Çiftçimiz bin bir zahmet, masraf ve emekle yetiştirdiği ürünlerini satamayıp yollara dökerken! Tarladan bahçeye, çiftlikten bostana, ahırdan mandıraya, bahçeden meraya, seradan pazara durum değişmiyorken! Derin ekonomik krizle boğuşan; İşçi hakkını alamıyor, üretici perişan, esnaf şaşkınken! Pahalılığın alıp başını gittiği günümüzde; Tezgâhlarda; “Bir yemeklik!” etiketleri boy gösteriyor, yurttaş çeyrek karpuz alarak sefalet ve mutsuzluk içinde kıvranırken! Açlık sınırının 52 kat arttığı ve 20 bin TL’ye ulaştığı, yoksulluk sınırının 63 bin TL’yi bulduğu ülkemizde 17 milyon yurttaşımız sosyal yardımlarla yaşıyorken! Milyonlarca emekçi 12 bin 500 TL emekli aylığı ve 17 bin 500 TL asgari ücretle yaşam savaşı verirken! İşçi, emekçi, emekli akşam olunca evine eli boş dönerken…
Diplomalı işsiz sayısı her geçen gün artıyorken! YÖK verilerine göre 2023 yılında hukuk fakültelerinde 75 bin, işletme fakültelerinde 250 bini bulan öğrenci sayısının bu yıl daha da arttığı, bunca mezunun ne iş yapacağı sorusu akılları kurcalarken! Gençlerin eğitim hayatının ardındaki coşku, hayal, emek, çaba, özveri, beklenti, umut boşa giderken! Bir milyona yakın öğrenci üniversite öğrenimini yarıda bırakırken…
Bitmedi. Biter mi? Eğitim gören 100 kişiden 59’u çekip giderken! Eğitim her geçen gün biraz daha rayından çıkarılırken! Liyakatin yerini torpil, deneyim ve emeğin yerini sadakat alırken! Umudumuz, göz bebeğimiz, kıymetlimiz gençlerimiz yurtdışına gitmenin yollarını ararken…
Eğitimli işsizler büyük umutlarla aşındırdıkları kapılardan kaçıncı kez reddedilirken! Gençlerimiz “barınmak üniversiteyi kazanmaktan daha zormuş!” diye yakınırken! Mobilyadan düğün salonuna, gelinlikten, takıya en düşük masrafın 589 bin lirayı bulduğu ülkemizde evlilik hayal olup, gençler evlenmekten vaz geçerken…
Ve Server Tanilli’nin; “Eğitim mayasında evrensel renkler içeren ulusal bir kavramdır!” sözü anlaşılmaz ve uygulanmazken…
Hele de umursamazlık toplumun pek çok kesimine egemen olmuşken!
DİB 7 yılda Danimarka’dan Rusya’ya, İtalya’dan İsveç’e, İngiltere’den Hollanda’ya, Belarus’tan Cibutiye 507 bin km yol kat ederek 42 ülkeye gidip, makamına çok yakın olan Anıtkabir’e gitmezken! Siyasi iklim nefret diline boğulmuşken! Hiçbir şey yolunda gitmiyorken! Ekonomi boğuyor, insanlar yoksullaşıyor, mutfaklarda tencere kaynamıyor, fiyatlar el ve cep yakıyorken! Aileler parçalanıyor, başta kadın cinayetleri olmak üzere ana, baba, evlat, kardeş komşu demeden çekip vurmalar diz boyu iken! Yoksulluk ve varsıllık arasındaki uçurum giderek derinleşirken! Uzun süreden beri değişen dozlarda giderek artan hüzün, keder ve umursamazlık havaya hâkimken…
Tamamen keyfi, tümüyle çıkar esaslı, korkutmayı, tehdit etmeyi, baskı altına almayı, yıldırmayı, susturmayı hedefleyen bir düzen varken! Yurttaş başını soktuğu evin, çocuğunu yolladığı okulun, masaya koyacağı yiyeceğin hesabını yaparken! Ve de hiçbir sorun yokmuş gibi davrananlar sayıca çokken…
Kadınlar dayakla tokatla, baş etmeğe çalışıp, ölmemek için yaşam mücadelesi verirken! Yüzde 38’le kadınların en fazla şiddete maruz kaldığı OECD ülkesi olarak Türkiye dünya birincisi olarak boy gösterirken…
Ülkemiz hukukun üstünlüğü kategorisinde 173 ülke arasında 148.sırada, beyin göçü en fazla olan 34 ülke içinde 24.sırada yer alıp, Avrupa Konseyine üye ülkeler arasında 350 bini bulan mahkûm ve tutuklu sayısıyla başı çekerken… (Bu sayı İngiltere’de 91 bin, Fransa’da 72 bin, Polonya’da 71 bin imiş)
Cumhuriyetin tüm birikimi üç otuz paraya peşkeş çekilirken! Köşe dönmecilik, kolaycılık, görgüsüzlük topluma dayatılıyorken! Sağlık personeli ve hekimler şiddet mağduru olurken! Sokak hayvanları için akla zarar yasalar çıkarılırken…
Emeğe akıtılan alın teri, gösterilen titizlik ve özen, harcanan çaba, verilen zaman, sergilenen disiplin görmezden gelinirken! Anadolu’nun kimliğimize kattığı zengin kültürel çeşitlilik, yoğun dostluk ilişkileri güçlü bağlara zemin hazırlamasına rağmen yok sayılıyorken…
Sınırlarımız kevgire dönerek ülkemize girip çıkanların sayısı, oranı bilinmezken! Kontrolsüz sınırlar, kevgire dönen hudut kapıları, önlenemeyen göçmen, sığınmacı, mülteci sorunu nedeniyle ülke topraklarında her geçen toplumu geren olaylar yaşanırken! Halka güvenmeyen ve topluma güven vermeyenler artarken…
Ülkemizin yeşil alanları, ormanları yakılıp, gölleri kurutulup, ovaları yağmalanıp, sahilleri ranta açılırken! Tarım arazileri betonlaşırken! Hazine arazileri yandaşlara ihale edilip daha çok kazanmaları sağlanırken! Yanlış kentleşme politikaları sonucu köyler boşalıp, şehirler taşarken! Üreten değil tüketen toplum yaratılarak AVM’ler pompalanıp ancak bomboş kalırken! Orta gelir tuzağından çıkamayan halk çareyi batıda ararken…
Örnekler, açıklamalar, nedenler, gerekçeler varken ve çokken bazı konuları yine ve yeniden ele almak şart mı? Şart…
Hele de umut bizi terk etmişken net bir ses çıkarmak, sesimizi gür bir tonla duyurmak zorundayız. Kararlılık kavgacılık gerektirmez, fikirleri temellendirerek savunmayı gerektirir. Bunca sorun arasında kendime ve okurlarıma haksızlık yapmak istemem ama bazı konuları atladıysam okur beni bağışlasın.
Yayımlanmış, yayımlanmamış, yarım kalmış ama akla kazınmış bir şeyler varsa ve kaldıysa ekleyelim lütfen. Eksik ve yarım kalmasın sabır sınavında yaşananlar…