Bu yazıyı Anneler Günü nedeniyle 1 gün gecikmeli bir yazı mı sayarsınız? Her daim içimizde asılı kalan annelerimize bir selam mı kabul edersiniz? Geçmişin, çocukluğun ve özlemi çekilen annelerin adreslerinde dolaşarak iz sürmek mi dersiniz? Her şeyi gören, anlayan, kavrayan, hisseden annelerimize bir özlem mektubu olarak mı okursunuz? O size kalmış!
İyisi mi siz düşünürken ben de dünyanın ve ülkemizin anne coğrafyasında dolaşmaya çıkayım. Özel ve özlü sözlere göre; evlatları uzakta olan anneler için geceler bitmez ya! Evlatlara karşı pek çok şeyimiz sınırlı da olsa sevgimiz sonsuzdur ya! Ne kadar büyürse büyüsün çocuklarımız bizim için hiç büyümez ya! Hiçbir zaman dilimi annelerin çocuklarıyla olan sohbetine yetmez ya! Tam burada Thomas Mann devreye girip; “Dünyada iki sözcük vardır ki onu söylediğinizde yüze kocaman bir gülümseme yayılır. Anne ve evlat!” der ya! İşte öyle bir şey…
Aslına bakarsanız ortada yanıt bekleyen bir soru var. Daha çok anneyle birlikte akla gelen bir soru. Ev nedir sorusu? Ev sandığımız gibi sadece dört duvar ve bir çatıdan oluşan sınırlı bir yapı mıdır, yoksa anlam veya kavram mıdır? Daha da uzatırsak bir hayal midir, bir ideal midir, ya da tüm bunların önünde bireylerin oluşturduğu bir yuva mıdır? Benzetmeler ve sorular uzatılabilir…
Kadın yazılır anne okunur, ev yazılır yuva okunur…
Okur olarak sizin yanıtınız ne olur bilmiyorum ama ben eve yuva diyenlerdenim! Yüzünün her çizgisinde, yaptığı işin, harcadığı emeğin, gösterdiği özverinin binlerce çizgisini taşıyan annelerin lokomotif olduğu yuvalar derim…
Bize hayat veren, sevinci, hüznü, direnci umudu birlikte yaşadığımız, anıları önünde derin bir saygı, tarifsiz bir minnet ve özlemle eğildiğimiz annelerimizin eliyle emeğiyle oluşturduğu yuvalar derim…
Güzel insanların, özel kadınların, eli öpülesi öğretmenlerin, mükemmel annelerin dişiyle tırnağıyla kotardığı sıcacık yuvalar derim…
Kabul etmek yerine, inkâr etmeyi seçen, itiraftan çok, inkâra meyilli toplumumuzda çileyi hep göğüsleyen kadınların, emeği ekmeğe dönüştüren kocaman yürekli kadınların sığınakları olan yuvalar derim…
Çocuklarını kayıtsız- şartsız seven annelerin, farklı yaşlardan, farklı birikimlerden, farklı mesleklerden, farklı deneyimlerden gelse de ortak yanı ve özelliği özveri olanların oluşturduğu sakin limanlar derim…
“Benim anam var ve ben bir anayım” deyip her zorluğa dayanan annelerin, yaşamını almak değil, vermek üzerine kurgulayan annelerin, kırılsa da, çaresiz kalsa da, içi cam kırıklarıyla dolsa da canımıza can katan annelerin ayakta tuttuğu yuvalar derim…
Özveri, çalışkanlık, evlat sevgisi, deyince ilk akla gelen, durmayı, koşmayı, güçlü olmayı, sakin olmayı, dik durmayı, cesareti öğreten annelerin, bir ayağı evinde, diğer ayağı işinde, öbür ayağı toplantıda, bir başka ayağı alışverişte, tüm ayaklarıyla çocuklarının yanında duran annelerin özverisiyle ayakta duran yuvalar derim…
Bize bazen derin ah’lar, bazen de derin oh’lar çektiren annelerimizin, saçımızı okşayan, sırtımızı bir kaya gibi dayadığımız, güçlü, heybetli, koruyan, kollayan babalarımızın el ele oluşturduğu yuvalar derim…
Her derdimize derman olan, her acımızı hafifleten, çeyizimizdeki ilk oyaları, bebeğimizin hırka ve patiklerini ören, her dara düştüğümüzde yüzümüzü ak eden annelerimizin sıcaklığını yansıtan yuvalar derim…
Küçükken onlar bizi sakınıp, savunup, koruyup, kollarken, yaşlandıklarında bu görevleri biz evlatların üstlendiği anılar yumağı derim. Günün birinde her derde deva olan anneler çekip gidince de geride kalan boş evler derim…
Bu yazıyı duygu selleriyle yazarken aklıma gelenler mi?
Sıkıştırılan ve gerilen toplumun en çok zarar gören kesimi anneler- kadınlar değil midir? Üzerimize kara perde indirilmeye çalışıldığında en ağır faturayı ödeyen anneler- kadınlar değil midir? Acı veren tecrübelerden geçen, işsiz aşsız kalan, ama dayatılanı değil, aklına eseni yapan, bazen de enginlere sığmadan engelleri aşan yine anneler- kadınlar değil midir? Aslında gerçeğin peşinden gitmenin örneğini veren, cesaretin ipuçlarını yakalamanın sonuçlarına katlanan, azmin cinsiyeti olmaz diyen anneler- kadınlar değil midir?
Demem o ki; “Kadın varsa imkânsız yoktur” demeyi öğrenelim. Sevinince de, üzülünce de ağlayanlar olarak başarıya ulaşmamızın “inanmak ve yere sağlam basmak” gibi iki şeye bağlı olduğunu hiç unutmayalım…
Önemli not: Anneler Gününde annelerin pek çoğunun çocuklarından çiçek ya da hediye yerine eve erzak almalarını istediklerini, “çünkü çiçek, elektronik eşya, kıyafet karın doyurmuyor, kıyma et, deterjan alın” dediğini gözlerimiz dolarak hatırlayalım…
Bitirme notu: Yazımı George Eliot’ın; “Anneler, çocuklarının hayatında kitap gibidir. Diğer her şey unutulur, ama annelerin öğrettikleri kalır.” sözüyle noktalıyor, Anneler Günümüzü sağlık, esenlik dileklerimle kutluyorum…