Evet biliyorum…
Acımız derin…
Can kayıplarımız yürek parçalayacak kadar fazla. Ama dikkatlerden kaçmaması gereken bir konu daha var ki, bunu konuşmanın bence tam da zamanı!
Nitekim yüzyıllık bir kültürün gastronomik mirasları asrın felaketiyle birlikte tıpkı insanlarımız gibi enkaza gömüldü. Kültürel mirasların yok olmamasını, unutulmamasını sağlamak ve gerekli tedbirleri almak kadim Anadolu mutfak kültürüne karşı olan borcumuz.
Kadim Anadolu mutfağında önemli bir yere sahip olan aralarında Adıyaman, Kahramanmaraş, Gaziantep, Kilis, Diyarbakır, Malatya ve Antakya’nın bulunduğu şehirler yeniden inşa edilirken köklü geçmişlerinden gelen mirasın sürdürülebilirliğini sağlamalıyız.
Aksi takdirde sahip olduğumuz zenginliği geleceğe taşıma şansımızı kaybedeceğiz.
ÜRETİCİ VE İŞLETMECİLER UNUTULMASIN
Peki birinci önceliğimiz ne olmalı?
Her şeyden önce bu şehirlerde hala hizmet veren yerel üretici ve işletmelerin ayakta kalmasını sağlamalıyız ki onlar şehirlerine umut olsun.
Onlara sağlanacak destekle yaratılacak kaynak, gastronomik zenginliğimizin en önemli parçalarını oluşturan bu şehirlerin eko sistemini harekete geçirsin.
Böylece yapılan yardımların katma değerinin de artırılmasına ve sürdürülebilirliğine katkı sağlanabilsin.
Bölge ile ilgili ikinci önceliğimiz ise yıllardır bu şehirlerde hizmet veren ancak bu büyük felakette hasar görüp yok olma noktasına gelen işletmelerin sahiplerinin başka şehirlere göç etmesine engel olarak sahip oldukları kültürel mirası yaşatmaları için kaynak sağlamak olmalı.
Tabii ki bu söylemesi kolay ama uygulaması çok zor olan bir seçenek.
İMKANSIZ DEĞİL
Çünkü bu işletmeler çok büyük bir travma yaşadılar ve yaşamaya devam ediyorlar.
Yaşadıkları yıkım ve aldıkları hasar ile karşılaştıkları enkazın dışında bazıları kurucularını ve sahiplerini, bazıları çalışanlarını, birçoğu her ikisini ve neredeyse tamamı yakınları ile dostlarını kaybettiler.
Maddi kayıpların yanında yaşadıkları bu tarifi imkansız manevi kayıplar onları her şeyden vazgeçme noktasına getirdi
Bu psikolojiden çıkmaları hiç de kolay değil, ama sağlanacak desteklerle imkansız da değil.
İşte bizlerin sorumluluğu da tam bu noktada başlıyor.
Bölgeye ve şehirlere sağlanan yardımları sürdürülebilir kılarak uzun dönemli planlamalıyız.
Ve onları yeniden gastronomi eko sitemine dahil etmeliyiz.
Çünkü bunları yapamazsak Anadolu mutfağının en önemli zenginliğini oluşturan ve farklı yemek kültürlerinin temsilcisi olan işletmeler sahip oldukları kültürel hafızayı da yanlarına alarak başka şehirlere götürecekler ya da kepenklerini bir daha açmamak üzere kapatacaklar.
Biz de sahip olduğumuz gastronomik mirası, değerleri ve hafızayı kaybedeceğiz.
6 Şubat sabahı yaşadığımız bu büyük felaket sonrasında silkinip kendimize gelmeli ve onları yaşatmak için hepimiz çaba sarf etmeliyiz.
Biliyorum hiç kolay değil.
Ama bunu başarabiliriz.
Vakit kaybetmeden harekete geçmeli ve üzerimize düşeni elimizden geldiğince yapmaya gayret etmeliyiz.