Yılmaz Özdil: Doğrusu, bana da çok mantıklı geldi…
Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, Kasım Süleymani'nin öldürülmesiyle başlayan ABD - İran krizini yazdı.
Yılmaz Özdil bugünkü yazısında yandaş medyayı ti'ye alarak; "Trump'ın salak olduğu, ABD'nin büyük yanlış yaptığı, İran'ın ABD'yi mahvedeceği filan anlatılıyor, “ABD'nin sonu geldi” diyen bile var." yorumunda bulundu.
Özdil, "Süleymani suikastı" başlıklı yazısında, "Doğrusu, dünya lideri gazetecilerimizin söyledikleri bana da çok mantıklı geldi… Çok şapşal şu ABD."
İŞTE ÖZDİL'iN YAZISI
1968…
CIA'in İstanbul'daki istasyon şefi Duane Clarridge, Gümüşsuyu'ndaki bir apartman dairesinin geniş penceresinden Dolmabahçe rıhtımını seyrediyordu.
★
Ev sahibi Betty Carp'tı.
Sovyet devrimi öncesinde Rusya'dan İstanbul'a kaçan, Macar kökenli Musevi bir ailenin kızıydı.
Henüz 16 yaşındayken, ABD'nin Osmanlı büyükelçisi Henry Morgenthau tarafından İstanbul'daki Amerikan Büyükelçiliği'ne santral memuresi olarak işe alınmıştı.
Rusça, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Almanca, Rumca ve Türkçe biliyordu.
Zekası, işbitiriciliği etkileyiciydi.
Daktilo memuresi yapıldı.
1919-1922 yılları arasında, milli mücadelemiz sırasında, Amerikan yazışmalarının tamamına şahit oldu.
Amerikan vatandaşı oldu.
Musevilikten Protestanlığa geçti.
ABD'ye götürüldü, istihbarat eğitimi verildi.
CIA'in kurucu başkanı Allen Dulles'in sevgilisiydi, evli ve üç çocuk babası CIA başkanıyla fırtınalı bir aşk yaşıyorlardı. Allen Dulles 1921'de İstanbul'da görev yapıyordu, o dönem tanışmışlardı.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra tekrar İstanbul'a döndü, artık santral memuru değildi haliyle, bildiğin CIA casusuydu.
İstanbul'da Ankara'da geniş çevre yaptı, bizim lavuk siyasiler ve angut bürokratlar, bu cıvıl cıvıl cilveli Amerikan güzelinin ağzının içine bakıyordu.
Yüzlerce vatan hainini devşirdi, muhbir haline getirdi.
CIA'in bu memleketi ahtapot gibi sarıp sarmalamasında, büyük emeği vardı.
“Ataşe” ayağıyla Türkiye'de 50 sene faaliyet gösterdi, 1964'te emekli oldu, İstanbul'dan ayrılmadı, 84 yaşında ölene kadar İstanbul'da yaşadı.
Hiç evlenmedi, mirasçısı yoktu, vaftiz belgeleri Tünel'deki Protestan Kilisesi'ndeydi, ikametgahı ömrü boyunca Beyoğlu'ydu, hiç ev satın almamıştı, antika eşyaları, paha biçilmez halıları ve Hacer isimli yaşlı hizmetçisiyle birlikte kirada oturuyordu.
★
1968…
CIA'in İstanbul'daki istasyon şefi Duane Clarridge, işte bu efsane casus kadının, o zamanlar 74 yaşında olan Betty'nin apartman dairesinden Dolmabahçe rıhtımını seyrediyordu.
★
“Tam bağımsız Türkiye” sloganları atan üniversite öğrencileri, Altıncı Filo'yla İstanbul'a gelen ve şehri gezmek üzere karaya ayak basan Amerikan bahriyelerini denize döküyordu.
Duane Clarridge, çaresizce ve öfkeyle seyrettiği bu manzarayı asla unutmadı.
Seneler sonra hatıralarını kitap olarak kaleme aldı, “Dolmabahçe'de gördüğüm manzara, terörizmle uğraşmamın başlangıcı oldu” diye yazdı!
★
Gayet netti.
Amerikan çıkarlarına karşı çıkmak “terörizm”di.
★
Yedi ay sonra, 1969.
Üniversite öğrencilerinin Altıncı Filo protestoları devam ediyordu, Taksim'de miting yapacaklardı, valilikten resmi izin alınmıştı.
“Emperyalizme Karşı Mustafa Kemal Yürüyüşü” yapacaklar, Beyazıt'tan başlayıp, Dolmabahçe üzerinden Taksim'e gireceklerdi.
Aniden…
Dinci basın devreye girdi.
“Müslüman Türkiye, komünistlere ölüm” manşetleri atılmaya başlandı.
Köşe yazarı kisvesi altındaki tetikçiler “memlekete ihanet eden bu hainleri toprağa gömme vakti gelmiştir” diye makaleler döşeniyordu.
“Ey müslümanlar, kızıl kafirlerle topyekün savaş kaçınılmaz olmuştur, sağ kalan gazi olur, canını veren şehitlik şerefini kazanır” diyen bile vardı.
