Yılmaz Özdil: Türk milletinin nasıl tufaya getirildiği bin sayfa bile yazılsa…

Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, Barış Pınar Harekatı'nı değerlendirerek, ABD ile olan geçmişten günümüze ilişkilerdeki kritik noktaları masaya yatırdı.

Yılmaz Özdil: Türk milletinin nasıl tufaya getirildiği bin sayfa bile yazılsa…

Yılmaz Özdil, bugünkü "Beraber yürüdük biz bu yıllarda…" başlıklı yazısında,

"Dangalak mangalak ama, seviyorum ben bu Trump'ı. Türk milletinin nasıl tufaya getirildiği bin sayfa bile yazılsa… Onun bu kısacık itirafı kadar net anlatılamazdı!" dedi.

İŞTE ÖZDİL'İN ÇOK KONUŞULACAK YAZISI

1992…

ABD “davet edeceksiniz” dedi.

Bizimkiler “peki” dedi.

Barzani tarihte ilk kez Ankara'ya geldi.

Cumhurbaşkanı Özal'ın himayesindeydi.

MİT tesislerinde kalıyordu.

Başbakan Demirel tarafından ağırlandı.

Süklüm püklümdü.

Kürtçe konuşmasına izin verilmedi, Arapça konuşuyor, tercüman Türkçe'ye çeviriyordu.

TC pasaportu verdik.

Para verdik, silah verdik, buğday verdik, elektriğini vermeye başladık.

ABD öyle istediği için, elimizi vermiştik, şimdi sıra kolumuzu kaptırmaya gelmişti.

Sekiz ay sonra…

Ege Denizi'nde ortak tatbikat yapıyorduk. Amerikan uçak gemisi Saratoga'dan iki adet sea sparrow füzesi fırlatıldı, Türk muhribi Muavenet'in köprüüstü vuruldu. Beş şehit verdik, 22 yaralımız vardı.

ABD “pardon” dedi.

Yanlışlıkla vurulduğunu söyledi.

Halbuki, sea sparrowlar “yanlışlıkla düğmesine bastık” denebilecek türden füzeler değildi. Ateşleme için altı aşamadan geçiyordu, komutan onayı şarttı. “At ve unut” türünden, güdümlü mermi değildi. Ateşlendikten sonra hedefini vurabilmesi için rehbere ihtiyacı vardı, fırlatan geminin hedef gemiyi radarla aydınlatması gerekiyordu. Yanlışlıkla fırlatma ihtimali, milyonda bir bile mümkün değildi.

Peki neydi?

Irak'ı bölebilmek için, Kürdistan kurabilmek için, İncirlik ve Pirinçlik'te konuşlanan “çekiç güç” şarttı.

Ankara ayak diretiyordu.

Muavenet zart diye vuruldu.

Ankara mesajı aldı!

TBMM çekiç güç'ün süresini uzatmak zorunda kaldı.

Bir daha hiç ayak diretmedik…

Her defasında başımıza aynı şeyin geleceği belliydi.

(O nedenle, 2003 yılında Amerikan askerleri Irak'a girene kadar çekiç güç'ün süresini hep uzattık, hiç itiraz etmedik.)

Üç sene sonra, 1995…

CIA peşmergeleri örgütledi.

Saddam'ı devirmek için darbe organize etti.

Beceremediler.

Peşmerge aşiretlerinden değil silahlı kuvvetler, zabıta teşkilatı bile kurmak mümkün değildi, eğitimleri yoktu, savaşabilme yetenekleri yoktu, fiyaskoyla sonuçlandı.

CIA apar topar tahliye operasyonu başlattı.

Saddam hepsini imha etmesin diye, maşa olarak kullandıkları 10 bin civarında peşmergeyi yurtdışına kaçırdılar.

Aileleriyle birlikte Habur'dan Türkiye'ye soktular, Batman'dan nakliye uçaklarına bindirdiler, tee Pasifik Okyanusu'ndaki Guam adasına götürdüler.

Niye tee oraya götürdüler?

Çünkü, adeta Allah'ın unuttuğu yerdeki bu adada, ABD'nin en önemli hava ve deniz üslerinden biri vardı.

Bu sefer başarısız olan peşmergeleri, bir dahaki sefere başarılı olmaları için eğiteceklerdi.

Bazılarını Special Activities Division, Özel Operasyon Bölümü tarafından eğitip, adı üstünde, örtülü operasyonlarda kullanacaklardı.

Bazılarını da, akademik konularda eğitip, merkez bankası, nüfus idaresi, tapu dairesi, vergi dairesi gibi, yakında kurulacak olan Kürdistan'ın bürokrat kadrosunu yetiştireceklerdi.

