Gündem o kadar yoğun ki! Yazıya nasıl başlayacağımı bilmiyorum, nasıl devam edeceğimi bilmediğim gibi. Bildiğim o ki; Yine içine üzüntümü, öfkemi, tedirginliğimi, yer yer de övgümü kattığım bir yazı yazacağım.
Gündeme bakınca! İzleyene de okuyana da dokunan satırları, görselleri, öyküleri, öfke ve baskıyı direnişe dönüştüren eylemleri görünce! Değişimin bazen hem zorunlu hem de şart olduğu görülünce! Eğer bir toplum kavramsal olarak, dilinden, kültüründen, tarihinden, edebiyatından, geçmişinden, sanatından, ulusal egemenliğinden, bağımsızlığından kaybediyorsa ne yapmalıdır, ya da ne yapar sorusu düşüyor aklımıza? (Sözüm İranlı hemcinslerimedir)
Sizler! Var olma haklarınız için, çalışma hakkınız için, bilimsel alanda hedef koyarak, yılmayarak kadın olarak rol model olma haklarınız için günlerdir sokaklardasınız! Gülmeye gereksinimimizin her gün arttığı bir ortamda yoldaşlarınızı yitirdiğiniz için ağlıyor ama ödün vermiyorsunuz.
Amansız mücadelenizde kendinizi şımartmak isterken, ödüllendirmeyi hak ederken cinsiyet eşitliğinde de insani gelişme endeksinde de çok gerilerde olduğunuzu görüyor ve hakkınızı arıyorsunuz.
Bu yollar nasıl aşılacak derseniz!
Hayatın her alanına uygulanan sansürle ülkenizde çalışmanın hem zorlayıcı, hem öğretici, hem ders alınası olduğunu biliyoruz. Unutmayın! Ortamın düzelmesi size de, sizi izleyenlere de iyi gelecek, ülkeyi yönetmeye talip olanlara da ders verecek…
Sizden öncekiler temele taş koydular, siz temele harç koyuyorsunuz. Bu asırlar boyu unutulmayacak…
Gelişmiş batıda hemcinslerimiz işi gücü bırakıp her konuda ders, kurs, seminer, eğitim, atölye çalışmaları yaparken! Pembe- mavi ortamlara ve alanlara dalıp giderken! Sizler aylardır ülkenizin pek de güvenli sayılamayacak ikliminde ve ortamında destan yazıyorsunuz. Bu direnişiniz yazılarak, konuşularak, paylaşılarak, arşivlenerek unutulmayacak…
Bizim geçmişimize harç koyanlara bakınca…
Türkiye’nin ilk kadın avukatı Süreyya Ağaoğlu’nun hayatı boyunca kadın hakları için mücadele eden azim dolu hikâyesini görüyoruz…
Dünyanın ilk kadın savaş pilotu Sabiha Gökçen’in, cesaretini ve bir kadın olarak imza attığı başarıları görüyoruz.
İnsanlar lepralılara el süremezken onlara sarılmayı bilen, sahada çalışan, o nedenle hastalığa merhem olan Türkan Saylan hocayı görüyoruz.
Liste uzun ama ben uzatmayacağım. Bu yazımda biz kadınları çok yakından ilgilendiren konulara girersem! Örneğin yoksulluk dersem konu uzayabilir. Korkularım dersem yazımın tadı kaçabilir. Gerçeklerin altını çizersem konu tehlikeli bir hal alabilir, bazılarının canı sıkılabilir. İyisi mi naçizane bir öneri de bulunarak şunu demeliyim! Değerli hemcinslerim! Canlarını kurtarmak için hayatlarını bırakan kadınlar! Gerçek ve mecaz anlamda ve günlük hayatın katmanları arasında! Önce kendinize önem verin ve öncelik tanıyın. Pek olmaz ama istisnai jestlere tanık olsanız da, istisnai bir saygı görseniz de; uzlaşma noktaları bulmak için doğrularınızdan ödün vermeyin. Entelektüel enerjinizi ezen, bastıran, susturmaya çalışanlara karşı dikkatli olun. Yıllar sonra; “Keşke gözlerimi daha önce açsaydım. Niye açmadım, neden açamadım” gibi keşkelerle kıvranmayın. “Sakın ha bende ne arar o yetenek” demeyin. İç siyasette puan toplamak isteyenlere kanmayın.
Kazanımlarımıza sahip çıkmazsak kaybetmenin çok kolay olduğunu unutmayın! Yönetimlerin; “Kamusal alana katılırsan itaati ve sabrı elden bırakmayacaksın!” sözlerini takmayın. Din adamlarının; “Açık kadınlar yarı açılmış ambalaj sayılır!” Sözüne gülüp geçin.
Önce yalnızlaştırılan kadınları, sonra kapı kulpu gibi hep bir şeye eklenen; falancanın eşi, filancanın kızı, falanın annesi vb. gibi tanıtılan ve bi türlü kendisi olamayan ve bir bütün olarak tanıtılmayan kadınları düşünün. Bu bağlaçlardan ve eklemelerden kurtulup daha özgür bireyler olabilmeye odaklanın. Kadının sosyal hayata katılımını ve üretimini daha görünür hale getirin.
Özetle demem o ki! İşin cinsiyeti olmaz, işin ustası olur. Bize dayatılan ve içimizde yer eden kalıpları yıkarak ve cesur yürekleri tanıyarak yol alabilir, hedefe ulaşabiliriz. Aksi halde lafını, sözünü haddini bilmeyenlerin arttığı, korkuyu ve baskıyı körükleyen yorumlarla yorulduğumuz, gerçeklikten kopuk vaatlerden bıktığımız günümüzde azınlık koridorlarında bekletilerek sürüp gidecek bir yaşam bizi bekliyor demektir…