Camilerin önünde megafonlarla anonslar yapıldı, cuma namazı çıkışında ahali kışkırtıldı, “cihada hazır olun, din elden gidiyor” deniyordu.
★
Gayet netti yani.
Amerikan çıkarlarına karşı çıkınca “din elden gidiyor”du.
★
Anadolu'nun çeşitli şehirlerinden otobüslerle sevkiyat yapılmıştı, eli sopalı, bıçaklı tipler getirilmişti, Taksim meydanında topluca namaz kıldılar, tekbir getirerek beklemeye başladılar.
Beyazıt'tan topluca 30 bin üniversiteli genç geliyordu.
Dolmabahçe'ye vardılar, Gümüşsuyu'ndan Taksim'e tırmanırken, güya güvenliği sağlayan polis-asker kordonuyla dar bir yürüyüş hattına sokuldular.
Tuzağa düşürülmüşlerdi.
Koşarak Taksim'e giren ilk 400 kişilik öncü grup, tekbir getirerek bekleyenlerin saldırısına uğradı.
30 bin kişilik ana gruptan kopmuşlardı, polis-asker kordonuyla saldırganlar arasında sıkışmışlardı.
Taşlar sopalar havada uçuşuyordu, polis-asker seyrediyordu.
Üniversitelilerden ikisi oracıkta hayatını kaybetti, bıçaklanmışlardı.
200'den fazla üniversiteli yaralandı.
★
Bu olay, tarihimize “kanlı pazar” olarak geçti.
★
Polis kalabalığa bakıyor, kolunda “mavi kurdela” varsa, dokunmuyordu.
Mavi kurdela, kimin hangi taraftan olduğunu gösteren etiket gibiydi.
Çünkü…
Anadolu'nun çeşitli şehirlerinden otobüslerle taşınan saldırganlar, İstanbul'a gelir gelmez, Milli Türk Talebe Birliği'nin Cağaloğlu'ndaki merkez binasına götürülüyor, kollarına “mavi kurdela” takılıyordu!
★
Duane Clarridge bu başarılı (!) faaliyetlerine devam etmek üzere, İstanbul'dan Ankara'ya geçti, 1973'e kadar başkentte görev yaptı.
★
Deniz'i astılar.
Yusuf'u astılar.
Hüseyin'i astılar.
“Yaşasın tam bağımsız Türkiye” diyen gençlerimize kıydılar.
Bu gençlerimize kıyanları, Tbmm'ye gönderdiler!
★
Aradan az zaman geçti, 1980 oldu.
★
İran-Irak savaşa tutuştu.
Humeyni'nin ordusu, Kuzey Kore ve Çin füzeleri kullanıyordu.
Saddam'ın ordusu, Rusya, Fransa ve Çin füzeleri kullanıyordu.
Birbirlerine fırlatıyorlardı.
★
İki tarafta da su gibi petrol vardı.
Musluklar şakır şakır para akıyordu.
ABD kovayı dolduramıyordu.
E, böyle olmuyordu tabii.
★
ABD başkanı Reagan'dı.
Reagan'ın başkan yardımcısı ise, bir zamanlar CIA başkanı olan baba Bush'tu.
Saddam'a elçi gönderdiler.
“Biz seni çok seviyoruz, dik duruşunu çok takdir ediyoruz, İran'a ideolojik olarak karşıyız, sana yardım edelim” dediler.
Rahmetli Saddam pek zekiydi!
Kabul etti.
★
İtalyan bankası Banca Nazionale del Lavoro üzerinden kredi verdiler.
Öylesine paraya boğdular ki… Irak devleti, Amerikan yardımı alan ülkeler sıralamasında üçüncülüğe yükseliverdi.
Saddam'ın kulaklarından bile dolar fışkırıyordu.
Elbette hepsi borçtu, geri ödenecekti.
Saddam'ın sırtını sıvazladılar, “arkadaşlar arasında paranın lafı bile olmaz, yeni kuyular açarsın, taksit taksit ödersin” dediler.
★
Silah satmaya başladılar.
Verdikleri parayı katbekat geri alıyor, aldıkları parayı borç olarak geri veriyor, borç olarak verdikleri parayı silah satarak geri topluyorlardı.
Kendisini çok zeki zanneden Saddam, halk arasındaki tabirle kulampara sarması'na girmişti.
★
Bu böyle tankla topla filan olmayacak dediler…
Sana çok daha büyük paralar verelim, teknoloji öğretelim, kimyasal ve biyolojik silahlar geliştir, İran'ın kafasına at, işi komple bitir dediler.
Şahane fikirdi!
Kendisini çok akıllı zanneden Saddam'ın aklına yattı.
Ufak ufak üretip, İran'a fırlatmaya başladı.
★
(Kaşla göz arasında, Kürtlerin kafasına da attı…
Çünkü, Barzani-Talabani, İran'ı destekliyordu.
Saddam fırsat bu fırsat dedi, onların kafasına da kimyasal attı.
Çoluk çocuk beş bin insan hayatını kaybetti.