Küçük bi pürüz vardı…

CIA'in peşmergeleri, ABD Adana Konsolosluğu denetiminde sınırdan geçirilip Silopi'deki hac konaklama tesislerine yerleştirilmişlerdi ama, pasaportları yoktu, nüfus cüzdanları yoktu.

Daha doğrusu, elbette vardı ama, Amerikalılar yok diyor, yok dedirtiyordu, maşalarının kimlik bilgilerini Türkiye'ye vermek istemiyorlardı.

Ne yapıldı?

Amerikalılar bize akıl öğretti.

“Sizin pasaport kanununuzda bu tür durumlara uygun madde var, parmak izlerini alın, geçirin” dediler.

Bizimkiler hık mık etti ama, geçirmiyoruz birader diyemediler.

Ankara'dan beş kişilik uzman ekip getirildi, peşmergelerin tek tek parmak izleri alındı, buyrun geçin denildi.

Parmak izi bilgileri, MİT arşivine kaldırıldı.

Üç sene sonra, 1998…

Guam'a götürülen peşmergeler artık iyice pişmiş, olgunlaşmış, “Guamerge” olmuşlardı.

Gene Türkiye üzerinden, bazıları da Ürdün üzerinden, Kuzey Irak'a sokuldular.

Bu dönemde… Kuzey Irak'taki otorite boşluğundan en fazla PKK faydalanmıştı, Kandil dağına iyiden iyiye yerleşmişti.

Özellikle Guamergeler döndükten sonra, PKK'nın bölgeye geçişi hızlanmıştı.

Peşmergeyle PKK'nın işbirliği ayyuka çıkmıştı.

Acaba… Guam'a götürülenler arasında PKK'lılar da var mıydı?

Bu sorunun cevabını bulmaya çalışan Türk istihbaratı, Barzani'ye haber saldı, PKK faaliyetleri hakkında konuşmak üzere, bölgedeki aşiret liderlerini toplantıya davet etti.

Randevu ayarlandı.

Kuzey Irak'ta, bizim kontrolümüzdeki bir adreste buluşuldu.

Biraz sohbet edildi, bilahare mevzuya gelindi.

Türk tarafı rahatsızlığını dile getirdi, aşiret liderleri sessizce dinledi.

O sırada çay servisi yapılıyordu.

Garsonlar, tabii ki garson değildi.

Çaylar içildi, çay bardakları garsonlar (!) tarafından toplandı, mutfağa götürüldü, o bardağı kim kullandıysa onun adıyla etiketlendi, kolilendi, Ankara'ya getirildi.

Guam'a götürülenlerin parmak izleriyle eşleştirildi.

Bingo…

PKK'ya açık destek veren 17 aşiret lideri, Guamerge'ydi!

Dört sene sonra, 2002…

ABD yönetimi Saddam'ın örtülü operasyonlarla devrilmeyeceğini idrak etmişti. Amerikan askerini getirip, bizzat savaşmak şarttı.

Amerikan askerleri girmeden önce, CIA'nin paramiliter güçleri öncü kuvvet olarak devreye sokuldu, Amerikan Kongresi paramiliter güçler için 189 milyon dolar ödeneğe onay verdi.

Saddam'ın ordusundan altı bin vatan hainini parayla devşirdiler.

Dile kolay, altı bin vatan haini satın aldılar.

Her birine uydu telefonu verdiler, mükemmel istihbarat ağı kurdular.

Saddam'ın ordusunu saniye saniye, konum konum takip etmeye başladılar, Saddam tuvalete gitse, Pentagon'un haberi oluyordu!

Bu operasyonu yürüten CIA ekibi, Türkiye'den yola çıkmıştı.

Kendilerine “kırık oyuncaklar grubu” diyorlardı.

Dünyanın pekçok ülkesinde görev yapmış, çok tecrübeli bir ekipti.

Arazi araçları ve cephane kamyonlarından oluşan konvoyla Süleymaniye'ye geldiler, üs kurdular.

Yeşil badanalı üsse “Antep fıstığı” adını verdiler!

Onların peşinden, para kamyonları geldi Süleymaniye'ye.

Yine Türkiye'den yola çıkmışlardı, konvoy konvoy geliyordu.

Karton kutuların içinde 100 dolarlık banknotlar vardı.

Bir milyon dolar, 20 kilo geliyordu.

Yaklaşan savaşın altyapısını hazırlamak, milis güç kurmak, sabotajlar yapmak için 100 milyon dolardan fazla nakit dağıttılar.

