Kişisel ve toplumsal ilişkilerin yazılı olmayan kuralları cümlenin malumu! Nedir onlar? Azami saygı, zamana ve söze uyum, anlayış, empati, liyakate ve alt yapıya değer verme vb. Son zamanlarda bunların büyük ölçüde ortadan kalktığını görmek insanı mutsuz ve kaygılı yaptığı gibi içine umut(!) serperek, “o olduysa ben niye olmayayım?” dedirtiyor! Aslında kavrama gücü, anlama kabiliyeti, feraset, akıl, zekâ, birikim tedavülden kalkınca hayat devam etmiyor, edemiyor, hatta duruyor.
Bir yanda politik saflaşmalar, diğer yanda açıkça gösterilen tutum, tavır, destek mesajları, bir yanda net bir şekilde taraf tutmalar, diğer yanda bendensin, değilsin ayrıştırması. Tüm bu sıralananlar günümüzde ve ülkemizde artık iş güç sahibi olmanın anahtarı ve belirleyicisi oldu.
Layık olun olmayın saf tutup, politik duruşunuzu belli edince işiniz hazır. Ödül alan kadın sanatçının elinden mikrofonu almaya kalkıp, kaş göz işaretiyle sıkıntınızı belli edip, kadına karşı tutumunuzu sergilerseniz, genel müdür olursunuz! İçinde “Hasta olmak istemem/ Hastaneyi hiç sevmem/ Tayyip dede sayende / Doktor yokluğu çekmem!” dizeleri geçen şiir yazarsanız, genel müdür olursunuz. Umudum yeni atanan genel müdürler döneminde özgür sanat, özgür tiyatro örnekleri izlemek ve bu yazdıklarımda yanılmaktır, keşke yanılsam!
Yeri geldi hatırlatalım! Hal böyle olunca, ya da atamalara bakınca bu işte bir tuhaflık yok mu? Ben de hak etmiyor muyum, benim de hakkım değil mi diyerek insan rahatlıyor doğrusu!
Yeri geldi soralım! Eski vekiller, kazanamayan adaylar, gönül veren yandaşlar büyükelçi, vali yapılacaksa SBF mezunu, Mülkiyeli, dış işlerinde deneyimli, bürokraside söz sahibi, konunun uzmanı olanlar, uzman hariciyeciler ne iş yapacak? O okulları dereceyle bitirenler nerede konumlandırılacak?
Yeri geldi rakamların diline başvuralım! 86 milyonluk ülkemizin, çalışabilir nüfusu 65 milyon, işgücüne katılımı 34 milyon, aktif çalışanı 31 milyonken! Gerisi ne yapacak? Kaba hesapla 86 milyonun 55 milyonu çalışmıyorsa, bu kesim neyle ve nasıl geçinecek? Hani işsizlik olmasa, enflasyon olmasa, cari açık olmasa, bütçe açığı olmasa, zamlar olmasa iyi de ama var, hem de çok var…
Semt pazarında dolaşırken, fiyatların pahalılığı karşısında, istediğini alamayan; yurttaşın; “İnsanız canımız çekiyor, ama gücümüz yetmiyor, tek salatalık ver demeye utanıyoruz, esnaf tek tek vermiyor, biz kiloyla alamıyoruz!” bu göz yaşartan sözleri “ama” sız, “fakat” sız duyan kaç kişi var? Ya da var mı? Aslında bu tür sözlere arka çıkmak, çözüm aramak, taraf olmak muhalefete düşer. Umarım muhalefettekiler bir kez daha “ben yaptım oldu!” diyenlere hak vermezler. Hoş meraklı, endişeli, öfkeli yurttaşların kaygısını anlamayan, ülke betonlaşırken, yeşil alanlar kurutulurken, kentler yok edilirken, ormanlar kesilirken, vatan toprağı satılırken koltuk sevdasına düşenlerden bir şeyler beklemek biraz fazla saflık ama…
Tüm yazılanlar belli ki yönetenlerin ve yönetmeye talip olduğunu söyleyenlerin umurunda değil. Aksi halde taşı toprağı satmakla meşgul olanların karşısına çıkılır, alarm veren işsizlik için hesap sorulur, koltuk kavgasına düşülmezdi.
Yine ekonomik krizin bireylerin yaşam kalitesini düşürdüğü, parasal sorunlardan ötürü, spor etkinliklerine, canlı gösterilere, kültürel alanları ziyarete, arkadaş buluşmalarına bütçe ayıramayanların sosyal yaşamdan koptukları unutulmazdı.
Hatırlatma notu: Keşke muhalefettekiler arada bir Cumhuriyetin ilk yıllarına gidebilseydi! Okul bahçelerinin papatya tarlası olduğu yılları, fabrikaların geleceği dokuyan emekçilerin ekmek tahtası olduğu dönemleri, köylerde keman çalan delikanlıların geleceğin virtüözleri olduğu sistemi hatırlayabilseydi!
Yine illerde konser salonlarının, tiyatro salonlarının, resim heykel atölyelerinin arttığı yılları anımsayarak; Kendi buğdayını, kendi pirincini üreten Türk köylüsünü, kendi trenini, kendi gemisini, kendi uçağını yapan Türk girişimcisini hatırlatabilseydi!
Hava değişmese de moral vereceği kesin…