Başlık ve devamı iyi de söze nereden başlamalı? Konuya ülkemizin en güzel yerlerini satarak, doğasıyla kavga ederek, yeşilini betona boğarak, madenlerini tüketerek yaşatılmamızdan mı girelim? Yoksa daha iyi bir yaşam için çaba harcayanları, tüm baskılara karşın görevini sürdürenleri ve direnenleri, çevre konularına eğilenleri kolayca harcamamıza mı değinelim?
Yine başlığın altını doldurmak için kolay ve ucuz ulaşım nasıl sağlanır, sağlık sisteminden herkes nasıl yararlanır, tarihi değerlerin korunması için gözler nasıl dört açılır gibi konulardan mı girelim? Yoksa CB için kitap yazanlara üç koltuk verilerek ballı makamlar dağıtılmasını, çiftçiyi daha çok tarımdan koparmak adına taban fiyatların düşük açıklanmasını, oksijen depolarının talan edilerek ormanların villalara açılmasını, doğalgaza 5 yılda yüzde 500’e dayanan zam yapılmasını, DİB’in ve sarayın bütçesinin devamlı artırılmasını mı sütuna yatıralım?
Yine BM raporuna göre dünyadaki sığınmacıların yüzde 20’sinin Türkiye’de oluşuna, kuralsız, kontrolsüz yurttaş yapılan ve suça karışanların çokluğuna, doğru yolda mıyız sorusundan önce ülke olarak şu anda dünyanın yükünü omuzladığımıza, aslında destanın kolay yazılmadığına ve dünya lideri kolay olunmadığına mı değinelim? Yoksa toplumsal gerginlikten öte ve önce yapılması gerekenleri ve beklentileri mi hatırlatalım?
Yoksa mülteciler, işsizlik, eğitim sorunları, sağlık sorunları, hayat pahalılığı, gelir dağılımı adaletsizliği, halkın alım gücündeki düşüş, yanlı ve yanlış politikalar, dur durak bilmeyen zamları sık sık hatırlatarak; İnsan odaklı duyarlı politikalarla sorunların çözülebileceğini bilmeyenlere bu ve benzeri listeleri defaten sunup, hali pür melalimiz özetle budur mu diyelim?
Ayrıca yaşamaktan vazgeçenlere karşı sergilenen derin sessizlikten mi söz edelim? Yoksa vasat kalite, yüksek fiyat çelişkisinin sonuçlarına mı dikkat çekelim? İyisi mi biz yine derin sularda kulaç atmaya, önemli bulduğumuz konuları yazmaya devam edelim.
Geçmişin sayfalarında dolaşırken iyi okumalar…
Sorunlar çok ve çözümsüz olunca! Anadolu bozkırında şehirler inşa eden, bataklığı kurutup parklara, çiftliklere dönüştüren, yeşile ve doğaya sevgisini her biçimde ifade ve ispat eden, elini, yüreğini, zorlu sorunların, büyük kayaların altına çekinmeden koyan Büyük Atatürk’ten sıklıkla söz etmek istiyoruz...
Yine Cumhuriyetin köklerine, kuruluş sürecine, ilkelerine ve hedeflerine bakınca! Yatırım, istihdam, ihracat, üretim gibi yeni tanışılan kavramlara öncülük eden, onları toplumla buluşturan, ülkenin başat sorunlarını saptayan ve çözüm yolları üreten bir akıl ve yönetimle karşılaşınca da bir kez daha değil, bin kez daha Atatürk ve açtığı ışıklı yol diyoruz…
Şimdi 9 Mayıs 1935 yılına gidelim. Atatürk’ün doktoru Prof. Dr. Nihat Reşat Belger’in konuşmasına göz atalım; “Uçurum kenarında yıkık bir ülke! Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar. Yıllarca süren savaş sonucunda içeride ve dışarıda saygıyla tanınan yeni bir ülke, yeni bir devlet, tüm bunları başarmak için aralıksız mücadele, köklü sayısız devrimler, hastalığının en son safhalarında bile devletin işleriyle ve dünya siyasetiyle ilgilenen bir lider.”
Bu ve benzeri açıklamalar nedeniyledir ki; dönüp dolaşıp O’nun yaptıklarına ve o yıllara ait onur ve inanç hikâyelerini notları, görüntüleri kısa ve özlü biçimde okurlarla paylaşmaya çalışıyoruz…
Özellikle de kurak ve çorak siyaset gündeminde; Değer vermek ve değer görmek adına insanı alıp başka diyarlara götüren sanatsal, siyasal, duygusal, edebi yolculuklar, olaylar, tanıklıklar değerli bir ödül ağırlığı taşıyıp, toplumsal belleğe ulaşıp, vefa denen duygudan izler taşıdığı için yinelemekte yarar görüyoruz…
Hatırlatma notu: Başta yönetim katı olmak üzere her kademede; Sabır, çalışma azmi, gayret olmasa geçmişin deneyimiyle, güncel sorunlarla baş etme dürtüsü ve gelecekten beklentiler harmanlanmasa işler zor yürür, ya da yürümez. “İstediğimi yaparım!” diyenler, vaveyladan hoşlananlar kabul etmese de abartılı açıklamalar karşısında “doğruluk payı ne kadardır?” sorusu akla gelir, kurt düşmemesi için samimi ve gerçekçi olmak, olup biteni önemsemek, “olmadı, dar geldi, bol geldi, havada kaldı!” gibi geçiştirmek ve yan yollara başvurmamak gerekir.
Çünkü sabır sınavının da bir sonu vardır! Toplum günü geldiğinde kurduğu düşlerin, gerçekleştiremediği hayallerinin, hayata geçmeyen beklentilerinin seçim sandıklarında hesabını sorar, sormalıdır…