Hatta bir ara Talabani rica etti…

“100 dolarlık vermeyin, mümkünse 1'er 5'er 10'ar dolarlık banknotlar halinde verin” dedi.

Niye diye sordular?

“Herkeste 100'lük dolar var, kimsede 100 doların altında para yok, bir kahve içiyorsun, 100 dolar veriyorsun, kahvecinin elinde bozukluk olmadığı için üstünü veremiyor” dedi!

Amerikalıların cömertliği, rüşvetin bolluğu, peşmergeleri sıkıntıya sokmuştu yani!

Bu arada Türkiye ne yapıyordu derseniz… CIA raporlarına göre, Süleymaniye'deki üssü takip etmeleri için dört Türk istihbaratçı görevlendirilmişti, Amerikalıları takip etmek yerine, bir odaya kapanıp porno film seyrediyorlardı!

CIA ekibinin lideri, Türk istihbaratçılar hakkında şu hazin notu düşmüştü: “Ne yaptığımıza dair, amacımıza dair en ufak bilgileri bile yoktu, onlar odaya kapandıklarında biz Kürtlerle işbirliğini geliştiriyorduk.”

1 Mart 2003.

Akp “tamam” dedi ama, TBMM direndi.

CHP sayesinde ABD tezkeresi geçmedi.

Vay sen misin…

Hem TSK'nın hem CHP'nin imhası için düğmeye basıldı.

(Ergenekon, Balyoz, kaset.)

Ama ilk hamle 4 Temmuz 2003'teydi.

Tarih özel olarak seçilmişti.

4 Temmuz, Amerikan bağımsızlık günüydü.

Kafamıza çuval geçirdiler!

– Asrın liderimizin durumdan o kadar haberi yoktu ki, kafamıza çuval geçirilmeden bir gün önce ABD Ankara Büyükelçisi'ni resmi konutunda ağırlamış, onuruna yemek vermiş, kapıya kadar uğurlamıştı.

– Akp'nin durumdan o kadar haberi yoktu ki, kafamıza çuval geçirilmeden saatler önce, Akp'nin bakanları ve Akp'nin milletvekilleri, ABD Ankara Büyükelçiliği'ndeki bağımsızlık günü resepsiyonuna katılmışlar, Amerikalıları tek tek tebrik etmek için kuyruğa girmişlerdi.

– Genelkurmay başkanlığımızın o kadar haberi yoktu ki, kafamıza çuval geçirildiğinde, dönemin genelkurmay başkanı Hilmi efendi gezmeye gitmişti, İsrail'deydi.

– Türk Silahlı Kuvvetleri'nin o kadar haberi yoktu ki, Süleymaniye'de kafamıza çuval geçirilirken, Kerkük'teki ABD üssünün içinde bulunan Türk Özel Kuvvetler ofisinde, Türk subayları barbekü partisi veriyordu.

Süleymaniye'deki irtibat büromuz, ağır silahlı Amerikan askerleri tarafından basıldı, bordo bereli 11 subay ve astsubayımız kafalarına çuval geçirilerek, ters kelepçe takılarak, dipçiklenerek tutuklandı.

Binbaşımızın kaburgası kırıldı.

Turuncu renkli mahkum kıyafeti giydirdiler.

57 saat esir tuttular.

Mesaj gayet açıktı…

“Burası artık Kürdistan, burnunuzu sokmayın, kurcalamaya çalışmayın, defolun gidin” deniyordu.

Türkiye ayağa kalktı, Akp hariç!

ABD'ye nota verdiğimiz iddia edildi, üç saniye sonra bizzat asrın liderimiz yalanladı, “müzik notası değil bu, öyle her aklınıza estiğinde verilmez, ciddiyeti vardır” dedi!

Milletin kafasına çuval geçirilmiş, onurumuzla oynanmıştı ama, asrın liderimiz hâlâ yeteri kadar ciddi bulmuyordu!

– Kafamıza çuval geçiren Amerikalı askerlerin tercümanlığını biri kadın dört Türk vatandaşı yapmıştı, CIA görevlisi bir kadına bağlı olarak çalışıyorlardı, ilk mülakatları Ankara Hilton otelinde ABD tarafından kiralanan bir salonda yapılmıştı, eğitimleri ise yine Amerikalılar tarafından Mardin'de yapılmıştı, çuval hadisesinden sonra Türk tercümanlardan ikisi ABD'ye iltica etti.

