Türkiye'de 2000'li yıllardan bu yana yaşanan sel baskınlarında artış gözlemlenmektedir.
İklim değişikliği ve sıcaklık artışları, buharlaşmaları etkileyerek su döngülerini değiştirmekte, yağışların yoğunluğunu ve sıklığını artırmaktadır.
Ayrıca, yanlış kentleşme ve yetersiz altyapılar, sel felaketlerinin şiddetini artırmaktadır.
Türkiye'de son 10 yılda her yıl 100'den fazla sel olayı yaşanıyor.
2022 yılında aşırı yağışlar nedeniyle 346 sel baskını yaşandı.
Sel felaketi, depremden sonra en büyük can ve mal kaybına yol açmaktadır.
Yaşanan sellere rağmen önümüzdeki 70-80 yıl içerinde Türkiye'nin yüzde 30'undan fazlasının tamamen ya da kısmen kurak olması bekleniyor.
Bu da doğal olarak tarım ve gıda üretimi başta olmak üzere çok ciddi bir tehdit oluşturuyor.
İklim değişikliği ve küresel ısınmaya bağlı olarak buharlaşmalar su döngülerini değiştiriyor ve yağışların şiddetini artıyor.
Aynı zamanda yağışların sıklığı ile görüldüğü yerleri etkiliyor ve şiddetli seller yaşanıyor.
Tüm bunlara ek olarak yıllardır süregelen yanlış kentleşme ve yetersiz altyapılar, yaşanan sel felaketlerinin ölçeğini ve şiddetini artırıyor.
Yapılan bilimsel çalışmalara göre ülkemiz genelinde nemli koşullar azalırken, yarı kurak veya kurak koşullara doğru kayma yaşanıyor.
Yaşadığımız yüzyılın sonunda, Türkiye’nin yüzde 30’undan fazlası tamamen ya da kısmen kurak olarak sınıflandırılacak.
Bu çalışmalardan çıkan sonuca göre kuraklıktan en fazla etkilenecek bölgelerin Orta ve Güneydoğu Anadolu olması bekleniyor.
Dünyayı etkileyen iklim değişikliği kuraklık olaylarının sıklığını ve şiddetini artırırrken, su kaynakları, tarım ve doğal ekosistemler üzerinde ciddi baskılara neden oluyor.
İşte tam da bu sebeple, iklim değişikliği ile mücadele, aynı zamanda kuraklıkla da mücadele anlamına geliyor.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz coğrafyası kuraklık tehlikesi söz konusu olduğunda dünyanın en riskli bölgelerinin başında geliyor.
Bu bölgedeki sıcaklık artışı, dünya ortalamasının üzerinde seyrediyor.
Kısacası Akdeniz coğrafyası ciddi anlamda tehdit altında.
Bölge ülkelerinden Türkiye’de pek çok ciddi etki ile mücadele ediyor.
Yeraltı su seviyelerindeki azalma, ekosistemlerin zarar görmesi, biyoçeşitlilik kaybı ve gıda güvensizliği akla ilk gelenler.
Yüzyılın stratejik sektörleri arasında bulunan tarım ve gıda sektörleri bu nedenlerle iklim değişikliği tehdidi ile karşı karşıyadır.
Dünya genelinde yapılan araştırmalar, kuraklığın somut olarak günümüzde başladığını ve ilerleyen zamanlarda daha da artacağını, tarımsal verimliliklerin düşeceğini, gıda fiyatlarında ciddi artışların olacağını öngörmektedir. İ
İklim değişiminin etkisinin artması, gıda üretim kaynaklarında adaptasyon için uygulanan çalışmaları artırmakta, kullanılan yöntemlerle, günümüzde gıda üretiminde sürdürülebilirlik sağlanabilmektedir.
Bölge ülkeleri de kuşku yok ki bu riskleri azaltmak için çaba sarf ediyor.
Tabii ki Türkiye’de bu yolda adımlar atıyor ama bu mücadeleyi vatandaşlarla birlikte top yekün vermek lazım.
Çünkü öncelikle kuraklık koşullarındaki değişiklikleri daha iyi anlamak ve yönetmekle işe başlamak gerekiyor.
Bu yapılabilirse hem bölgenin hem de Türkiye’nin iklim değişikliğine dayanıklılığı arttırılabilir.
Aynı zamanda da bölge ülkeleri su kaynaklarını, ekosistemleri ve tarımı koruyabilirler ve artan kuraklığa rağmen nüfuslarının refahını sağlayabilirler.
Günümüzde yaşanan bu etkileri azaltmayı ve bizden sonraki nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakmayı istiyorsak hem bireysel hem de toplumsal olarak bu sorunla başa çıkmayı öğrenmeliyiz.