıkmak için büyük çaba gerektiğini bilen biri olarak gel de bu çabayı görmezden gel.
Aldırttıkları sinirleriyle yaşam geçidinde yüksek perdeden atanların her daim sınırları zorlayan çıkışlarını gördükçe! Gel de hırpalanarak, çabalayarak bir yerlere gelenlerin emeğini ve çilesini unut!
Kural tanımazlık, vurdumduymazlık, halkı önemsememe, empatiden yoksun olma gibi, yanlı, yanlış ve taraflı uygulamalar alıp başını gitmişken bunları yok sayanların geldiği ve getirildiği yeri görünce gel de saç baş yolma!
İlham veren yazı ve haberleriyle, direnç ve umut aşılayan! Karanlık tünellere dalıp, dibe vurduğunda kendini daha iyi tanıyıp test eden, iç sesinin her zaman doğruyu söylediğine inananların verdiği mücadeleyi gel de unut!
Birinci bölümün bitiminde demem o ki; Israrla ve inatla haber izleyen, haber yaparken kararlı ve dik duran, durmadan, usanmadan, yorulmadan halkın haber alma hakkına umut, güven, huzur vermek için çabalayan ve bu koşullarda bile sakinliğini koruyanları gel de örnek alma!
Not: Yazı dizimin ikinci bölümünü okumak için pazartesi gününü bekleyeceksiniz…