İyileşmeyecek yaralar vardır. Unutulmak gibi, ihmal edilmek gibi, ahde vefasızlık, gibi, sorumsuz sorumluların bitip tükenmeyen inişleri, çıkışları gibi! Mesela “21 metre karede yaşam savaşı veriyoruz!” diyen depremzede, “ne işimiz ne aşımız var!” diyen yoksul yurttaşlar, “bunun adı öğrenilmiş çaresizlik değil, öğretilen çaresizlik!” diyen hayalsiz gençler, “Benim diğer adım hüzündür!” diyen kadınlar gibi…
Yeter mi? Yetmez. Yetmedi, yetmiyor, bu gidişle de yetmeyecek. Çünkü biz konuşuyor, biz duyuyoruz. Nasıl yetsin, nasıl bitsin? Hele de sorumluluk, liyakat, özveri, değerbilirlik tedavülden kalkmışken. Kadın eşittir baskı- dayak demekken. “Bağırarak, haykırarak ağlamak istiyorum!” diyenlerin sayısı bu kadar artmışken. Köklü üniversitelerden iyi derecelerle mezun olmuş birçok genç maddi ve sosyal tatminsizlik nedeniyle geleceğini yurtdışında aramaya başlamışken. Ok yağmuru gibi durmadan inen zamlarla her gün yeni rekorlar kırılıp insanlar delik deşik olurken. Hele de kimi konular hiç ama hiç eskimez ve eksilmezken…
Bitmedi. Biter mi? Tarihe ve arşivlere altın harflerle, daha doğrusu alın teriyle yazılması gereken ancak sadece anılarda ve gönüllerde yaşatılan kahramanlar ve onların yapıtları bu kadar yok sayılırken. Kültürümüzün kalelerini, geçmişimizin değerlerini, insanlığımızın tüm kurumlarını elden çıkarmak haraç mezat satmak bu kadar yoğun ve yaygınken ve 85 milyon nüfusumuz içinde düzenli kitap okuyan sayısı 85 binken. Nasıl bitsin?
Yine geçmişi özlemek, durmadan iç hesaplaşmaya girişmek, o günleri derin ahlar çekerek hatırlamak, durmadan ışıklı, huzurlu, umutlu ve mutlu bir ülke hayalini kurmak insanı bu kadar üzerken ve iç ferahlatacak kişi ve kurumlara güven bu kadar azalmışken…
Nasıl bitsin, niye bitsin?
Her alanda ve her anlamda kaos ortamı yaratmak için durmadan zemin hazırlanırken, her şeyi hesaplı kitaplı belirsiz hale getirerek dümene geçenler bu kadar çokken, atılan tohumların meyvelerini toplamak için hamle üstüne hamle yapılırken. Niye bitsin?
Enflasyonda dünya birinciliğine doğru koşan ülkemizde yoksul sayısı 18.2 milyonu bulmasına rağmen yüksek tepelerde yaprak kımıldamazken! Ayrıca yönetim kademelerinde eğitim, yetenek, deneyim yok sayılırken. Nasıl bitsin?
Hele de son yıllarda en çok konuşulan konuların başında gelen göçlerle, ülkemize gelenlerle, ülkemizden gidenlerin sayısı bu kadar artarken. Girişimci Suriyeliler Türkiye’de 11 yılda 10 bin şirket açmışken! İşsizlikten kaçanlar, çocuklarının geleceği için gidenler, batıda rahat ederim diye düşünenler bu kadar çokken. 22 yılda üniversite sayısını 71’den 209’a çıkarmakla övünenlerin döneminde eğitimli işsiz mezunlar gitmek için başı çekerken. Niye bitsin?
Türkiye yüzyılı, şahlanma dönemi, Avrupa bizi kıskanıyor, lider ve oyun kurucu ülkeyiz, küresel aktörüz gibi abartılı sıfatların ve sanların havada uçuştuğu bir dönemde; devletleri ayakta tutan taşıyıcı kolonlar sistemsizliğin, sorumsuzluğun, sorumsuz sorumluların elindeyken. Ve de MEB Cumhuriyetin 100.yılına özel hazırlattığı “Türkiye Yüzyılı’nın Yüz Akı 100 Eseri” adlı albümde millet bahçelerini, Marmaray’ı, tünelleri ve Togg’u tanıtırken…
Devletin şefkatli eli giderek halktan uzaklaşırken, yurttaşın yuvası sandığı ve büyük emeklerle aldığı evler kalitesiz, yetersiz, sorumsuz, imar affından yararlanmayı alışkanlık haline getiren ilgililerden ötürü yerle yeksan olurken. Devlet hastanelerinde hastalara Kolonoskopi ve endoskopi randevusu 1 yıl sonraya verilirken. Nasıl bitsin?
ÇEDES kapsamında ve moral motivasyon adı altında; küçücük çocuklar cami temizlemeye, mezarlık temizlemeye götürülüp, sınıflarda şeytan taşlama tatbikatı yaptırılırken. Ve ülkemiz sessiz ve derinden değil açık seçik, göze soka soka buyruklarla yönetilerek hızlıca dönüştürülürken…
Demem o ki; Yazılıp çizilenler, özetlenip hatırlatılanlar yeter mi yetmez. Bu gidişle de yetmeyecek ve bitmeyecek Seçim vaatlerinin havada uçuştuğu bugünlerde hal ve gidişatı yine ve yeniden özetleme gereği duymamız bundan...
Ne diyor Konfüçyüs? “Üç büyük tehlike vardır. Akıllı insanların duygusuz oluşu, duygulu insanların etkisiz oluşu, etkili insanların akılsız oluşu!” Kime denildiği belli olmayan bu söze gel de gözlerini açarak bakma!
Füruzan’ı yitirdik: Yoksulun, yalnızın, iyinin, haklının hikâyelerinin yazarı, gençlik yıllarımızın unutulmaz eserlerinin güçlü kalemi yapıtlarını okurlarına emanet ederek göçüp gitti. “Parasız Yatılı, 47’liler, Benim Sinemalarım, Gül Mevsimidir” adlı kitapları kütüphanemde öksüz kaldı. Işıklar içinde uyu Füruzan! Gittikçe artıyor yalnızlığımız…