Mariupol'den kaçan Türkiye vatandaşı anlatıyor: 25 gün ölümle yaşadık

Ukrayna'daki savaşın en şiddetli seyrettiği kentlerden biri olan Mariupol'den kaçmayı başaran Türkiye vatandaşı Devrim Çiner, savaşın içerisinde geçirdiği 25 günü anlattı

Mariupol'den kaçan Türkiye vatandaşı anlatıyor: 25 gün ölümle yaşadık

Mariupol, Ukrayna'da savaşın en yoğun yaşandığı şehirlerden. Savaştan önce kente yerleşmiş Türkiye vatandaşlarından Devrim Çiner, ailesiyle birlikte 25 gün boyunca savaşın içinde kaldı.

Geçtiğimiz günlerde kentte çıkmayı başaran Çiner, yaşadıklarını BBC Türkçe'den Mahmut Hamsici'ye anlattı.

Türkiye vatandaşı Devrim Çiner, yaklaşık iki yıl önce Mariupol'e gitmiş.

Ukraynalı eşinin Mariupollü olması nedeniyle, Çiner de bu kente yerleşmiş.

"Mariupol, deniz kıyısında gayet sakin bir şehirdir. Bizim de hayatımız savaştan önce sakindi. Eşimle, çanta ve çocuk elbiseleri sattığımız bir internet mağazamız vardı" diye anlatıyor savaş öncesi günlerini.

Rusya Ukrayna'yı 24 Şubat'ta işgale başladığında birçok Mariupol sakini gibi Çiner ve ailesi de iyimser olmaya çalışmış.

Ama savaşın başlasa bile kısa süreceğine ya da yıkımın bu boyutta olmayacağına dair iyimserlikleri kısa sürmüş.

"ŞEHİR BİR İKİ GÜN İÇİNDE APOKALİPTİK BİR EVRENE DÖNDÜ"

Savaştan sonra her şeyin ne kadar hızlı değiştiğine bugün dahi inanamıyor Çiner:

"Şehir, bir iki gün içinde apokaliptik bir evrene döndü".

İşgalin ilk günlerinden itibaren uzaklardan bomba seslerini duymaya başlamış.

Ama günler geçtikçe bomba sesleri yaklaşmış.

Birkaç gün sonra üst üste elektrik, su ve doğalgaz kesilmiş.

Önce bankalar sonra da marketler kapanmış.

"MECBUREN BEN DE YAĞMA YAPTIM"

Bu sırada şehirde yağma olayları başlamış. Birçok Mariupol sakini gibi Çiner bunu yaptığını anlatıyor:

"Benim hayatta hiç yapmayacağım bir şeydir. Biri sırada başka birinin önüne geçse ben müdahale ederim. Ama düşünüyorum evdeki malzemelere bakıyorum, yetmeyecek.

"Bir markete gittim ki zaten yağmalanmış. En son kalan yedi sekiz ekmek, iki tane donmuş balık, bir iki pirinç paketi vardı. Onları alıp torbaya doldurdum. Bir gün o markete gider bunların parasını veririm. Bu arada kimileri alıveriş merkezlerini, elektronik eşya dükkanlarını falan da yağmaladı."

Çiner'in aktardıkları savaşın daha ilk günleri.

O günlerde Türkiye Dışişleri Bakanlığı yetkilileri Çiner'i aramış, tahliye işlemleri için bilgilerini almış ve ailesiyle evde beklemesini istemiş.

Çiner, çevresindeki Türk vatandaşlarıyla risk alarak yola çıkıp şehirden ayrılmayı değerlendirmiş. Ama yolun çok riskli olduğunu düşünüp bunu yapmamışlar.

Bu arada telefon sinyalleri de kesilmiş:

"Ve bir yandan da bombalar bize doğru gümbür gümbür geliyor. Bombalar önce bir kilometre ilerideydi, sonra 500 metre, sonra 100 metre, sonra 50 metre. Belli ki kıyamete doğru gidiyoruz."

Bombalar artık çiftin evini sarsmaya başlamış. Dışarı çıktıklarında yollarda cesetlerle karşılaşır olmuşlar.

Eşinin annesi ve ninesi de bu arada çiftin evine gelmiş.

"SU İÇİN KARIN ERİMESİNİ BEKLİYORDUK"

O günlerde artık hiçbir imkanları kalmadan yaşadıklarını anlatıyor Çiner:

"Su almanız lazım, dışarı çıkıyorsunuz roket düşüyor. Bunu bir filmde görsem, 'Adama bak, bu kadar şeyin arasında su almaya gidiyor' diye düşünürdüm ama başıma geldi. Kuyu gibi bir yerden su alıyorduk. Eşimle onu almak için üç kilometre falan yürüyorduk. O suyla da el yıkamazsanız, o kadar kötü. O suyu kaynatıp içiyorduk. Tuvalet veya el yıkamak için karın erimesini bekliyorduk. Veya çamurlu su birikintisi vardı onları topluyorduk.

