Verdiğim sözün arkasında durarak derya deniz kadın konusunu yazmayı sürdürüyorum. 14 Mart Tıp Bayramı nedeniyle ilk kadın doktorumuz Safiye Ali’yi de yazarak “Kadın” şimdilik noktayı koyacağım…
8 Mart nedeniyle; Kozyatağı’ndan Göztepe’ye, Tarabya’dan Bakırköy’e 4 ayrı yerde konuşmam vardı. Farklı yaş gruplarından, farklı eğitimlerden, farklı disiplinlerden gelen ama ortak paydası başta Büyük Atatürk olmak üzere çağdaşlık, Cumhuriyet, laik eğitim, olan kadınlarla salonlar dar gelen, zaman yetmeyen toplantılarda buluştuk.
Ben konuştum onlar dinledi, onlar konuştu ben öğrendim, sordular yanıt vermeye çalıştım, “nasılsın?” dediğimde susmayan, “ne iş yapıyorsun?” dediğimde yere bakan kadınların sayısının arttığına tanık oldum.
Neler mi konuşup, nelerden mi söz ettik? Özetle şöyle!
TÜİK’in 25-49 yaş grubundaki kadın istihdamının yüzde 28, erkek istihdamının yüzde 90.5 olduğu, enflasyonda dünya beşincisi olduğumuz açıklamasını masaya yatırdık. Ekonomik krizin önce kadınları vurduğunu, yoksulluğun, pahalılığın ve işsizliğin kadının sırtına yük olarak bindiğini, her 5 kadından ancak 1’inin kayıtlı ve tam zamanlı çalıştığını anlattık. Yolda, sokakta, çarşıda, pazarda, evde işyerinde her an, her türlü tacize uğrayan ve güvende olmayanların sayısının giderek arttığından yakındık.
Artık uluorta gülmenin ayıp sayıldığı, yalnızca anne olanların takdir edildiği, erkeklerle konuşurken yere bakmanın makbul sayıldığı, evde oturmanın meşrulaştırıldığı bir ülkede soluk almaya çalıştığımızdan örnekler vererek söz ettik.
Peyniri gramla, meyveyi sayıyla alan, eti- balığı unutan, olmayan malzemeyle yemek yapmaya çalışan, sahiciliğin, samimiyetin, doğallığın, karşılıksız sevginin, özverinin, yalınlığın türkülerini çığırırken nereden nereye geldiğimizin örneklerini sıraladık.
Yaşadığı acıyı bilen, yaşanacak olanları hisseden, yeri geldiğinde acıları dindiren bir merheme dönüşen, yol gösteren, sıkıntılara iyi gelecek reçeteleri olan ve bunu duygu selleriyle sergileyen annelerimizi özlemle andık.
Uyumakta olan ruhları uyandıran, kalıpları kıran, kalpleri fetheden, dokunduğu her şeye hayat ve büyü katan, akıcı, dolaysız, kalem ve kelam kıvraklığıyla şiirsel bir dille içinden geçenleri yazıya-söze döken yazarlarımızı hatırladık, hatırlattık.
“Ölmüşse bir kadın ölmüş, ne var bunda büyütecek, o da o saatte sokakta olmasaydı!” denilen! Erkeğe toz kondurulmayan geleneksel yapımız içinde devletin ve yasaların umurunda olmayan! Erkekle eşit olmadığı için öldürülmesi doğal karşılanan! “Koca bu döver de sever de, aile kutsaldır, gelinlikle çıktın kefenle dönersin, iki tokatla yuva mı yıkılır?” sözlerine muhatap olmaya alıştırıldığımızı ve buna karşı çıkmamız gerektiğini dillendirdik.
Defterlerimize ve beyinlerimize neleri mi not ettik?
Herhangi bir ülkede bir hemcinsimiz öldürüldüğünde hepimiz öldürülmüşüz gibi yas tutan, anne, kardeş, evlat, gelin, nine, hala, teyze, yenge olan, “çilenin coğrafyasının olmadığını” iyi bilen, bazen bulut bazen rüzgâr olan kadınlar olduğumuz artık anlaşılsın- anlasınlar istedik.
