AP'nin kabul ettiği raporda Türkiye için ağır suçlama: 'Bu, bayağı sert bir itham'
Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu, Türkiye ile tam üyelik müzakerelerini askıya alması çağrısında bulunan raporu kabul etti. Dr. Kadri Taştan raporu değerlendirdi.
Türkiye’de 18 ve üstü yaş nüfusunu temsil eden 2006 kişiyle, 29 ilin kentsel ve kırsal bölgelerinde yüz yüze görüşmelerin yapıldığı Avrupa Birliği Algı Araştırması’nın sonuçları açıklandı.
Sorbonne Üniversitesi’nden ekonomi ve Avrupa çalışmaları alanında doktora derecesi bulunan, çalışmalarını Türkiye-AB ilişkileri, Türkiye-transatlantik ilişkileri ve AB entegrasyonu üzerine sürdüren German Marshall Fund (GMF) Kıdemli Araştırmacısı Dr. Kadri Taştan’ın da yer aldığı ekibin çalışmasından çarpıcı veriler elde edildi.
Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu, Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin askıya alınması çağrısında bulunan raporu kabul etti. Yakın zamanda sonuçları açıklanan “Avrupa Birliği Algı Araştırması”nın yürütücülerinden Alman Marshall Fonu (GMF) Kıdemli Araştırmacısı Dr. Kadri Taştan raporu değerlendirdi.
Taştan, "AP, raporu referans vererek Türkiye’de ciddi bir yolsuzluk olduğunu ifade ediyor. Bu, bayağı sert bir itham. AB diğer beş kriterle birlikte bu kriterin halen karşılanmadığını düşündüğü için de vize muafiyeti tanımıyor. Arada bir duvar gibi görünüyor" dedi.
Cumhuriyet'ten İpek Özbey'e konuşan Taştan, şunları kaydetti:
- Yakın zamanda yapılan “Avrupa Birliği Algı Araştırması” Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine güçlü bir desteğin olduğunu ortaya çıkardı. Aslında gençler AB’ye katılımı destekliyor, ama üye olunabileceğine ilişkin inançları düşük... Avrupa niçin isteniyor, oradan başlayalım mı?
Tabii ki, AB’ye katılımı destekleyenlerin hepsi aynı motivasyonla hareket etmiyor. Ekonomik refah motivasyonuyla isteyenler de var, demokrasi ve insan haklarına getireceği veya getirebileceği iyileşmeyi düşünerek destekleyenler de... Türkiye’de AB’ye katılımı farklı toplum kesimlerinin farklı motivasyonlarla desteklemesi gayet normal tabii. Fakat burada dikkati çeken, gençlerde hak ve hukuka getireceği iyileşme dolayısıyla bu süreci desteklemenin daha yüksek oluşu.
- ABD’yi ulusal çıkarlar açısından en büyük tehdit olarak gören araştırma sonuçları, AB ile yakın işbirliğini öneriyor. Neden ABD tehdit görülüyor da AB ile yakın işbirliği önemseniyor?
Amerika’ya toplumun farklı kesimlerinde, farklı hassasiyetlerden ve ideolojik gerekçelerden dolayı hep bir tepki var olageldi. Amerika-Türkiye ilişkileri daha çok, güvenlik odaklı ve elitlerin eliyle yürütülen bir ilişki seti oldu. Son yıllarda bu ilişki seti de büyük hasar gördü. Amerika’nın özellikle Ortadoğu’daki politikaları genelde Türkiye’de, Türkiye’ye tehdit olarak algılanıyor. Oysa AB, bütün sorunlara rağmen, halen Türkiye’nin politik ve ekonomik olarak daha gelişmiş ve daha demokratik bir ülke olması için bir çıpa olarak görülmeye devam ediyor. Dolayısıyla AB ile daha yakın işbirliğinin Türkiye’de siyaset ve ekonominin daha demokratik ve şeffaf olmasını destekleyeceğini düşünüyor insanlar. Zaman zaman bu kesimler yer değiştirebiliyorlar. Örneğin 2000’lerin başında AK Parti’yi destekleyenler belki daha çok AB taraftarı iken, bugün AK Parti karşıtları daha çok AB ile işbirliğini önemsiyorlar. AB’nin bir dış aktör olarak kullandığı dilin ve yöntemlerin Türkiye’de tehdit olarak algılanmadığının da göstergesi bu.
- Daha birkaç gün önce Avrupa Parlamentosu Dönem Başkanı Portekiz Dışişleri Bakanı, Türkiye’de hukuk devleti ve temel haklara saygı konusunda kaygıları olduğunu söyledi. Sonuçta AP, tam üyelik müzakerelerini askıya alması çağrısında bulunan “Türkiye 2019-2020 Raporu”nu kabul etti. Avrupa bize ne söylüyor?