Yani… “Biji Obama, biji Trump” diye tezahürat yapan, Amerikan bayraklı tişörtler giyen peşmergeler, aslında bizzat Amerikan füzeleriyle can vermişti.
Hatta… Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde Saddam'ın kimyasal silah kullanmasını kınayan bir karar alınacaktı, ABD ve İngiltere karşı çıktı, ret oyu kullandılar, “kimyasal silah filan yok, olsa bizim haberimiz olurdu” dediler!
O zamanlar Saddam önemliydi, beş bin Kürt ölmüş, elli bin Kürt ölmüş, Washington'ın umurunda bile değildi.)
★
Aynı günlerde…
Yarbay Oliver North diye bir arkadaş icat ettiler.
İran'a gönderdiler.
Güya İran'a ambargo uyguluyorlardı, kendi ambargolarını kendileri deldiler, mollalarla gizli gizli görüştürdüler, “biz aslında sizinle dost olmak istiyoruz, Saddam'a karşıyız, geçmişte aramızda yaşananları unutalım, size gizli gizli yardım edelim” dediler.
Tahran yönetimi düşündü taşındı…
Kabul etti!
★
Şah döneminde İran'a sattıkları Amerikan malı uçakların yedek parçalarını ve Amerikan malı gıcır gıcır füzeleri, İsrail şirketi üzerinden İran'a sattılar iyi mi…
★
İran yönetimi, Amerikan malı füzeleri Amerikan malı uçaklarla Saddam'ın kafasına attı.
Bunların karşılığında hem fahiş fiyatlar ödedi, hem de Lübnan'da Hizbullah tarafından kaçırılan Batılı rehineleri serbest bıraktı.
★
Bir taşla iki kuş vuran Beyaz Saray, neden üç kuş vurmayalım dedi…
İran'dan aldığı paraları, İsviçre ve Panama üzerinden, tee Nikaragua'ya götürdü, demokratik seçimle işbaşına gelmiş hükümeti devirmeye çalışan kontrgerillalara gizli gizli verdi.
★
Neden gizli gizli verdi?
Çünkü aslında, Amerikan Kongresi, insanlık suçu işleyen kontrgerillalara yardım yapılmasını yasaklamıştı!
CIA, kendi devletinin yasağını deliyordu.
★
Bu müthiş operasyonun beyni kimdi biliyor musunuz?
Bir zamanlar Türkiye'yi dizayn eden Duane Clarridge'tı!
★
1981 yılında CIA'in Güney Amerika operasyonlarının başına getirilmişti.
Yarbay Oliver North, emrindeki subaylardan biriydi.
★
Türkiye'yi ikmal durağı olarak kullandı…
İsrail ve Kıbrıs Rum Kesimi'nden havalanan St. Lucia Havayolları'na ait nakliye uçakları, Ankara Esenboğa'ya iniyor, oradan Tahran'a gidiyordu.
Resmi evraklarda petrol kuyusu malzemesi olarak görülenler, bildiğin füzeydi.
Aslına bakarsanız, Portekiz üzerinden Nijerya uçaklarıyla taşınacaktı ama, Portekiz “beni karıştırmayın” deyince, CIA'in istediği gibi at koşturduğu Türkiye üzerinden taşındı.
★
İran-Nikaragua rezaleti ortaya çıkınca, artist Reagan rol kabiliyetini kullandı, “benim bu casus filminden hiç haberim yok, her şeyi bu şerefsiz Oliver North tek başına yapmış” dedi.
Amerikan basını da “vay şerefsiz Oliver” manşetleri filan attı.
Oliver North'u yargılıyormuş gibi yaptılar, üç sene hapis cezası veriyormuş gibi yaptılar, temyizde bozdular, beraat ettirdiler.
★
Neticede…
Bir milyon İranlı öldü.
Yarım milyon Iraklı öldü.
150 milyar dolarlık yıkım oldu.
Belki de en hazin tarafı…
Birbirlerine sekiz sene boyunca füze attılar ama, İran-Irak sınırı bir santim bile değişmedi.
★
Ve 2020…
★
Bir zamanlar Saddam'ın Kuveyt'i işgal etmesini teşvik ve tahrik ettiği gibi, İran'ın da Irak'ta alan kazanmasına gözyuman ve açık açık önünü açan ABD… İran'ın ulusal kahramanı general Kasım Süleymani'yi şak diye öldürdü.
★
E haliyle merak edip, neler olup bittiğini anlamak için bakıyoruz bizim televizyonlara…
Trump'ın salak olduğu, ABD'nin büyük yanlış yaptığı, İran'ın ABD'yi mahvedeceği filan anlatılıyor, “ABD'nin sonu geldi” diyen bile var.
★
Süleymaniye'de kafamıza çuval geçiren ABD'nin Süleymani'yi öldürmesini böyle yorumluyorlar.
★
Doğrusu, dünya lideri gazetecilerimizin söyledikleri bana da çok mantıklı geldi…
Çok şapşal şu ABD.
Pentagon ne yaptığını bilmiyor.
Özellikle CIA'in hiç kafası çalışmıyor!