10 kişiden sadece 1’i çocuğunu imam hatip lisesine göndermek istiyor
Türkiye'de yapılan bir araştırma, meslek liselerine ve imam hatip liselerine olan ilginin azaldığına ve eğitimin kalitesinden duyulan memnuniyetsizliğin arttığına işaret ediyor.
Türkiye'de yapılan bir araştırma, meslek liselerine ve imam hatip liselerine olan ilginin azaldığına ve eğitimin kalitesinden duyulan memnuniyetsizliğin arttığına işaret ediyor.
Sosyal Demokrasi Vakfı'nın (SODEV), “Türkiye’de Eğitim: İmam Hatipleşme, Beklentiler ve Memnuniyet” adlı araştırmasının sonuçlarına göre; 10 kişiden sadece 1’i çocuğunu İmam Hatip Lisesine göndermek isterken, Anadolu Fen Liseleri yüzde 36,7 ile halen en çok rağbet gören okul türü. Onu yüzde 17,8 ile Özel Anadolu Fen Liseleri izliyor. Ancak çocuğunu Anadolu Meslek Lisesine göndermek isteyen ebeveynler, yüzde 7,5 ile listenin en sonunda yer alıyor.
Milli Eğitim Bakanlığının Örgün Eğitim istatistiklerine göre 2012-2013 eğitim-öğretim yılında imam hatip ortaokullarının sayısı bin 99 iken, 6 yıl içerisinde bu rakam üç katına çıkarak 2018-2019 eğitim-öğretim döneminde 3 bin 394 oldu. Bu liselerde öğrenci başına düşen bütçe ödeneği teklifi ise, genel ortaöğretim okullarındaki rakamın iki katı kadar.
Koç Üniversitesi Siyaset Bilimleri ve Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Somer, euronews Türkçe’ye verdiği demeçte, toplumun büyük çoğunluğunun çocuklarını Anadolu-Fen liselerine (AFL) yollamak isterken, iktidarın İmam Hatip Liselerine (İHL) iki kat daha fazla yatırım yapmasının, Türkiye’deki yeni devlet-toplum çatışmasını yansıttığını düşünüyor.
“Laik Cumhuriyet ideolojisinin ana kalkınma aracı eğitim, sembol kahramanı da öğretmendi. Ancak eğitimde önemli gelişmelere rağmen fırsat eşitsizliğini gideremedi, kısıtlı kaynaklarla elit okullar kurmaktaki başarısını diğerlerine yansıtamadı” diyen Prof. Somer, yine de en yoksul öğrencinin bile devlet okullarına giderek ve merkezi sınav sistemiyle en elit okullara girebildiğini, nesnel bir sınav sistemi kurabildiğini unutmamak gerektiğini kaydediyor.
Somer, meslek liselerine olan düşük rağbete de değinirken, “Kalkınma, özellikle eşitlikçi kalkınma için meslek liselerini geliştirmek, yaymak, cazip kılmak şart” diyor.
Devlet okulları tercih ediliyor
Araştırmaya göre halkın yüzde 28,8’i, “Çocuğunuzu istediğiniz okula gönderme şansınız olsaydı (puan ve adresten bağımsız) aşağıdaki okul türlerinden hangisine göndermek isterdiniz?” sorusuna özel okullardan yana cevap verirken, yüzde 71,2’si ise devlet okullarını tercih ediyor.
Zira, 2019’da özel okul sayıları ile öğrenci sayılarının örtüşmemesi ve boş kapasitenin doldurulamaması sonucunda birçok özel okulun iflasa sürüklendiği gözlemlendi. Zira halihazırda özel okullardaki 3 milyon 800 bin dolayındaki kontenjana rağmen, 1 milyon 440 bin öğrenci eğitim görüyor ve özel okul binalarına verilen toplam kontenjanın yaklaşık yüzde 72’si atıl durumda.