AB Parlamentosu aslında ilk defa müzakerelerin askıya alınmasını tavsiye etmiyor. Bunu ilk defa 2017 Temmuz ayında yaptı. Fakat bir bağlayıcılığı olmadığı için, Türkiye’de çok da dikkate alınmadı. AP, tabii AB içerisinde gittikçe önemi artan bir kurum ve ayrıca seçimle gelen insanların bulunduğu tek AB kurumu niteliğinde. Türkiye’nin halen bir aday ülke olarak nitelendirildiği belki de tek AB kurumu, o yüzden Türkiye’deki politik durumu göz önünde bulundurursak bu yönde bir tavsiyede bulunmasına şaşırmamak gerekiyor. AB Konseyi gibi ya da AB Komisyonu gibi kurumlar, artık Türkiye’yi aday bir ülke gibi görmedikleri için ve şu anda adaylık sürecinin bu şekilde buzdolabında durmasının reel politik bağlamında daha az maliyetli olduğunu düşündükleri için, konuyu dillendirmiyorlar bile. Dolayısıyla AP’nin raporu bize genelde AB içerisinde düşünüleni, ama reel politik gerekçelerle şimdiye kadar yapılmayanı ifade ediyor.
- Türkiye 20 gündür bir suç örgütü liderinin Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı’na yönelik çok ciddi iddialarını adeta dizi film gibi izliyor, ancak henüz hiçbir savcı olayı soruşturmak için adım atmadı... Siz Brüksel’desiniz, Avrupa Birliği bu olayı nasıl izliyor?
AB, bu olaya dair hiçbir açıklamada bulunmadı bugüne kadar. Bir iki gazetede yazı çıktı sadece. Ben olup bitenin pek anlaşıldığını da zannetmiyorum. Şu an sadece sessizce izleniyor.
- Ancak başka skandallar da var: Örneğin bir bakanın da adı ciddi yolsuzluk iddialarına karıştı, ne var ki TBMM soruşturmaya onay vermedi. Yolsuzlukla mücadelede kapsamlı ve caydırıcı bir yol haritasının hazırlanmasının önemine vurgu yapan AP ile aramızdaki duvarlardan biri de yolsuzluk değil mi?
AP’nin raporu, komisyonun 2020 raporunu referans vererek yolsuzlukla mücadelede ilerleme kaydedilmediğini belirtmenin yanında, Türkiye’de ciddi bir yolsuzluk olduğunu ifade ediyor. Bu bayağı sert bir itham. Yolsuzlukla etkin mücadele, biliyorsunuz, vize muafiyeti için Türkiye’nin karşılaması gereken kriterlerden de biri. Dolayısıyla, AB diğer beş kriterle birlikte bu kriteri halen karşılamadığını düşündüğü için de vize muafiyeti tanımıyor Türkiye vatandaşlarına. Sizin tanımlamanızla, arada bir duvar gibi görünüyor bu çerçevede düşünürsek.
AVRUPALILARLA DOSTANE İLİŞKİ KURACAK BİR İKTİDAR BEKLENTİSİ VAR
- Rapor, “Türkiye’de büyük bir muhalefetin var olduğu unutulmamalı” vurgusunu yaptı. Bu desteği nasıl okumalı?
Raporlara çok yansımasa da Brüksel’de çok sık dillendirilen bir bakış açısı bu. Bunun bir sebebi, Türkiye’de iktidar ile AB’li yöneticiler arasındaki diyalog sorunu ve yıllardır zaman zaman şiddetlenen politik krizler. Dolayısıyla bunun altında Türkiye’de bir gün iktidarın değişip yerine Avrupalılarla daha dostane ilişki kuracak bir iktidar beklentisi ve inancı yatıyor. Yani bir anlamda, Avrupalıların tanımıyla ve bakışıyla söylersek Türkiye’nin halen tamamen “kaybedilmediğinin” ifadesi olan bir yaklaşım. Türkiye’yle ilişkilere uzun dönemli bakma çabasının ifadesi bir bakıma. Bir diğer sebebi de Türkiye’deki AB yanlısı muhalefeti küstürmeme çabası sanırım.
ÜLKÜCÜ-ERMENİ ÇATIŞMASI TEHDİT OLARAK GÖRÜLÜYOR
- AP ilk defa bir Türkiye raporunda ülkücü hareketin “AB terör örgütleri listesine eklenmesi” fikrini gündeme taşıdı... Nereden çıktı bu gündem?
Türkiye’deki siyasi çekişmelerin ya da çatışmaların AB ülkelerine, orada bulunan Türkiyeli farklı etnik ve ideolojik kesimleri temsil eden gruplar tarafından ya da bazen Türkiyeli politikacılarca Avrupa’ya taşınması yeni olmasa da son yıllarda yoğunluğunu artırdı. Fransa bu ülkedeki ülkücü grupların karıştığı öne sürülen olaylar nedeniyle bu grubu yasakladı. Bu da bu konuyu AB parlamentosunun raporuna taşıyan bir unsur olmuş olabilir.
- Paragrafı aynen okuyorum: “Ülkücü hareket özellikle Kürt, Ermeni ve Yunan kökenliler ve muhalif olarak gördükleri her şahıs için tehdit oluşturuyor...” Nasıl yorumlanabilir?
