Niyetin açık seçik belli, maksadın ne olduğu bilinen çok dikenli laflar son yıllarda siyaset dünyamızın modası oldu. Birbirinden kopya çeken, “O dedi ben niye geri kalayım!” diyenler adeta yarış halinde…
Kuşkusuz ki: Taban siyaseti, günü kurtarmak, tribünlere oynamak işin doğasında olduğundan (fıtratında mı demeliydim?) hem ilgi görüyor, hem de kolaylarına geliyor. Konu sıkıcı olduğundan geçelim!
Her yeni kararla karartılan hayatlara! Yaşatılan kasırgalara! Bunca korku, umutsuzluk, kaygı, gerginlik neden diye soranlara! Verecek yanıt bulamayanlara bakalım. Sonra o da sıkıcı ve umutsuz bir alan deyip ondan da vazgeçelim.
Bambaşka bir paragrafa bakalım!
Ne zordur göç? Ne gittiğin yere sığarsın, ne geldiğin yerden koparsın. Ancak yaşayan bilir o duyguyu, ilk gelenler tutunmak için çaba harcar. İkinci kuşak kök salmaya, büyümeye çalışır, üçüncü kuşak birinci ve ikincinin meyvelerini yer, sonunda ellerinde kalan tek şey emekleri olur. Yıllar önce bir konuşma için gittiğim Almanya’da bir kadın dinleyicinin şu sözlerini unutamadım; “Para biriktirmek, ev almak, çocuklara iyi bir gelecek sağlamak için yıllarca patatesle beslendim, beğendiklerimi alamadım, yaşamayı erteledim, sevdiklerimin düğününe, cenazesine bile gidemedim, sanırım günün birinde memleketim Tokat’a tabut için de gideceğim!”
Ağlayarak konuşmuştu, gözlerimi silerek dinlemiştim, verecek yanıtım var mı diye düşünmüştüm. O da yoktu, daha doğrusu bulamamıştım…
Şimdi düşünüyorum! Bir zamanlar ne kadar gençtik, ne kadar umut doluyduk. Bazen anılar defterimden önüme düşen, bazen belleğimden hiç silinmeyen, bazen sevecen, bazen isyankâr hatıralarım dizilince önüme dalıp giderim. Hayat akıp gidiyor ama bazen hiçbir şey insanı teselli etmiyor ve insana iyi gelmiyor. Sizce?
Sadece salonlar, koltuklar değil, gözler de dolup boşalıyor…
Cumhuriyetimizin 100. yılı ve büyük Atatürk’ün aramızdan ayrılışının 85. yıldönümü nedeniyle okullar, dernekler, STÖ’ler, yerel yönetimler başta olmak üzere pek çok yerde konuşmam vardı. Yazmak, konuşmak, paylaşmak benim için sağlam bir sığınak olduğundan, hele de konu Atatürk, Cumhuriyet ve kadın sorunları ise zemin zaman tanımadan ve kilometre hesabı yapmadan koşanlardanım.
Bu konuşmalar sırasında gördüğüm o ki; sadece salonlar değil, sadece koltuklar değil, insanların içleri de gözleri de dopdolu artık. Dikkatle dinleyen, bazen not alan, ilginç sorular soran, eksikleri tamamlayan dinleyici sayısı giderek artıyor…
10 Kasım’da konuştuğum lisede karşımda çok dikkatle dinleyen, cep telefonuna hiç bakmayan, yanındaki arkadaşıyla bile konuşmayan genç bir kalabalık görünce merak edip, hocalarına sordum. Onlar da öğrencilerine sorumuşlar. Yanıtları şöyle olmuş; “Konuşurken düşündürüyor, başka şey düşünemiyorsunuz, beden dili ve ses tonu etkileyici, dikkatiniz dağılmıyor, farklı ve özgün konulara değiniyor, tekrara düşmüyor, esprilerle gülümsetiyor.” Bunları duyduğumda kendi kendime “ben neymişim be abi!” demem mi? Bu bölümü hoşgörünüze sığınarak paylaşmak istedim…
Son olarak kadın demeden olmaz…
Kadınları yazdığım, bizim sorunlarımızı dert edindiğim günden beri, derya deniz bu konu hep ilgimi çekti, yazılarımın ve kitaplarımın konusu oldu. Hem ülkemizin, hem de dünyanın nedense biz kadınlarla savaşı bitmiyor. Kadını 1930’lu yıllarda cumhuriyet projelerinin temeline oturtan Büyük Atatürk’ten sonra 2023 kadın karnemiz maalesef kırıklara dolu.
Bu yazılık sadece bir örnekle yetinirsem; Ülkemizde ki 50 bin 498 muhtardan 1134’ü kadın. Yani 100 muhtarın sadece 2’si kadın…
Toplum ve erkekler bizi nerede görmek istiyor?
Bize açıkça şu mu söyleniyor: Evinde otur, çocuk bak, yemek pişir, temizlik yap, az konuş, siyaset erkek işidir. Yaa? Çok ilginç! Siyasetin erkek işi olduğunu çok net gördük, görüyoruz. Nokta…