"Burada donuyoruz. Eksi 10 derece. Mart geldi hava daha iyiye gider diye düşünüyoruz. Gitmiyor. Battaniyelere sarılıyoruz. Yedi sekiz gibi uyuyoruz, altı yedi gibi uyanıyoruz. Geceyi uyuyarak geçirmeye çalışıyoruz. Bomba seslerinde ev sallanırsa uyanıyorsun, sonra yine uyuyorsun.

"Yağmalamadığımız ekmekler bizi götürdü. Her şey bitince biraz bulgur, biraz pilav vardı, onu yedik. Sokağa çıkıyoruz, herkes evin önünde, taş üstüne ızgara koyuyor, çalı çırpı yakıp orada yemek yapıyor. Bulaşık da yıkayamadığımız için pilavı tencereden yiyoruz. Roketlerin ıslık gibi bir sesi var. İnsanlar bir şey pişirirken o ses gelince kaçıyor."

"APARTMANIMIZA BOMBA DÜŞTÜ"

Bombalar iyice yaklaşınca Çiner, ailesiyle birlikte bu evden ayrılıp şehrin merkeze biraz daha uzak noktasındaki, kayınvalidesinin evine geçmeye karar veriyor.

Ve aynı gün kendi apartmanı bombalanıyor:

"Bizim ilerideki yüksek binalar bombalanıyordu. Bize yaklaşıyordu. Dedim 'Gidelim'. Eşyaları topladım. Tam o sırada roket bizim binanın ilk katına çarptı. İlk kat iptal olmuş. Onu duyunca bizimkileri içeri attım, arka odaya girdik.

"Ondan bir sonraki roket bizim yan çatıya düştü. Onun dalgası da bizim salonu, koridoru ve mutfağı paramparça etti. Camlar, televizyon paramparça oldu. Evin demir kapısı tamamen dışarı çıktı.

"KESİLMEYİ BEKLEYEN KOYUN GİBİ HİSSEDİYORUZ"

"Hemen aşağıya indik. Kapıya dizildik. Yüzlerde çok kötü bir ifade. Hepimiz kesilmeyi bekleyen koyun gibi hissediyoruz. Dışarıda 'Dört kişi öldü' dediler. Annenin evine dört beş kilometre var. O yolu yürüyeceğiz.

"Ama bu sefer bir uçak şehri bombalamaya başladı. Binaların üstüne atıyor. Uçak her geçtiğinde bekliyoruz. Sonra bir yüz metre daha yürüyoruz. Elimizde eşyalar var. Sırtımda kedim var. Bombaların arasında annenin evine kadar gittik."

"SOKAKLARDA CESETLER VAR"

Sonrasında günlerce bu evde yaşıyor aile üyeleri.

Bu arada Çiner ve eşi dışarı çıkmak zorunda kalıyor. Gördüklerinin korkunç olduğunu anlatıyor Çiner:

"Bir Ukrayna tarafı atıyor bir Rus tarafı. Arabalar patlıyor. Sokaklarda cesetler var. Parkta yürüyoruz. Bir yerde bir roket parçası, yanında bir ceset var."

Tahliye olabileceğini düşünerek Kanuni Sultan Süleyman Camii'ne de uğruyor aile üyeleri:

"Bir gün camiye gittik. O gün eşimle su da alacaktık. Caminin hemen altında da su alınacak bir yer var. Cami, Türklerin toplanma alanı olmuş. Camide Mehmet Hoca vardı. Onunla görüştüm. İçeriye girip oturduk. Tahliye yoktu.

"Camide sığınan Ukraynalılar vardı. Birkaç Türk vardı. Hoca da tedirgindi. Su aldığımız yerde kanlar vardı. Bir gün önce orada Ruslar, yedi sekiz kişiyi su alırken, uçaktan vurmuşlar. İki ölü varmış. Yaralananları camiye almışlar. Ambulans yok, hastaneler yüzde 10, yüzde 20 kapasiteyle çalışıyor."

Çiner, kayınvalidesinin evinin bulunduğu yerden, şehir merkezinin yerle bir olduğunu gördüğünü anlatıyor.

Bu arada şehirde insani koridor açılamamış, tahliye operasyonları yapılamamış durumda.

