Başlığın cevabını yazının ilerleyen satırlarında bulacaksınız, ama önce bir ipucu! Tabii ki biz kadınların ortak kaygılarının merkezinde önce kadın ve onun bitmeyen çilesi var ve Mart ayı bitmeden bir kadın yazısı daha yazma sözüm ve sorumluluğum var…
Sorularla ilerlersek? Neden bazıları vicdan sözcüğü ile aralarına ciddi mesafe koyuyor? Veya insan olmanın gerekleriyle küs kalmayı bu denli başarabiliyor? Ya da düşünceleriyle, duruşlarıyla, kafa yapılarıyla yanlı ve yanlış işler yapma rekoru kırarken, bu durumun kadın yönelik olmasında, öldürülen, şiddet gören kadınların artmasına olan katkısını yok sayabiliyor? Örnekler o kadar çok ki, sıralarsak bu yazı bitmez. Kadın cinayetlerinin zirve yapmasında sorumluluk sahibi olanlara; “keşke vicdanla tanışıp, insanlıkla barışık olsaydınız, sorumluluk almazdınız!” dersek adres yerini bulur mu acaba?
Batman’da boşandığı eşini 8 Mart’ta öldüren eski koca; “İbretiâlem olsun diye onu kadınlar gününde öldürdüm, pişman değilim, ruhum huzur buldu ama öfkem hala geçmedi.” diye açıklama yapıyorsa! Yine Batman’da 25 yaşındaki kadını öldüren zanlı; “Aslan gibi yaşadım, paşalar gibi de yatarım!” diyorsa! Bunun adı kader mi, trajedi mi, trajik bir kader mi bilemedim. Bildiğim o ki bir milletvekili; “Biz demokrat insanlarız, kadınların hangi renk çarşaf giyeceğine karışmayız!” diye buyurmuş! Beyefendi lütfetmiş doğrusu, ona nasıl teşekkür edeceğimizi bilemedik!
İyisi mi olup biteni daha sık düşünelim…
Daha doğrusu bazı konuları, daha doğrusu sorunları, en doğrusu kadın cinayetlerini ve kadına bakışı daha sık işlemek gerekir. Özellikle de cumhuriyetin bir kadın devrimi olduğunu, cehaleti besleyen, ondan beslenen, onu meşrulaştıranlara karşı mücadele verdiğini, kadını varlığıyla, kimliğiyle, bilinciyle, emeğiyle var ettiğini unutanlara sıklıkla hatırlatmamız gerekir.
Eşitliğin, özgürlüğün, ezilmenin, sömürülmenin, ayrımcılığın, baskının, dışlanmanın ne olduğunu iyi bilen daha az eşit, daha az özgür, daha çok ezilen, daha çok sömürülen kadınların dünden bugüne, hatta tarih boyunca cevap arayıp bulamadığı soruları daha sık işlememiz gerekir.
Niçin eziliyorlar, neden hor görülüyorlar, bu yanlış gidiş neden sürüyor, neden karşı çıkılmıyor, bu yanlışa neden dur denilmiyor, daha az eşit, daha çok ezen, daha çok sömüren bu düzen daha ne kadar sürecek? Toplumsal, siyasal, sınıfsal olan bu sorun insanlıkta mı, erkeklerde mi kadınlarda mı, yönetimlerin kadına bakışında mı? Bu ve benzeri sorulara yanıt aramamız gerekir.
Özellikle doğuda kadınlar neden çocukluklarından istemsiz bir vedayla ayrılıyorlar? Ya da kendi kendilerini büyütmek zorunda kalıyorlar? “Gözlerimdeki yaş ve samimiyetin hayatımın hiçbir döneminde karşılığını görmedim!” diyen kadınların sayısı neden artıyor? Toplantılarda dinleyen, susan, konuşan, yere bakan, derin hayallere dalan, uzaklara bakan, el veren, güç veren, sonra da hüzünlerini yanlarına alarak, dertleriyle baş başa kalarak salondan ayrılan kadınların hiç durmadan kanayan ve kapanmayan yaralarına merhem olacak birileri yok mu, ya da niye yok? Bunlara yanıt aramamız gerekir.
