Geçen yazımda sağlıktan kadın cinayetlerine, ekonomiden eğitime bunca sorun varken başka konuları yazmak zordur ve zorluyor demiştim. Bugün sözümde duruyor ve eğitim sorunumuzu sütuna yatırıyorum.
Ancak tam da burada kayıt düşmek adına bir sorum var? Neden müzikten, sinemadan, tiyatrodan, konserden, kitaplardan, sergilerden söz edemiyoruz? Neden durmadan konuları başa sara sara ilerlemek zorunda kalıyoruz? Buna yanıtım ne yazık ki yok! Ama Cumhuriyetin imkânlarıyla bir baltaya sap olan biri olarak yazıp, konuşup, paylaşıp borcumu ödemek gibi bir gerekçem ve sorumluluğum daima var…
Ülkemizde 75 bin okul, 17 milyon öğrenci, 1 milyon öğretmen var. Bu arada yönetim yıllar önce 243 köy okulunu kapatarak 6- 14 yaş arası çocukları köy ve kasabalarda kaderine terk etti…
Kreşte olması gereken 4-6 yaş arası çocukların cami etkinliklerine götürülmesi (ağzında emzik bile olan varmış) ailelerde tedirginlik yaratmaya başladı…
Ortaöğretimde 1 milyon öğrencinin artan yoksulluk nedeniyle azaldığı MEB’in istatistiklerinde açıklandı. Bu sonucu sistemin çöküşü olarak mı, bakanın başarısızlığı olarak mı okumalıyız?
Eğitimde bilimdışı uygulamalar ve liyakatsiz atamalar sonucu iyi liselerden mezun olanların yurtdışına gidişinin çığ gibi artmasını, öğrencilerin yüzde 80- 90’ının yurtdışında eğitim görmek istemesini, gidenlerin yüzde 30’unun geri dönmeyişini beyin göçü ve gelecek kaygısı adına yaratılan iklime mi bağlamalıyız?
Yönetim kendinden önce 71 olan üniversite sayısını temelsiz, hesapsız, kitapsız, “ben yaptım oldu!” mantığıyla 131'i devlet, 78'i vakıf üniversitesi olmak üzere 209’a çıkardı. Gerçeklere bakınca bunca üniversiteye gerek var mıydı sorusunun yanıtı ortada! Öğrenci yok, akademik kadro yok, alt yapı, kütüphane, yurt, laboratuvar yok ama ne var? “Biz üniversite sayısını 209’ye çıkardık!” şeklinde ülkede ve dünyada böbürlenerek söylenen sözler var…
Anlamak zor da olsa gelelim işin arka planına...
Ardahan Üniversitesinde 15 profesör var, kadronun 244’ü boş.
Bartın Üniversitesinde 289 hoca eksiği var.
Bayburt Üniversitesinde 62 Prof. kadrosunun 46’sı boş.
Düzce Üniversitesinde 472 akademisyen kadrosu boş.
Erzurum Teknik Üniversitesinde 138 Prof.- 790 akademisyen kadrosu boş.
Bunun adı şeklen olmasa da fabrikasyon veya prefabrik ya da gecekondu, hatta apartman üniversite mantığının doğuya kadar uzanması mıdır?
Ankara’da 133 zabıta alınacak kadroya 4 bin genç başvurdu. Aralarında 796 mühendis, 100 hukukçu, siyasal mezunu, öğretmen, psikolog, veteriner, gazeteci, mimar, uluslararası ilişkiler mezunları var. Başvuruların bu gidişle 10 bini aşacağı söyleniyor. Yani hayaller mühendislik, gerçekler zabıta mı demek bu?
Barınma ve açlık en temel sorun!
5 yılda 615 bin kişinin üniversiteyi bıraktığı bilinirken, barınamayan, beslenemeyen, eğitim masraflarını karşılamayan, yurtdışına gitmenin yollarını arayan gençlerin yüzde 81’i gelecekten kaygı duyduğunu söylüyorken üniversite sayısını bine çıkarsanız ne olur? 1 yılda 3 bin hekimin gittiği bilinirken, 70 bin doktor açığı varken, hekim göçünü önlemek için hiçbir adım atılmazken hastane kuyrukları nasıl azalacak, üniversitelerde ders verecek hoca nasıl bulunacak sorusu gündemde tazeliğini korumuyor mu?
72 saatte 6 hastanede hasta ve hasta yakınları tarafından darp edilen ve can güvenliği olmayan, yoğun stres altında çalışan, şiddete uğrayan, fiziksel ve ruhsal açıdan tükenen hekimler bu moralle nasıl hasta bakar? Ya da daha ne kadar tahammül eder? Sağlık kurumlarında her gün en az 30 sözlü veya fiziksel şiddet vakası cezasızlık kültürüyle normalleştirmenin sonucu değil midir?
Bu arada üniversitelerimizde 300 bine yakın yabancı öğrenci var, yakında ülkelerine mühendis doktor olarak dönecek, ülkelerinin refahına katkıda bulunacaklar. Onlara sağladığımız olanakları kendi öğrencilerimize de sağlıyor muyuz?
Politik iklim ortamı gerdikçe, medeni bilinç giderek yerini suskunluğa terk ettikçe, dar görüş açısı ve taraflı bakış ufukları daralttıkça, direkt ilgisi olmasa da dolaylı ilgisi olan sorunlar ülkemizin bugünkü siyasi fotoğrafı. Her alanda ve her anlamda gelinen bu ürkütücü siyasi tablo sessizlikle, görmezlikle geçiştirilse de…
Tam da burada gel de Cumhuriyetin efsane Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin sözlerini anma, alkışlama!
Dönemin efsane Mustafa Necati yıllar önce Gazi Eğitim Enstitüsü’nün kurulmasına “para yok!” diyen, karşı çıkan Maliye Bakanı'na şöyle der; “Ben maarif vekiliyim, vazifem mektep açmaktır, yapamazsan ayrılırım, yapabilen gelir. Siz maliye vekilisiniz, vazifeniz buna para bulmaktır, bulamazsanız, ayrılırsınız, yeriniz bulabilen gelir!” Dağa taşa yazılası ve örnek alınası bir yanıt değil mi?
Özetle! Ülkelerin sigortası ve geleceği olan gençler sokaklarda gözyaşları içinde haklarını ararken, göz yaşartıcı bombalara maruz kalıyorsa, duygusal dünyamız paramparça olmuşsa, ozanlara, şiirlere, dostluklara, yazarlara, gerçek devlet adamlarına sığınmaktan başka yol mu kaldı?