İlkokuldan üniversiteye kadar öğrencilik yıllarımda olsun, eğitimci ve yönetici olarak çalıştığım kurumlarda olsun hep müthiş sorulara ve muhteşem yanıtlara ilgi ve hayranlık duyan biriyim. Bunun altında yatanın bilgi birikimi, entelektüel kimlik, pratik zekâ, hazır cevaplılık ve alt yapı olduğunu kabul eden biriyim. Bu nedenle soruyu sorana da yanıtı verene de hep hayranlık duymuş, notunu yükseltmiş, farklı bir bakış açısıyla iz bırakanlar listeme ilave etmişimdir. Konunun tanıkları vardır ve çoktur…
Yaratıcı yazarlık, tiyatro tarihi, Devrim tarihi derslerinde ve etkili iletişim eğitimlerinde bazen ders bitince serbest konulara dalıp, ilgi alanlarını, başka konulara vakit ve bütçe ayırıp ayırmadıklarını anlamak adına sorulara geçince derslere ilgi göstermeyenlerin bile sıra bu konulara gelince susmadıklarını ve daha çok keyif aldıklarını çok gördüm.
Bunun son örneğini ise geçen hafta yaşadım. Yerel yönetimlere verdiğim eğitimin sonunda serbest saate geçince “konuyu siz belirleyin” soruma eğitime katılanlar ağız birliği etmişçesine “mutluluk ve mutsuzluk” başlıklarını tartışalım demezler mi? Belli ki seçilen başlık manidardı, yaşadıklarını ve beklentilerini yansıtacaklardı. Tartışmaya başlar başlamaz arka sıralardan bir el kalkarak Nazım Hikmet’in; “Sen mutluğun resmini yapabilir misin Abidin!” şiirinden dizeler okudu. Bir başkası “günümüzde mutluluğun değil, ancak mutsuzluğun resmi yapılabilir” dedi. Bir diğeri “mutsuzluğun siyah beyaz resmedileceğini, mutluluğu çizmeye ise tuval ve boyaların yetmeyeceğini” söyledi.
Köşe yazılarımı okuyan bir başkası, “Hocam siz bu konulara sık değinen bir yazarsınız. Ne düşündüğünüzü bizimle de paylaşır mısınız” diyerek topu bana attı. Soru gelir gelmez şunlar döküldü ağzımdan; “Ülkemizin geldiği ve getirildiği bu kırılma noktasında mutsuzluk haritasını çizmeye kalkarsak dersler ve saatler yetmez, buradan köye yol olur. Dolayısıyla bu tabloyu yüreklerimiz zor kaldırır, işsizlikten, gelir adaletsizliğine, nitelikli beyin göçünden, kapanan işyerlerine, kadın cinayetlerinden icra -iflas dosyalarına, can çekişen tarım ve hayvancılıktan, ranta kurban ettiğimiz yeşil alanlara, çevre sorunlarından hayvanların ötenazi kararına, sığınmacı ve kaçakların başımıza açtıkları dertlerden umudunu yitirenlerin çokluğuna mutsuz ve umutsuz olmak için o kadar çok konu var ki!” dedim.
Suratlar asıldı, kaygılar gözlere yansıdı, havayı değiştirmek adına bir şey yapmam gerektiğini düşündüm.
Kadın konusunda kitapları, yazıları, araştırmaları olan biri olarak, kadına, kadın sorunlarına emek veren, omuz veren, arka çıkan, sahip çıkan biri olarak çok emek verdiğim bir alanda mesleki bir risk alıp şu fıkrayla dersi bitirdim.
“İlk kez bir düğün törenine katılan küçük kız çocuğu annesinin kulağına eğilerek; “Anne neden düğünde gelinler beyaz gelinlik giyer?” diye sorar. Annesi kızına eğilerek; “Çünkü yavrucuğum beyaz mutluğun rengidir. Bugün de gelinlerin en mutlu günüdür!” cevabını verir.
Küçük kız bilmiş bilmiş başını sallayarak düşünür ve ikinci sorusunu sorar; “O zaman damatlar neden siyah giyiniyor?” Annesi kızının bu sorusuna verecek yanıt bulamaz ve elinden tutarak; “Nikâh töreni bitti artık çıkalım!” der.
Verdiğim örnek salona sinen olumsuz havayı dağıtmaya, ardından gülümsemeler arasında bir alkış tufanı koparmaya neden oldu. Demek ki hala müthiş sorular olmasa da muhteşem örnekler verebiliyor ve alkışı hak ediyoruz. Kadınlar çok zeki bir, onlardan korkmalı iki, haksız mıyım üç…
Açıklama notu: Mutsuz değil de mutlu olsaydık, kaygılı değil de keyifli olsaydık, bitkin değil de enerjik olsaydık daha güzel yaşar, daha sağlıklı yaşlanırdık.
Yine çok çalışan az kazanan, alamayan ya da pahalı alanlar olmasaydık daha farklı konuları tartışmaya açar, masaya yatırırdık. Oysa son yılların değişmeyen ısrar ve tekrarlarından ötürü, ihtiyatlı, dengeli, temkinli, tedbirli adımları atması gerekenlerin azlığından ötürü gündemimizi hep özlemini çektiğimiz konular oluşturuyor.
Ayrıca yaşadığımız toplumla ilgili dertleri olanların, ülkemize, insanımıza, çocuklarımıza, yarınlarımıza karşı kendini sorumlu hissedenlerin çok az oluşundan ötürü masaya yatırdıklarımız hep hayata geçmesini istediğimiz, çözülmesini beklediğimiz sorunlar oluşturuyor.
Özetle! Keşke siyaset satrancını iyi oynayan siyasiler yazmakla bitmeyen sorunlarımızı daha çok dikkate alsaydı. Keşke bizi kıskanan batının yurttaşlarına sağladığı koşullar bize de sağlansaydı. Keşke yaşamaktan vazgeçenlere, ülkeyi terk etmek için sıraya girenlere karşı sergilenen derin sessizlik bu kadar uzun sürmeseydi. Keşke değer vermek ve değer görmek bu kadar özlenmeseydi.
Çünkü kulak vermek yetmez, hak vermek gerekir…