Bugün çok katmanlı sorunlar sarmalını, bildiğini okuyan ve dayatan yönetimin içi ve altı boş politik bahanelerini, çağdışı eğitim yasasıyla biat eden gençliği hedefleyen anlayışı, köpeklerin uyutulması gibi akıl dışı öneriyi bir yana bırakıp sanat yazmalıyım diye düşündüm. Çünkü içimizi sıkan gündemden öncelikle ve ivedi olarak uzaklaşmak hepimize iyi gelecek. Tamam diyorsanız yola koyuluyorum!
Sizin hiç iki saat boyunca ülkemizin sanatsal renklerini; bazen solo, bazen koro, bazen ikili sesler eşliğinde şiirsel, görsel, işitsel bir gösteri tadında izleme şansınız oldu mu?
Sizin hiç iki saat içinde Girit’ten Rumeli’ye, Gürcüceden Ermeniceye, Arapçadan Kürtçeye, Azerbaycan Türkçesinden Farsçaya, İspanyolcadan Rusçaya, Makedoncadan Lazcaya, “Özbek, Türkmen, Tatar, Azer bir boydur/ Karakalpak, Kırgız, Kazak bunlar bir soydur!” sözleri eşliğinde insanı alıp götüren, düşündüren, hüzünlendiren, anıları ve geçmişi hatırlatan türkülere dalıp gittiğiniz oldu mu?
Sizin hiç iki saat boyunca türkülerden ağıtlara, şarkılardan marşlara kimi zaman dramatik, kimi zaman trajik, kimi zaman komik ama her zaman göz açıp göz yaşartan parçalara salonu dolduranlarla birlikte eşlik ettiğiniz oldu mu?
Sizin hiç iki saat boyunca sahneyle salonun, koroyla dinleyicilerin gündüzle gecenin, hüzünle öfkenin, isyanla sevincin, gözyaşıyla kahkahanın arasında gidip geldiğiniz oldu mu?
Sizin hiç iki saat boyunca şefinden sanat yönetmenine, koristinden solistine, dansçılardan folklor ekiplerine kadar sahne performanslarının güzel, seçkin, zarif sunumlarını özel ve özgün örneklerle alkışlama şansınız oldu mu?
Sizin hiç koskoca salonu ağzına kadar dolduran, sahnedeki her parçayı coşkuyla alkışlayan, bu arada sık sık gözyaşlarını silen dev bir koroya tanıklık edişiniz oldu mu? Benim oldu. REVNAK Müzik Topluluğunu (Yeditepe Yedi Dil Türk Halk Müziği Korosu) izlerken oldu…
İçten, sıcacık, insanı kavrayan ve saran konseri izlerken; Kurgusu, gerek sahneleniş biçimi, giysi seçimi, repertuar zenginliği, sahne hâkimiyeti, deneyim ve eğitimlerini kanıtlamış sesleri dinlerken oldu…
Gelelim REVNAK Topluğunun geçmişine ve benim gözlemlerime…
27 kadın, 23 erkekten oluşan topluluk 25 yıllık bir koro. 1999’da Mevlana Eğitim Kültür Derneği olarak kurulmuş. Halk müziği yanında pop, arabesk, tasavvuf korolarıyla yoluna devam etmiş, pek çok etkinliğe davet edilmiş, başta ülkemizin çeşitli yerleri olmak üzere, Bulgaristan, Bakü, İspanya, Almanya, Beyrut’ta konserler vermiş.
REVNAK Topluluğu koro şefi Birsen Geçikli Ortakale’nin sabırla ördüğü, titizlikle yürüdüğü ince, uzun bir sanat yolculuğunun sonunda ortaya koyduğu emek, sabır, hoşgörü ve özveri içeren, her konserinde izleyenlerden tam not alan, özgün yorumlarıyla her parçanın hakkını veren bir topluluk…
Bu koroyu izleyin, dinleyin, duyun ve duyurun…
Konserde gördüklerimi, yaşadıklarımı, tanık olduklarımı paylaşırken söze nasıl başlayıp, lafın neresinden tutup, sonunu nasıl bağlayacağımı bilemiyorum. Sevginin, saygının, dayanışmanın harman olduğu, deneyimli seslerin alçakgönüllülüğüyle, yeni başlayanların özgüveninin iç içe geçtiği parçalardan mı başlamalıyım? İzleyiciye saygıyı esas alan, unutulmuş göz ardı edilmiş değerleri bulup çıkaran topluluğun, geniş kitlelerce anlaşılmış, benimsenmiş, onaylanmış olmasının sevincini mi yansıtmalıyım?
Varlığıyla içimizi ısıtıp, yokluğuyla üşüten o dev ve devrimci liderin adı geçince, hele de “Sarı saçlım mavi gözlüm!” seslendirilirken salona hâkim olan alkış tufanının coşkusunu mu anlatmalıyım? “Seçilen eserlerin tümündeki başarıyı dikkate aldığımızda dekorundan kostümüne, ışığından efektine her alandaki emeği ve titizlik için başta şef olmak üzere koro elemanlarını mı kutlamalıyım? Günlerdir ne kadar uyuduğu bilinmeyen bir kadronun hiç yorgunluk hissi duymadan büyük bir coşkuyla seslendirdiği parçaların salonda karşılık bulmasından mı söz etmeliyim? Yoksa işin arka planına dalarak; Çekilen uykusuzlukları, yaşanılan sıkıntıları, ikinci plana atılan özel yaşamı, hayatın pek çok nimetini göz ardı etmenin yükünü, çilesini mi anlatmalıyım?
Bilemedim! Bildiğim o ki hepsi deyince ortaya bu yazı çıktı; Zeybek’ten Sirtaki’ye, Roman’dan Çiftetelliye, Semazenlerden Cem evlerinde Semah dönenlere kadar her rengin sergilendiği bu konserde aynı türkülere ağladık, aynı şarkılara eşlik ettik, aynı ezginin eşliğinde yerimizde halaya durduk. Özetle hem dünyayı, hem de Anadolu’yu İstanbul’a taşıdık ve yaşadık…
Koroyu dinlerken şunu düşündüm. Yaratıcılığın, ustalığın, disiplinin, sahnedeki büyünün sonu ve sınırı yoktu…
Salondan çıkınca şunu düşündüm. Bu dünyada hem hancılar, hem yolcular vardı. Hancı olanlar sanat ve sanatçılardı, yolcu olan bizlerdik…
Yazıyı noktalarken; “Sanatı görmezden gelinen toprakların yüreği işgal altındadır!” sözünü bir kez daha düşündüm. Sonra da emeği geçenleri kutlamak için; koro şefinden solistine, ışık ve ses düzeninden sahnede devleşen seslere, sazlara ve danslara kadar sergilenen ekip ruhu için köşemden sesli sedalı bir alkış da benden olsun dedim…
Not: Saz ve söz sanatçıları kalabalık olduğu için tek tek isimlerini yazamadım. Yakında kendileriyle yaptığım sanatsal yolculuklarını içeren söyleşiyi okuyacaksınız…