Başlıktaki söz Atatürk’ün efsane Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin Cumhuriyetin ilk yıllarında Kırşehir valisine çektiği telgraftan! Eğitim ordusunun geldiği, getirildiği ve götürülmek istendiği yeri bu telgraftan daha iyi ne anlatabilir?
Pek çok yazımda yinelediğim gibi Başöğretmen Atatürk’ün 1928’de Bursa’da öğretmenlere; “Yalnız siz öğretmenler! Ölen ve öldüren birinci orduya niçin ölüp neden öldürdüğünü anlatan ikinci bir ordunun mensuplarısınız!” şeklindeki hitabına bakınca öğretmene verilen değeri, gösterilen ilgiyi, layık görülen ücreti bu sözden daha net ne anlatabilir?
1920’li yıllarda Büyük Atatürk’ün önünde kupkuru bir çöl varken; “Ülkeyi hangi askerle, hangi silahla, hangi parayla nasıl kurtaracaksın, bunu nasıl başaracaksın?” diyenlere çok net bir cevap sayılan, Sosyoloji, Mantık, Felsefe kitapları yazan bakanları hatırlayınca! Güne dönüp eğitimcilerin fiziksel, duygusal, çevresel, bilimsel sorunlarını görünce! Duygu ve düşünceler geçmiş gelecek bağlantısı kurularak minnetle anmanın dışında nasıl anlatılabilir?
Öncelikle yaktığı ateşle yüreklerimizi ısıtan ve ışıtan, her derde deva olan öğretileriyle bize önce bilgi, sonra duruş kazandıran BAŞÖĞRETMEN ATATÜRK’Ü bir kez daha minnetle, saygıyla, özlemle anmak isterim…
Her kademede kuşağımızı eğiten, her konudaki duyarlılıklarıyla farkındalık yaratan, yüreğimde ve anılarımdaki yerleri çok derinlerde olan, izlerini yollara, yıllara yayarken, onlara ait tüm anıları yüreğimin toplumsal güzellikler müzesinin en orta yerinde taptaze sakladığım, dokundukça gözlerimi dolduran, kuşağımın eğitim mimarları olan hocalarımı vefa ve minnetle selamlamak isterim…
Cumhuriyet bilincini ve Atatürk sevgisini kutsal ve ulusal bir emanet gibi taşıyan, ülkemizin geleceği olan çocuklarımızı eğitmek için her zorluğa katlanan tüm öğretmenlerimizi sevgiyle, saygıyla selamlamak isterim
Kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde, karda- kışta- yağmurda- çamurda kapanan yolda, akmayan suda, okulunu boyayan, sobasını yakan, sırasını tamir eden hizmet sevdalısı eğitim emekçilerini aydınlığa attıkları yürekli adımlar için kutlamak isterim…
Okulsuz öğretmenleri, öğretmensiz okulları hatırlayıp, dere tepe aşarak, kar kış demeden yollara düşen öğrencileri düşünürken! Bizim hiç unutamadığımız, bizleri hiç unutmayan Köy Enstitüsü ruhuyla mesleği sürdüren, “şefkat, merhamet, sabır, sevgi, saygı, hoşgörü, özveri, vefa, sorumluluk” kavramlarının ilk adresi eğitimcileri minnetle anmak isterim…
Geçirdiği kaza sonucu bastonla yürüdüğü için öğretmenlik hakkı elinden alınan; “Öğretmenlik benim hayatımdır, hayatım çalınmış gibi, sınıfımı geri verin!” diye dilekçe yazan öğretmen Filiz Atacan’ı yoğun duygularla hatırlatmak isterim…
“Bütün matematik sorularını hemen çözüyorum. Ancak bu maaşla çocuklarımı okutmak, kirayı denkleştirmek, mutfağa yetişmek, aile bütçesini dengelemek, önüme gelen ve çözemediğim en zor problem. Yazın fındıkta çalışıp, kışın pazarlarda kazak satıyorum. Ama ailecek dışarda bir yemeğe, bir tiyatroya gitmişliğimiz yoktur” diyen matematik öğretmeni Yaşar Berberoğlu’na “haklısınız hocam!” demek isterim…
İstanbul Kartal’da özel bir okulda Biyoloji öğretmeni olarak çalışan ve tahta başında kalp krizi geçirerek yığılıp kalan, kendisini hastaneye götüren arkadaşlarına; “Ders yarım kaldı, hastane çıkışı tamamlarım artık!” diyen 25 yaşındaki Atalay öğretmenin bu yürek burkan sözlerini meslek aşkı ve iş disiplini olarak gördüğümü belirtmek isterim…
