Sürdürülebilirlik kavramı üretim, tüketim, ticaret ve büyüme gibi ekonomik alanlar ile kültürel, siyasal, sosyal ve çevresel alanlarda giderek artan yoğunlukla kullanılmaktadır. Bunun temel nedeni, günümüz kaynaklarının gelecek nesillere kayıpsız bir şekilde aktarılabiliyor olmasının sağlanmaya çalışılmasıdır. Bu bakış açısıyla gıdada ve tarımda sürdürülebilirlik kavramı da dünyanın geleceği açısından son yıllarda daha fazla tartışılmaya başlamıştır.
1980’li yıllarda kavram olarak literatüre giren ve bugün yaşamımızın merkezine oturan sürdürülebilirliğin sözlük anlamı bir şeyin sürdürülebilir olması, durumunu devam ettirebiliyor ya da kendini yenileyebiliyor olması olarak tanımlanıyor. Sadece bu sözlük tanımı bile bize ne yapmamız gerektiğini söylüyor. Gıda üretiminde en büyük kaynak toprak olduğuna göre. Topraktan geleni yeniden toprağa göndereceğiz formül bu kadar basit.
Bugün olduğu gibi önümüzdeki yıllarda da tarım ve gıda en stratejik sektörler olarak hayatımızın merkezinde yer almaya devam edeceğinden, güvenilir gıdaya ulaşmanın sürdürülebilirliğinin sağlanması için de çiftçiden, sektör temsilcilerine, Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan akademik kuruluşlara kadar sektörün tüm paydaşlarının bir arada projeler üreterek iş birliği yapması çok önemli. Yerli üretimin artırılması için üretim zincirinin ilk halkasında yer alan çiftçilerin desteklenmesi ve güçlendirilmesi büyük önem arz ediyor.
Toprağı iyileştirmeli, gıdanın geleceği ve sürdürülebilirliğini sağlamalıyız.
Gelecek kuşakların sağlıklı ve refah içinde yaşaması için sürdürülebilir gıda konusu öncelikli olarak hayatımızda olmalı.
Unutmamalıyız ki, yaşadığımız dünya gelecek kuşaklara aktarmak için muhafaza etmemiz gereken bir miras.
Bunu da ancak, kaynakları düzgün kullanarak, planlı hareket ederek sağlayabiliriz
Tarımsal kuraklığı artık üretim sürecinde de hissediyoruz.
Kullanılan tarım ilaçları ve kimyasal gübreler toprağın yapısını değiştirdi.
Topraktaki besin zincirini sağlayan canlı mikroorganizmaların azalması toprağın verimini azalttı ve toprak nemini de kaybederek sıkışmaya başladı.
Bu yüzden bilinçsiz tarım uygulamaları ve kuraklıkla birlikte adeta çığlık çığlığa yanlışları bağıran toprağa kulak vermemiz gerekiyor.
Dünya nüfusunun önümüzdeki 30 yıl içinde yüzde 34 artarak 9 milyarı geçeceği tahmin ediliyor.
Bu artış beraberinde şehirleşmedeki büyümeyi de getirecek.
Yani üretenler değil tüketenler artacak.
Yüzde 34 artacağı beklenen nüfusun beslenmesi için gıda üretiminin yüzde 70 artacağı hesaplanıyor.
Üretimdeki bu artış önlem almazsak toprağı çok kısa sürede tüketmemize neden olacak.
Bu nedenle sürdürülebilirlik sadece devletlerin değil bireylerinde sahip çıkması gereken en önemli değer olarak karşımıza çıkıyor.
Gıda üretiminin çevresel etkilerini minimuma indirmek ilk yapılması gereken.
Tabii ki yapmak o kadar da basit değil.
Çünkü yüzlerce yıldır kullanılan kimi üretim yöntemlerini değiştirmemiz gerekiyor.
Nedeni ise bu yöntemlerin, gelecek nesillere zarar veren iklim değişikliği, kuraklık, biyolojik çeşitliliğin azalması gibi sonuçlarının olması. Toprağın yanında bir başka yaşamsal değerimiz suyun kullanımı da geleceğimiz için hayati önem taşıyor.
Ama bu nokta da bireysel su kullanımında tasarrufun tek başına yeterli olamayacağını unutmamamız gerekiyor. Çünkü hayvancılıkta ve tarımda kullanılan su, tatlı su kaynaklarının nerdeyse %70’ini kullanıyor. Asıl bu alanlarda bilinçli tüketim yaparak tasarruf sağlamamız gerekiyor.