– Kafamıza çuval geçirilirken, bir İngiliz vatandaşı da tesadüfen bizim karargahtaydı, maceracı bir kızı vardı, kısa süre önce Irak'a gelmişti, kayıptı, İngiliz baba kızını arıyordu, Amerikalılar baskın yaptı, bizim askerlerle birlikte İngiliz'i de tutukladılar… İngiliz'in yanlışlıkla tutuklandığı anlaşıldı, bırakıldı, İngiliz ülkesine döndü, ABD'de avukat tuttu, hırpalandım, aşağılandım, gururum kırıldı diyerek ABD'yi mahkemeye verdi, 10 milyon dolarlık tazminat davası açtı, ABD yönetimi İngilizle masaya oturdu, kaç para olduğunu bilmediğimiz miktar üzerinde anlaştılar, ABD tazminatı ödedi, üstüne İngiliz vatandaşından resmi olarak özür diledi.

– Hulusi bey kara kuvvetleri komutanıyken, ABD'ye gitti, kafamıza çuval geçiren Amerikalı komutanın eliyle “liyakat madalyası” taktılar, genelkurmay başkanı oldu, şimdi milli savunma bakanı.

2006…

İlk kez “Kürdistan haritası” ortaya çıktı.

Roma'daki NATO savunma koleji'nde brifing veren Amerikalı albay, Ortadoğu haritasını açtı, Türkiye'nin yarısında alenen “Kürdistan” yazıyordu!

Brifingi izleyen Türk subayları topluca salonu terketti, genelkurmay başkanlığımız olayı protesto etti ama… Açık ve seçikti, Kürdistan NATO projesiydi.

Gene 2006…

Akp hükümeti sayın ahalimizin gazını almak için “terörle mücadele koordinatörlüğü” icat etti.

Güya Amerikalı dostlarımızla (!) terörle mücadeleyi koordine edecektik, güya bize anlık istihbarat bilgileri vereceklerdi.

Bize nasıl anlık bilgi verdiklerini, bizzat terörle mücadele koordinatörümüz orgeneral Edip Başer anlattı…

“PKK'ya silah mühimmat nereden geliyor? Barzani'nin kontrolündeki Kuzey Irak'tan geliyor. Barzani kimin kontrolünde? ABD'nin kontrolünde… ABD tarafıyla dokuz defa toplantı yaptık, en son Beyaz Saray'da başkanın güvenlik başdanışmanıyla konuştuk, bir CD verdik, PKK'ya malzeme taşıyan kamyonun şoför mahallinde bir Amerikan askeri oturuyordu! Biz bunu Türk kamuoyuna anlatamayız dedim, biz hâlâ ‘Amerika bizim dostumuz' diyebilir miyiz dedim. Bu toplantıdan sonra Türkiye'ye döndüm, üç maddelik rapor hazırladım, ABD'deki muhatabım orgeneral Ralston'a bildirdim, 15 gün içinde cevap bekliyorum dedim, beni o gün görevden aldılar!”

Edip Başer'in yardımcılığını yapan tümgeneral ise, sayın hükümetimizin terörle nasıl mücadele ettiğini şöyle anlattı…

“Başbakanlıktan oda istedik, vermediler, fotokopi makinesi istedik, taa 6.5 ay sonra verdiler, faksımız bile yoktu, yan odalardan faks çektik, bilgisayarımız bile yoktu, cep telefonu vermediler, sorunları görüşmek için randevu istedik, randevu vermediler, hatta selam bile vermediler, bir tane sim kart verdiler, onu da yedi ay sonra verdiler, çay paralarını bile cebimizden ödedik, çayın şeker parasını bile biz ödedik.”

Sayın hükümetimiz PKK'yla işte bu şekilde mücadele ederken, Kandil dağında Murat Karayılan'la röportaj yapan İngiliz Daily Telegraph gazetesinin muhabiri Damien McElroy açık açık yazdı…

“Kandil dağında helikopter pisti var, spotlarla aydınlatması yapılıyor, Irak'ta görevli Amerikalı subaylar sık sık Kandil'e geliyor, örgütün lider kadrosuyla görüşmeler yapıyorlar, ABD hükümetinin Irak'ta çalıştırdığı özel güvenlik firmasına ait cipler de Kandil'deki kamplarda park halinde duruyor.”

2012…

Suriye'de içsavaş çıkartıldı.

Suriye'deki otorite boşluğundan faydalanmak isteyen Barzani, Kobani'ye girmeye karar verdi.

Sayın hükümetimiz esti gürledi.

Barzani'ye haddini bildiririz filan dendi.

Zırrr… Telefon çaldı.

Obama arıyordu.

Asrın liderimiz açtı, konuştular.

Beyaz Saray'ın resmi internet sitesine, bu telefon konuşmasıyla alakalı fotoğraf konuldu.

Obama'nın elinde beyzbol sopası vardı!