Lyon’a yakın bir yerleşim yerinde Ermeniler ve ülkücüler arasındaki gerginlik ve ülkücülerin sokakta Ermenilerin aleyhine tehdit içeren sloganları Fransa’da bayağı gündem oldu. Bu tarz çatışma konularının Avrupa’ya taşınmasını ciddi bir tehdit olarak görüyor Avrupalılar.
TÜRKİYE’NİN KATILIMINI DESTEKLEYEN GRUPLAR AZALDI
- Türkiye’de şöyle bir rüzgâr var: “Avrupa Birliği biz ne yaparsak yapalım, bizi almayacak... AB ikiyüzlü davranıyor...” Aslında araştırmanızda da yüzde 53’le “Türkiye’yi kabul etme niyeti yoktur, sadece oyalamaktadır” görüşü hâkim. Doğru bir bakış açısı mı?
Sınırlı da olsa, biraz açmak gerekse de haklı bakış açısı evet. Bunda Avrupalıların, Türkiye’nin AB katılım sürecini tartışırken ne yazık ki tartışmayı sadece AB’nin politik ve ekonomik kriterleri üzerinden yapmayıp bir de kültürel ve dini unsurları tartışma konusu yapmalarından kaynaklanıyor. Bir de tabii, AB’nin 2000’lerin başında Türkiye’ye kapılarını açar açmaz kapatmasının da bu algıda ciddi bir katkısı var. Fakat Türkiye’yi AB’de görmek isteyen çevreler de vardı ki Türkiye’yle katılım süreci başlatıldı o tarihte. Dolayısıyla bir tek Avrupa’dan bahsetmek mümkün değil. Avrupa’da bundan 15-20 yıl öncesine göre Türkiye’nin AB’ye katılımını destekler çok daha az bir grup var. Bunun da hem global düzeyde, hem AB içerisinde hem de Türkiye’de olup bitenle ciddi ilişkisi var.
- Yani?
İnsan hakları ve demokrasi anlamında geriye gidişten bahsediyorum...
- Bu tavsiye kararları, örneğin “Ermeni soykırımı”nı tanıma çağrısıyla işi yokuşa sürmüş olmuyor mu?
Avrupa Parlamentosu’nda farklı siyasi gruplar var ve bu tavsiyenin hangi gruplarca ya da kişilerce raporu koyulduğunu bilmeden bu soruya yanıt vermek zor.
- Türkiye’nin AB üyeliğini kolaylaştıracak faktörleri soruyorsunuz. Birinci sırada ekonomi, ikinci sırada insan hakları, üçüncü sırada hukuku sayıyorlar. AB açısından bu sıralama nasıl?
AB açısından, bu sıralamayı yapmak için elimizde bir veri yok, yapılan bir araştırma yok, fakat yine de şunu söylemek mümkün: Sıralama her AB ülkesinde yer değiştirebileceği gibi, farklı AB kurumlarında da yer değiştirecektir. Bu da AB içerisinde karar almayı güçleştiren bir unsur. Şunu da belirtmekte fayda var: AB’de Türkiye’nin AB üyeliğini kolaylaştıracak aktörler tartışılmıyor bile artık. Dönen tartışma “Türkiye ile ilişkileri nasıl normalleştirebiliriz”in kriterleri tartışması. Bu tartışmada bile sıralama kriterleri ülkeden ülkeye ve kurumdan kuruma farklılık göstermekte.
- Olmazsa olmaz dedikleri, ortak bir konu yok mu?
Avrupa Parlamentosu’nda öncelik insan hakları ve demokrasi alanında iyileşmeyken, Avrupa Konseyi’nde öncelik Doğu Akdeniz’deki tansiyonu düşürülmesi örneğin.
DEMOKRASİNİN KALİTESİNE LİTMUS TESTİ
- Osman Kavala, Selahattin Demirtaş kararları, siyasi partilerin hedef olması, İstanbul Sözleşmesi kararı, otoriterleşme, medyaya baskılar ve Doğu Akdeniz, dış politikada askeri seçenek kullanımı rapordaki eleştiri başlıklarıydı...
Bahsettiğiniz konular Avrupa’daki Türkiye algısının oluşmasında önemli bir rol oynuyor ve Brüksel bu konuları adeta Türkiye’deki demokrasinin kalitesi açısından litmus testi olarak görüyor.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kendimizi başka yerlerde değil, Avrupa’da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile kurmayı tasavvur ediyoruz” diyor. Söylemle eylem arasında bir çelişki yok mu?
Cumhurbaşkanı bu mesajı, ilişkilerin AB ile dibe vurduğu ve Türkiye’nin sadece AB ile değil ABD ile ve diğer bölge ülkeleriyle de sorunlarını diplomatik yöntemlerle çözme arayışına girdiği bir dönemde sarf etti. Dolayısıyla bu ifadeyi AB’ye uzatılmış bir zeytin dalı olarak da görebiliriz. AB de zaten bu zeytin dalını kabul etti ve karşılığını verdi.