Gelişmiş batıdan çok daha önce; Yani Fransa, Belçika, Yunanistan, İsviçre ve İtalya’dan yıllarca önce; 1924 Devrim Yasalarıyla, 1926 Medeni Kanunla, 1930 Muhtarlık, 1933 Yerel Yönetimler, 1934 yılında Seçme ve Seçilme hakkını veren Büyük Atatürk’ün bizler için yaptıklarını anlamak istemeyenlere sık sık anımsatalım. 1920’lerde Medeni Yasayla erkeklerle eşit haklara kavuştuğumuzun farkında olmayanlara daha sık hatırlatalım dedik…
Kadın- erkek eşitliğini sonuna kadar savunanların, Atatürk’ün kadın devrimine sahip çıkanların, Cumhuriyetin bir kadın devrimi olduğunun bilincinde olanların, Atatürk ve laik cumhuriyet ilkelerine sıkı sıkıya yapışanların sayısı artmalı diye haykırdık.
Kadını yok sayan, eğitimini gereksiz gören, kendi fikirlerini dayatan, tehditle, baskıyla, gözdağıyla, hoyratlıkla ben yaptım oldu diyen ve yıllardır yaptıklarıyla insanların yüzündeki gülümsemeyi silenleri, gençlerin hayallerini yerle bir edenleri not ettiğimizi anlattık.
Güçlü kadın, güçlü gelecek vurgusuyla salondan ayrıldık…
Sıradan olayların bütün hafta boyunca manşetlere taşındığı buna karşılık, kadınların her gün öldürülmesinin haber değeri yokmuş gibi kanıksandığı, 3. sayfa haberi olarak görüldüğü, katili haklı çıkarırcasına bir dil kullanıldığı ülkemizde; bu konunun çözülene kadar sürekli gündemde tutulması gerektiğinin altını çizdik.
8 Mart 2023- 8 Mart 2024 arasında 338 kadının yakınındaki erkekler tarafından öldürüldüğünü, “Ya benimsin ya toprağın!” “Tapun elime geçti sen artık benim kölemsin!” “Karım yemek yapmıyordu, öldürdüm!” gibi sözlerle dayak, işkence, kavga, bıçaklama, şişleme, samuray bıçağıyla doğrama, ağır baskı uygulama, korku altında yaşatma, ailesini ortadan kaldırma, gibi tüm yolları kendine hak görenlerin kişisel ve kamu vicdanına taşınmasını talep ettik…
“Yok, balkondan düştü, yok kaynar su döküldü, yok kaza oldu, öldürme gibi bir niyetim yoktu!” gibi bahanelere sığınmanın hafifletici neden olamayacağını, olmaması gerektiğini, kadın sorununun ve kadın cinayetlerinin toplumun sorunu olduğunu vurguladık.
BM’nin bu yıl 8 Mart’ı “Kadınlara yatırım yapın, ilerlemeyi hızlandırın” temasıyla kutlamasının çok yerinde olduğunu, ülkemizin bu temadan esinlenerek “Kadının yeri evidir!” demekten kurtulması gerektiğini hatırlattık. Her çeşit hayali kurabileceğimizi, hedef koyarsak ve kararlı olursak hayallerimizi gerçekleştirebileceğimizin mümkün olacağını söyledik. Sürenin sonuna geldik ama anlatacaklarımızın ve paylaşacaklarımızın sonuna gelemedik. Bu tür buluşmaların çok güzel, çok anlamlı, çok değerli olduğuna, “ben de varım, yerine ben varım!” dememiz gerektiğine karar verdik.
Özetle! Bilimden sanata, siyasetten eğitime kadınları daha mutlu, daha özgür, daha eşit, kavga ve çatışma ikliminden uzak görmek istediğimizi! Sorunları az, sorumluları çok bir ülke hayalimizi koruduğumuzun altını çizerek! Anlatamadığı dertleri yük olup omuzuna binen kadınların azalmasını dileyerek! Kadınıyla erkeğiyle daha çok güç birliği ve dayanışma, daha çok mücadele sözü vererek! Sistematik baskı ve eril dilin bitmesini özellikle talep ederek birbirimize veda ettik…