Hal böyle iken kızgın, küskün, dargın, kırgın kadınların sorunlarını yazmak gerekir.
“Kadın başına ne işin var onca erkeğin arasında, git evde otur, çocuk bak, temizlik, yap, markette çalış!” zihniyetine karşı çıkan! Sanayide demiri dönüştüren, tonlarca yükü taşıyan koca TIR’ıyla ıssız dağ başlarında direksiyon sallayan, otomobil, çamaşır makinesi, buzdolabı fabrikalarında onlarca erkeğin arasında çalışırken hem meydan okuyan, hem de in iyisini yapmak için mücadele veren ve asla geri kalmayan kadınlar neden hala yok sayılıyor?
Neden yaygın olan, açıklanmayan, dillendirilmeyen, “yen içinde kırık kol” gibi gizlenen aile içi şiddet, taciz gibi konular eril şiddeti cesaretlendirmeyi sürdürüyor ve kadınların çocukluk hayalleri, hayal kırıklıklarına dönüşüyor?
Metal sendikasında örgütlü olan, Arçelik, Vestel, Oyak, Bosch, Renault, Tofaş gibi dev fabrikalarda ağlatan, güldüren, düşündüren, isyan ettiren, direnmeye çağıran ve asla hafife alınmayacak, deneyimlerle dolu hikâyeleri olan kadınlar neden hala görmezden geliniyor? (Kaynak: “Metale Hayat Veren Kadınlar” Şehriban Kıraç)
“Bu iş kolları erkek işidir!” sözünü beden ve akıl gücüyle yerle bir edip bitiren kadınlar, duruşlarıyla, özverileriyle, özgüvenleriyle erkeklere çekidüzen veren kadınlar neden hala hafife alınıyor?
Kimi öksüz, kimi çocuk gelin, kimi boşanmış, kimi üvey evlat, kimi çocuk okutmak için, kimi borç ödemek için, kimi şiddet gördüğü için iş hayatına atılan ve yolları kesiştikten sonra büyük bir güç oluşturan kadınların başarıları neden önemsenmiyor?
Sendikaya üye olduktan sonra; “Bir sıkıntınız, bir ihtiyacınız var mı?” sorusuna, “Ben hiç hayatımda görmemiştim bir derdin var mı diye soranı, tatil bilmemiştim, Anıtkabir’i görmemiştim, sendika sayesinde bu soruya muhatap oldum, Anıtkabir’i gördüm, erzak yardımı aldım!” diyen kadınların sözleri neden duyulmuyor?
Çocukluğunu istemsiz bir vedayla bitiren kadınlar! Büyük Atatürk’ün kadın hakları ve sözleri ruhlarına iyi gelen kadınlar! Asla unutmayalım; Cesur bir liderin biz kadınlara sunduğu haklar yürekli bir cumhuriyet projesidir. O nedenledir ki O’nun her sözünü belleğimize silinmez harflerle kazıyalım ve haklarımıza her koşulda sahip çıkalım.
Önemli not: CB kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nin 3 yıl önce feshedildiğini, bu arada en az 917 kadının katledildiğini, Hukukçuların; “şiddet arttı!” diye açıklama yaptığını, Gazze katliamında 9 bin kadının öldüğünü, dünyanın her yerinde kadınları hedef alan cinsiyetçi dilin son bulması gerektiğini unutmayalım…
Noktayı İran örneğiyle koyarsak! Sistemin kendisine giydirmeye çalıştığı kader elbisesini yırttığı, zorlu coğrafyada hayatta kalma mücadelesi verdiği için 26 yaşında idam edilen Reyhan annesine yazdığı mektupta; “İçime sevgisini ektiğin bu ülke beni hiçbir zaman istemedi. Dünya da bizi sevmedi anne!” diyor!
Dilek notu: Ülkemizin ve ülkelerin kadınları seveceği günlerin hayaliyle…