Gaziantep’te çalıştığı okulda yönetimin baskılarına dayanamayarak ölümü seçen Saadet Öğretmeni ve atanamadığı için intihar eden ve 10 yılda sayıları 300’ü bulan eğitimcileri, “benim için okul 6 saat değil, 24 saattir diyen öğretmenleri bir kez daha anmak isterim…
Okulları açık olmadığı halde her gün önlüklerini giyinip, çantalarını alarak okullarının önüne gelen; “Belki bizi görünce okulumuz açılır diyen” Siverekli öğrencilere! Biliyor musunuz? Bu davranışınızla beni çok duygulandırırdınız demek isterim…
Ataması yapılmayan öğretmenlerin hayal kırıklıklarını, sözleşmeli öğretmenlerin çilesini, ücretli öğretmenlerin çektiklerini görünce; Eğitim gerçeğimizi yazmak “hüner” (!) işi, öğretmen gerçeğimizi bir köşe yazısına sığdırmak da çok zormuş demek isterim…
Dönelim dönemimin yol haritasına…
Eğitim hayatım boyunca; iz bırakan, yol çizen, yön veren, hedef belirleyen, örnek olan hocalarımı, bazılarının sadece öğretmenliğine değil; insanlığına, duruşuna, tavrına, aydınlığına, zarafetine, şıklığına, alt yapısına, entelektüel birikimine de hayran olduğum öğretmenlerimi, yaktığı ışıktan faydalanırken, hem sevdiğim, hem saydığım, hem de çekindiğim eğitim emekçilerini minnetle selamlamak isterim…
Duruşuyla, bilgisiyle, dış görünüşüyle yüreğe dokunan; bizleri ülkemizin tarihsel, kültürel, toplumsal, sanatsal, siyasal gerçekleriyle buluşturan öğretmenleri, cebine tebeşirini, sırtına kara tahtayı alıp kahve kahve dolaşarak halka okuma yazma öğreten Atatürk ve Cumhuriyet öğretmenlerini özlediğimi vurgulamak isterim…
Çağdaş eğitimin temellerini atan, yüreklere kök salan, mührünü dağa taşa basan, halkına yol gösteren ilkelerin ardındaki adres olan BAŞÖĞRETMEN başta olmak üzere o zorlu koşullarda karınca gibi çalışan, zorluklarla boğuşan, kurucu, yapıcı, emekçi, olan, desteğini bilgisini esirgemeyen hocalarımı hiç unutmadım demek isterim.,,
Büyük umutlarla öğretmen olan; “Rüyalarımda hep öğretmenim, tahta başında ders anlatıyorum, yıllardır atama bekliyorum. İdealim kalmadı. Ne iş olursa yaparım, duvarda asılı olan diplomam bana, ben ona bakıyorum. Yeter ki iş bulabileyim, ailemin eline bakmayayım.” Diyen öğretmeni duyunca ve bu sayı giderek artınca MEB ne yapar diye sormak isterim…
ÇEDES projesi, değerler eğitimi, kızlı- erkekli eğitime karşı çıkma, derslere danışman girmesi, 20 yılda 10 kez değişen MEB, sık sık yerle bir edilen müfredatı ve akla zarar uygulamaları görünce plan tıkır tıkır işliyor demek isterim…
Öğretmensiz okullardaki öğrencileri umutsuz, okulsuz öğretmenlerin ruh halini ve güncel deyimle “değerli yalnızlıkları” içinde mutsuz, isteksiz, yorgun, kırgın eğitim ordusunu, sistemdeki yanlı ve yanlış uygulamaları, akıllı ve akılcı politikaların rafa kaldırılmasını, günü kurtaran, tabanı gözeten, sistemi yerle bir eden yenilikleri(!) gördükçe daha alınacak çok yol olduğunu söylemek isterim…
Son olarak 1923 yılında Mustafa Kemal’e; “Paşam! Vekil maaşlarını düzenleyeceğiz. Ne kadar verelim?” şeklindeki soruya, Paşanın; “Öğretmen maaşlarını geçmesin!” şeklindeki net, kısa ve ibret verici cevabını bir kez daha paylaşmak isterim…
Bu koşullarda 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutlamak mı? Nasıl yani diyerek kutlu olsun…