Önümüzde yaraları sarmak, olup biteni unutmak, yenir yutulur olmayan sözleri sindirmek için çok uzun bir süre var. O nedenle “mutlaka, kesinlikle, ille de, tartışmasız” diye dayatılanları bir an için unutarak, “gelenek, nezaket, itibar, liyakat” gibi bize artık çok uzak olan ama olması gerekenleri hatırlayarak bir yazılık bu kısır döngüden uzaklaşalım mı?
Neden derseniz? Ben bu yazıyı pek çok şey gündemimizi gereksiz yere meşgul ettiği için yazdım. Pek çok konu aklımızda yer ettiği için, aklımızda tutmamız gerektiği için yazdım. Bellek denilen alan hepimizin sığındığı ev olduğu için yazdım. İhanet, güvensizlik, verilen sözden caymak artık hayatın normalleri olduğu için ama olmaması gerektiği için yazdım. Bazı şeyler unutulmasın, hesap sorulsun, hafızalarda yer etsin diye yazdım…
Niçin derseniz? Karnesi kırıklarla dolu olanlar, bahane ve mazeret bulmada rakipsiz, izah ederken sessiz olanlar! Yazılanları ola ki okurlarsa buna kıssadan hisse mi derler, kulağımıza küpe olmalı diye mi düşünürler? Bilinmez. Bilinen o ki ben bu yazıyı her şeyi gören ve görmesi gerekenlerin yorumuna bıraktığım için yazdım…
Nasıl derseniz? 8 Mart’ta anayasal haklarını kullanarak sokağa çıkan kadınları TOMA, bariyer, polis, biber gazıyla karşılamak nedir? Bu kadar engel, gözdağı, yok sayma, yürüyüşleri yasaklama, İstanbul Sözleşmesi’nden çıktıktan sonra 603 kadının daha öldürülmesi, son 21 yılda 8 bine yakın kadının cinayete kurban gitmesi yetmedi mi? Hele de kadınları koruyan yasa olan 6284’ü seçim arifesinde gündeme getirmek neyin nesidir diye sormak için yazdım…
Niye derseniz? İran’da çoğunlukla kız çocukların okuduğu okullarda yaşanan, toplu zehirlenmelere yol açan ve 5 bin çocuğu etkileyen hesaplı kitaplı adımları unutmayalım diye yazdım. Güç kazanan kadınları korkutmayı amaçlayan, yönetimin kadınlara gözdağı sayılan ve Mahsa Amini eylemleriyle güçlenen ve rejime meydan okuyan İranlı hemcinslerimizin başına gelenleri bir kez daha hatırlayalım diye yazdım…
Yine Rusya’da savaşa karşı olan kadınların sokağa dökülmesini, evrensel dayanışma gösteren tüm kadınların yürekli çıkışlarını unutmayalım diye yazdım…
Ülkemizde eşitlikte, güvencede, istihdamda kadını yok sayan, yönetici oranı yüzde 20, cinsiyet eşitsizliğindeki sırası 124 olan, Arabistan’la aynı ligde sayılan, işsizlik oranı yüzde 50 olan, hakları aşındırılan kadınları görmeyenlere; Sanmıyorum ama bu konuda vicdani ve insani bir muhasebe yaparlar mı diye merak ettiğim için yazdım…
Soruların cevabı yok ki!
“Biliyor musunuz/ Çekin kadınları yeryüzünden/ Geriye savaş kalır, vahşet kalır” diyen Fatma Gümüş’e haklısınız demek için yazdım…
Fikren savunduklarını fiilen hayata geçirmeyenlere! Yaklaşık 900 ilaca erişilemediğini, Bakan Koca’nın “krizin nedeni hasta sayısındaki artıştır” dediğini, Antibiyotik, diyabet, kolestrol, kanser, demans, tansiyon, kulak göz burun damlaları, antidepresanlar ve ağrı kesici ilaçların piyasada zor bulunduğunu Sn. Bakanın bu konuda ne düşündüğünü merak ettiğim için yazdım…
İbn-i Sina’nın; “İlim ve sanat iltifat görmediği ülkeyi terk eder” sözünü yok sayanları! Pozitif bilime sırt çevirenleri! “Siyaseten doğruculuk, tedavisi çok zor bir hastalıktır” sözüne inanmayanları! Görmeyen, fark etmeyen, kuşkulanmayan kader planını önceleyen, gelişimi, değişimi, başkalaşımı gerilime dönüştüren ve ondan medet umarak beslenen ve kara bahtımızın kem talihimizin mimarlarını unutmamak için yazdım…
Ekonominin krizde olduğu, enflasyonun dizginlenemediği, işsizliğin düşürülemediği ülkemizde hala 70 bin Euro’ya at alanlara bu nasıl bir israf ve görmezden gelmedir diye hatırlatmak için yazdım…
Özellikle de! Küçük mezarların başında yaşanan büyük acılar için, solup giden hayatlar için, geride kalan anılar için, gerçekleşmeyen hayaller için üzerine emzik, balon, oyuncak, bebek, bisküvi, meyve suyu, mont, battaniye konulan ve yüreği kavrayıp bırakmayan bu görüntüler için ne derler, ne düşünürler sorulsun diye yazdım…
Özetle niye mi yazdım? Üzgünüm, üzgünüz. Öfkeliyim, öfkeliyiz demek için yazdım. (Yazımı bitirince şöyle bir düşündüm. Bu yazı ancak dizi olur dedim, devamını bir başka yazıya erteleyerek)
Sırada üç kutlama iletim var. Yazı günüm olmadığı için gecikmeli ya da erken kutluyorum.
14 Mart Tıp Bayramı! Soruyla başlarsam siz söyleyin! Çok sancılı, çok zor, çok yorucu, heyecanlı, gelgitli, iniş çıkışlı, nöbetli, bir eğitim sürecinden geçen bir başka meslek dalı var mı? Yaşam boyu öğrenmeyi, araştırmayı, yenilikleri takip etmeyi gerektiren başka bir meslek var mı? Sorumluluk yükü ağır olan, bakışlarında umut aranan, elleri ve sözleri mucizeler yaratan başka bir disiplin var mı?
Yanıtınız evetse! Mesleğine; yüreğini, deneyimini, aşkını, sevdasını, bilgisini, birikimini, deneyimini, emeğini koyan tüm hekimlerin, kapanmaz vicdan yaraları taşımadan hekimlik yapan tüm doktorların 14 Mart Tıp Bayramı kutlu olsun…
16 Mart öğretmen okullarının kuruluşunun 175. Yılı! “Bağımsızlık benim karakterimdir!” diyen başöğretmen Büyük Atatürk’ün insan onurunu, bağımsızlık savaşını, Anadolu aydınlanmasını, Cumhuriyet devrimlerini içinde barındıran ve Köy Enstitülerinin devamı sayılan Öğretmen Okullarından mezun olan ve dopdolu bir içerikle karanlıkla savaşmayı göze alan tüm öğretmenlerin kuruluş günü kutlu olsun…
18 Mart Çanakkale Zaferi’nin 108. Yılı! Mustafa Kemal Paşa önderliğinde tekniğin kan ve ateş sınavında denendiği! Mehmetçiğin toprağına eliyle, ayağıyla, tırnağıyla sarıldığı! “Geçiyorum” diyenlere “geçemezsin” dediği! Tarihte eşine az rastlanan bir iradenin ve kahramanlığın göstergesi olan ve Milli Mücadele’nin önsözü sayılan Çanakkale Zaferi’nin 108. Yılı kutlu olsun…