Halkın büyük bölümünü eriten, öğüten, tüketen, şaşkınlığa, bitkinliğe, bıkkınlığa, yorgunluğa yol açan koşullara bakınca insan ne yazacağını şaşırıyor. Hele de arazilerin (koltukların mı demeliydim?) tapusunu her daim ellerinde tutanların hiçbir sınır tanımadan yollarına devam ettiklerini, derin bir uykuda olduklarını, sinirleri yıpratırcasına iknadan- izahtan uzak, ihmale - inkâra yakın davranışlarını görünce…
Derin ekonomik krizden eğitimdeki çoraklaşmaya, fırsat eşitliğindeki çöküşten tarım ve hayvancılığın hesaplı kitaplı bitirilişine, artan yoksulluktan göçmenlerin yarattığı sorunlara kadar olup bitene bakıp, bir de haddini aşan ve toplumu aşındıran kayıtlı ve kanıtlı çıkışlara tanık olunca…
Bağımsız ve bağlantısız kişi ve kurumların başına gelenlere, açlığa mahkûm edilen emekçilere, gıdasız, okulsuz büyüyen çocuklara, işsiz, geleceksiz, hayalsiz gençlere, katledilen kadınlara, yakılan ormanlara, ekilip biçilmeyen tarlalara, zulmedilen hayvanlara, ya kapatılan, ya da satılan fabrikalara, taşıyla, toprağıyla, değerleriyle yok edilmekte olan ülkeye bakınca…
Sözü nereye getireceğim anlaşıldı sanırım. Sessiz çığlıkları duyan var mı?
Bir yanda küresel gündemi meşgul edenler, diğer yanda ülke gündemini ters yüz edenler! Bir yanda el birliğiyle yaşatılan mutsuzluk, çaresizlik, enerji düşüklüğü, umutsuzluk, kaygı, diğer yanda şaha kaldırılan ülkede görülen şaşaa, debdebe ve itibardan tasarruf etmeme gayreti…
Bir yanda Hindistan’da toplanan G-20 zirvesinde CB’nin; şatafat, lüks ve israfa dikkat çeken manidar sözleri! Diğer yanda açlık sınırının 16 bin TL’ye, yoksulluk sınırının 47 bin TL’ye ulaştığı ülkemizde soyadının hakkını verircesine şimşek gibi çakan vergi ve zamlarla halkın çıkarını gözeten maliye bakanı! Her yanda rica, minnet, sitem, emir, baskıyla kontrol altına alınmaya çalışılan ekonomi…
Hal ve gidişat böyle iken 100. Yıl Marşı’nın görkemli törenlerle dosta düşmana ilanı! Neymiş; “Türkiye yüzyılı titretiyormuş dünyayı!” Marşı yazanlar, besteleyenler, jüride yer alanlar, birinci seçenler farkında mı bilmeyiz ama! Bildiğimiz o ki; ülkeler dünyada duruşlarıyla, buluşlarıyla, siyasal, sanatsal başarılarıyla, insanlığa yararlı düşünce ve anlayışlarıyla hayranlık uyandırırlar, niye titretsinler ki?
MEB öğretmenlerin giyeceği önlüğün rengi ve boyuyla meşgulken! Eğitim her yönüyle keşkelerle başlayan iç çekmelere neden olurken! Ağır ekonomik koşullar, kitlenmiş siyasi atmosfer genç- yaşlı hepimizin umutlarını yara bere içinde bırakırken! Ranta, beton kültürüne sıkışıp kalan anlayış kronikleşen sorunlara çare bulamazken! Ana muhalefet koltuk sevdasına, Meral Hanım ittifak pişmanlıklarına dalmışken! İyisi mi biz yine bildiğimiz sularda yüzelim, yüz güldüren başarıların altını çizelim.
Ay sonunda raflarda yerini alacak yeni kitabımın arka kapağında Atatürk görseli kullandık. Yayın kurulundan genç bir arkadaşımız; “Neşe Hocam Atatürk nereye bakıyor?” deyince aklıma geldi yazayım dedim.
Arka planında tesadüf değil, şans hiç değil, büyük çaba, gayret, azim, çalışma disiplini olan ve bunun sonucunda önce Avrupa sonra dünya şampiyonu olan Atatürk’ün kızlarının başarısına bakıyor. Sayesinde ulaştığımız çağdaş toplumun tartışılmaz simgesi olan genç ve yetenekli sporcularımızın başarısına bakıyor. Yetinmiyor memleketin haline bakıyor. Ülkemizin nereden nereye geldiğine, neye dönüştürüldüğüne, nereye sürüklendiğine bakıyor. Kurduğu partinin hali pürmelaline bakıyor. Bilim, sanat, eşit haklar, barış, çağdaşlık, laik eğitim gibi değerleri hayata geçirdiği yıllardan sonra gelinen noktada uygarlıkla ilkelliğin çatışmasına bakıyor.
Kaptan Eda Erden’in; “Ne kadar prim istiyorsunuz? Sorusuna verdiği; Atatürk’ün sporcu kızları, ülkesi adına kazandıkları başarıyı pazarlık konusu yapmaz. Ne pirim ister, ne de özel bir şey. 85 milyona yaşattığımız mutluluk bize yeter!” şeklindeki cevabına! Aslı Kalaç’ın; “Türk kadını olarak Atamızın kızlarını temsil ettiğimiz için çok mutluyuz!” açıklamasına bakıyor.
Voleybolda; Ebrar, Vargas, Eda, Gizem, Hande, Zehra, İlkin ve Elif’in yazdığı destana! Tekvandoda Merve, Nafia, Hatice’nin gücüne! Boksta yumruklarıyla konuşan Hatice, Şennur, Buse, Busenaz ve Ayşe’nin başarısına! Minderde rakiplerinin sırtını yere getiren Yasemin Adar’ın erkek egemen alandaki farkına! Metrelerce derinliğe dalarak bayrağımızı açan Yasemin Dalkılıç’ın sevinçten ağlayan gözlerine bakıyor. Tarihe ve insanlığa not düşen o çelik gibi bakışlarıyla bakıyor. Çağ kapatıp, çağ açan o bir çift mavi gözüyle olup biteni görüyor. Şaşırdım mı? Hayır. Duygulandım mı? Evet…
Not: “Eskişehir’den izler ve İzlenimler!” yazıma özelde okurlarımın, genelde Eskişehirlilerin yağdırdığı övgü dolu mesajlar, zam yağmurlarıyla kavrulduğumuz günümüzde, susuz İstanbul günlerinde mevsim yağmurları gibi içimi açtı. Teşekkürler…