Kızılcık sopasının İngilizcesiydi!

“Barzani'ye dokunanın kafasını kırarım” mesajıydı.

E tabii, anında yelkenleri suya indirdik.

Barzani güçleri, Irak'tan Suriye'ye geçti.

Yetmedi…

Aynı sene, Barzani onur konuğu olarak Akp kongresine davet edildi.

Kürsüye çıkarıldı.

Kürtçe konuşma yaptı.

“Türkiye seninle gurur duyuyor” tezahüratıyla ayakta alkışlandı.

Yetmedi…

Barzani, Akp'nin Diyarbakır mitingine davet edildi.

Şivan Perver'e düet yaptırıldı.

Asrın liderimizle Barzani el ele kürsüye çıktılar, halkı selamladılar.

Asrın liderimiz ilk defa orada “Kürdistan” dedi.

Barzani, Kürtçe konuşma yaptı.

Yetmedi, 2014…

TBMM'den “yabancı silahlı askerlerin Türkiye'de bulunmasına izin veren tezkere” çıkarıldı.

Alenen, Kürdistan tezkeresiydi.

Takvimde başka gün yokmuş gibi, onurumuzla alay ederek, tam 29 Ekim'de Cumhuriyet Bayramı'nda… Barzani'nin silahlı kuvvetleri topuyla füzesiyle, Kürdistan bayraklarıyla, Türkiye topraklarında resmi geçit yaptı.

Habur'dan girdiler, Silopi, Cizre, Nusaybin, Suruç güzergahını katedip, Mürşitpınar sınır kapımızdan Suriye'ye, Kobani'ye geçtiler.

Bir bölümü THY uçaklarıyla geldi.

Kürdistan silahlı kuvvetlerini, Türkiye Cumhuriyeti'nin bayrak taşıyıcısı THY taşıdı.

Erbil'den bindiler, Şanlıurfa'ya indiler, karayoluyla devam ettiler.

Resmen şov yaptılar.

Kurbanlar kesildi, havayi fişekler fırlatıldı, halaylar çekildi.

Bazılarının üniformasında ABD bayrağı vardı.

Biji serok obama sloganları atıldı.

MİT eskortluk yaptı.

Mardin-Urfa yolunda acıktılar, benzin istasyonunun dinlenme tesisinde lahmacun yediler, lahmacunun parasını bile Türkiye Cumhuriyeti Devleti ödedi.

Türk milletinin haysiyeti böylesine ayaklar altına alınırken, Akp'nin başbakanı, stratejik Ahmet ne diyordu?

“Kobani'ye selam ediyorum, Kobani'deki kardeşlerimin alnından öpüyorum” diyordu!

2016…

Pentagon gizlisi saklısı olmadan, PKK'ya açık açık silah ve mühimmat vermeye başladı.

Şimdilik en az 5.000 tır gönderdiler.

Yazıyla beş bin tır!

2017…

Barzani, Ankara'ya geldi.

Başkentimizde, tarihte ilk kez, Kürdistan bayrağı göndere çekildi.

Akp'nin başbakanı Binali bey ne dedi?

“Kürdistan parlamentosu var, başbakanı var, kendine ait bayrağı var, tanınır” dedi!

25 sene önce Ankara'da Kürtçe konuşmasına bile izin verilmeyen süklüm püklüm Barzani, artık aynı Ankara'da bayrak çeker hale gelmişti.

(Aynı Akp iktidarında… PKK tanık, TSK sanık yapıldı, Pkk'yla Oslo'da masaya oturuldu, Kandil'le müzakere yapıldı, üniformalı PKK militanları Habur'da davul zurnayla karşılandı, Apo posteri taşımak ve PKK bayrağı açmak, kanunen suç olmaktan çıkarıldı, Murat Karayılan'ın Kandil'deki basın toplantısı Anadolu Ajansı tarafından naklen yayınlandı, TSK'nın PKK'ya operasyon yapması Akp valileri tarafından engellendi, Apo'nun Akp'ye oy isteyen mektubu Anadolu Ajansı tarafından servis edildi, Osman Öcalan TRT'ye çıkarıldı.)

Ve 2019…

Trump dümdüz söyledi.

“PKK bizimle birlikte çalıştı, onlar kendi toprakları için savaşıyorlar, silah ve büyük miktarda para verdik” dedi!

Dangalak mangalak ama, seviyorum ben bu Trump'ı.

Türk milletinin nasıl tufaya getirildiği bin sayfa bile yazılsa…

Onun bu kısacık itirafı kadar net anlatılamazdı!

Etiketler
Yılmaz Özdil