Bombaların bu yeni yerleştikleri eve de yaklaşması üzerine aile, buradan da ayrılmaya karar veriyor:

"Bir ikna süreci oldu. 87 yaşındaki nene, eşim ve anneyi ikna etmem gerekiyor. Onlar ise evde duralım bir gün bitecek diye düşünüyorlar. Ama bomba olmasa bile açlıktan öleceğiz. En sonunda kabul ettirdim. Kedimizi aldık. Eşyamızı aldık. Ukrayna askerlerinin olduğu taraftan, cesetlerin, parçalanmış evler, tanklar onların arasından, Dener'e yani şehrin Rusların aldığı tarafına doğru gittik."

"BİR ÖLÜM YOLCULUĞU YAPTIK"

Çiner bu yolculuğu bir "ölüm yolculuğu" olarak tarif ediyor:

"Telefon yok. Dedikodular var. Dener'den çıkış olabilir diye duyuyoruz. O yol da çok kötüydü. Bombalanıyordu. Biz sokak aralarından çıktık. Ukraynalı askerlere de görünmek istemedik, geri çevirirler falan diye.

"Nene kolumda. 10 kilometre falan yürüdük. Düşecek gibi oluyor. Bir ölüm yolculuğu yaptık, son bir yolculuk yaptık. Dener tarafına gittik. Üç beş Rus askeri vardı. Onların yanından geçtik, bir şey demediler. Eşimin dayısının evine gittik. Orada da şunu duyduk. Ruslar, otobüslerle insanları başka bir kasabaya götürüyorlarmış, oradan Rusya'ya tahliye ediyorlarmış diye duyduk.

"Oradan da yine yürüdük. Çok kötüydü. Apartmanlar paramparça, yerlerde cesetler. Şehir bitikti. Her yer yağmalanıyor hâlâ. Çok yürüdük, bittik. Sonunda otobüse bindik, otobüs kalktı, bombalardan uzaklaştığımız için rahatladık. Bir kasabaya gittik.

"O kasabaya giderken bu savaştan bir şekilde yırttığımızı düşündüm. Oradaki bir okulda bir gün kalktık. Ertesi gün, başka bir otobüse bindik, 5-6 saatlik yolu 15 saatte gittik. Sınırdan geçtik. Orada bir sorgulama oldu. Saçma sapan sorular soruldu ve Rusya tarafına geçtik."

"SU İÇEBİLİYORUZ, CENNET GİBİ"

Çiner ve ailesi bu kez Mariupol'den kaçan birçok sivilin konakladığı bir spor salonuna geliyor.

Buradaki ortamı "cennet" diye tarif ediyor Çiner:

"Yemek yiyoruz, su içiyoruz. Burası mültecilerin kampı ama bizim için bir cennet. Su var ya, su içiyoruz! Çay içiyoruz, bisküvi yiyoruz."

Çiner ile bu spor salonundan çıktıktan bir gün sonra görüştük.

Spor salonundan çıkmış, eşinin aile üyelerinin olduğu, Krasnodar kenti yakınlarındaki bir köy evine yerleşmişlerdi.

Evde eşi, eşinin annesi ve ninesi ile birlikte kalıyordu. Kedilerini de buraya getirmeyi başarmışlardı.

Aile üyeleri şimdi Türkiye'ye gelmek için çalışıyor:

"Bilet fiyatları uçmuş. Bir acente, Moskova'dan Türkiye'ye bilet 27 bin TL dedi. Bu arada Moskova buraya yaklaşık 15 saat. Burada para çekemiyorum, kredi kartı kullanamıyorum. Onlarla uğraşıyorum. Belki karayoluyla Gürcistan'a geçip oradan gelebiliriz. Türkiye'ye gelip bir süre orada yaşamak istiyoruz."

"SUYUN, EKMEĞİN DEĞERİNİ ANLADIK"

Yaşadıklarından dolayı hâlâ tedirgin Çiner. Diğer yandan savaştan kaçabildikleri için de memnun:

"Ölüme uzak yaşamanın, temel ihtiyaçların, barınmanın, suyun, elektriğin, ısınmanın, ekmeğin değerini anladık.

Bugünden geriye doğru bakınca 25 gün boyunca yaşadıklarını şaşkınlıkla hatırlıyor:

"25 gün ölümle yaşadık. Ölüm uzakta değil, evinizin içinde, o kadar yakın yaşadık. Bu kadar kötüye gideceğini, bu kadarını yaşayacağımızı, düşünmemiştim. Ama şekilde ailemi ve kendimi bundan, dört yatakla atıp onu oradan çıkarmaya başardım."

Tüm bunların üstüne de şu yorumu yapıyor:

"Savaş çok kötü bir şey. Böyle bir savaş herhalde dünyada olabilecek en kötü şey. Savaşlarda sivilleri, çoluğu çocuğu kimse düşünmüyor."

Etiketler
Ukrayna Şiddet Türkiye