Kültürsüzleşmenin Sessiz Yıkımı

Gastronomi kültürü, binlerce yıllık geçmişin damıtılmış bir özüdür. Ritüellerimiz, yemek alışkanlıklarımız ve sofra etrafında şekillenen değerlerimiz, toplumsal bağlarımızın bir aynasıdır. Maalesef günümüzde bu değerlerimizi tehdit eden “kültürsüzleşme” tehlikesiyle karşı karşıyayız.

Reha Tartıcı Yazar rtartici@gmail.com

Yemek insanlığın en temel ihtiyaçlarından biridir. Ancak yemek yalnızca karın doyurmak değildir. Aynı zamanda kültürümüzü yansıtan, bizi geçmişle bağlayan ve toplumsal bağlarımızı güçlendiren bir eylemdir.

Sofralar yalnızca bir masa değil, aileleri ve dostları bir araya getiren ritüellerin merkezidir. Fakat günümüzde bu ritüellerin yerini hızla bireysellik, acelecilik ve özensizlik alıyor.

"Kültürsüzleşme" dediğimiz bu tehlike, sessiz ama derin bir şekilde köklerimizi sarsıyor. Eskiden yemek, bir aileyi bir araya getiren, paylaşılan hikâyelerle zenginleşen bir deneyimdi.

Sofrada büyüklerimizin elinden çıkan yemeklerin lezzeti, yalnızca malzemelerden değil, içine katılan sevgiden gelirdi. Bugün ise bu bağlar zayıflıyor.

Ev yemekleri yerini dışarıdan gelen siparişlere, özenli sofralar ise telefon ekranlarının aydınlattığı masalara bırakıyor. Yemek sırasında yapılan sohbetler, günümüzün yoğun temposunda bir lüks haline geldi. Sofra başında geçirilen zamanı azaltan her tercih, bizi biraz daha yalnızlaştırıyor.

Misafirperverlik, Türk kültürünün en kıymetli hazinelerinden biriydi; bir insana yalnızca kapıyı değil, gönlünü de açabilmekti. Misafiri baş tacı olarak görmek, sadece bir nezaket göstergesi değil, toplum olarak benimsediğimiz güçlü bir duruştu. Ancak ne yazık ki bu kadim değer giderek gölgeleniyor.

Pek çok işletmede artık sıcacık karşılamalar yerine soğuk ve mekanik bir hizmet anlayışı hâkim. Güler yüzlü bir karşılamanın yerini, "Hadi, hemen yiyip kalksınlar!" düşüncesi almış durumda.

Eskiyle bugünü kıyasladığımızda, yalnızca lezzetin değil, ortamın samimiyetinin de eksildiğini görüyoruz.

Oysa bir sofra, yalnızca yemek yenilen bir yer değildir; insanları bir araya getiren, güven ve dostluk yaratan bir buluşma alanıdır.

Yemeğin yanında paylaşılan anılar, tatlı sohbetler ve içten kahkahalar sofrayı anlamlı kılar. Maalesef bu sıcaklık, acelecilik ve yüzeysellik arasında kayboluyor. Bugün biz fark etmiyor olabiliriz ama bu değişim köklerimizi sessizce zayıflatıyor.

Bir diğer kaybımız ise ritüeller. Eskiden ailenin tüm fertleri masaya oturmadan yemeğe başlanmazdı. Sofralar masadaki paylaşımlarla zenginleşirdi. Yemek, yalnızca bireysel bir ihtiyaç değil, toplumsal bir bütünleşme aracıydı.

Bugün ise bu ritüeller, modern hayatın telaşına kurban gidiyor. Sofraların sembolik anlamları yitiyor; yemek, ruhsuz bir tüketim eylemine dönüşüyor.Elbette değişen dünyayla birlikte gastronomi kültürümüz de dönüşüyor. Ancak bu dönüşüm, değerlerimizden kopmayı gerektirmiyor.

Geleneklerimizi modern yaşama adapte etmek mümkün. Sofraları bir araya gelmenin bir vesilesi olarak koruyabiliriz. Yemeklerimizi yalnızca damak tadımızı değil, ruhumuzu da doyuracak bir deneyime dönüştürebiliriz.

Çünkü büyük bir hızla yayılan kültürsüzleşme yalnızca lezzetlerin kaybına değil, aynı zamanda toplumsal bağlarımızın da zayıflamasına sebep oluyor.

Bunu önlemenin en basit yolu sofralarımızın bizi birbirimize bağlayan bir köprü olmaya devam etmesini sağlamaktan geçiyor.

Bunu yaparken de bir tabak yemeğin yalnızca karın doyurmadığını; aynı zamanda bir geçmiş, bir hikâye, bir bağ taşıdığı gerçeğini göz ardı etmemeliyiz.

Unutmayın!

Bu sorumluluk hepimizin. Değerlerimizi korumak ve sahip çıkmak istiyorsak bu sorumluluktan kaçmamalıyız.

Tüm yazılarını göster