Tüm çocukların nitelikli eğitime erişimi üzerinde çalışan Eğitim Reformu Girişimi araştırmacısı Özgenur Korlu, araştırmada ebeveynlerin çocuklarını göndermek istedikleri okul türlerine bakıldığında, buradaki sıralamanın okul türlerinin üniversite sınavındaki ortalama başarı sıralamasıyla benzediğine dikkat çekiyor.
euronews Türkçe’ye konuşan Korlu, “Benzer şekilde PISA 2018 ortalama puanı en yüksek olan okul türü fen liseleri. Bu durum da, velilerin okul tercihlerinde üniversite sınavı ve akademik başarının önemli olduğunu gösteriyor. Bu ölçüte göre daha alt sırada olan okullar, velilerin tercihlerinde de daha alt sırada yer alıyor. Mesleki ve teknik Anadolu liselerinin (MTE) veli tercihlerinde son sırada yer alması, bu kurumların diğerlerine göre akademik olarak daha alt sıralarda yer almasından kaynaklanıyor” diyor.
Milli Eğitim Bakanlığının 2018 yılında mesleki ve teknik eğitimle ilgili yayımladığı raporların, bu okullardan mezun olanların istihdam oranının da düşük olduğunu gösterdiğine de dikkat çeken Korlu, geçtiğimiz yıl açıklanan 2023 Eğitim Vizyonu ile birlikte mesleki ve teknik eğitim alanında eğitimin niteliğinin artması, daha fazla öğrencinin MTE kurumlarını tercih etmesi ve özel sektörle işbirliğinin güçlendirilmesi için çalışmalara başlandığını belirtiyor.
“Bu kapsamda, üniversiteler ve ilgili sektörden kuruluşlarla protokoller imzalandı, yönetici ve eğitmenlerin güçlendirilmesine yönelik eğitimler verildi, okullarda kalite değerlendirme için incelemeler yapıldı. Önümüzdeki dönemde, bu gelişmelerin ve yapılan yatırımların mesleki ve teknik eğitimi nasıl etkileyeceğini, velilerin algısını nasıl etkileyeceğini izlemek önemli olacak.”
Fırsat eşitsizliği görülüyor
Araştırma bulguları, eğitimde fırsat eşitsizliğini ortaya koyması açısından da anlamlı.
Keza, Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) 2018 yılı Tüketim Harcamaları Araştırması verilerine göre Türkiye’nin gelir diliminde, ilk yüzde 20’lik dilimde yer alanlar, Türkiye’deki eğitim harcamalarının yüzde 63,7’sini, en az kazanan son yüzde 20’lik dilim ise, ülkedeki eğitim harcamalarının yüzde 2’sini gerçekleştiriyor.
Prof. Somer, “Fırsat eşitsizliği yanında bir türlü demokratik çözüme kavuşturulamayan başörtüsü yasakları ve daha dini bir eğitim isteyen azınlığın taleplerinin karşılanamaması bence engellenebilir bir devlet-toplum çatışması yarattı. Bugün ise daha derin bir başarısızlık olduğunu görüyoruz” diyor.
Somer, geçmişteki başarısızlıkların bir ölçüde maddi imkansızlıkların ve kıt kaynakların sonucu olduğunu, bugünse imkanların çok daha geniş, ekonomik olarak çok daha büyük bir Türkiye’de, teknolojinin çok geliştiği bir ortamda, başarısızlığın maddi imkansızlıklardan çok daha fazla iktidarın politika tercihlerinin ve ideolojisinin bir sonucu olduğu görüşünde.
“Binalara yapılan kadar öğretmenlere yatırım yapılsa ve müteahhitlerin yarısı kadar teşvik verilse herhalde daha çok verim alınırdı ama tam tersi oldu” diye ekliyor Somer.
Öte yandan, araştırmada velilerin Türkiye’deki eğitimin kalitesine ilişkin değerlendirmeleri, oldukça olumsuz bir tabloya işaret ediyor. Keza velilerin yüzde 51’i eğitimi kalitesiz buluyor. Eğitim sistemine olan güvensizlik ve eğitime ilişkin kaygılarda da öğretmenler ile öğrencilerin iletişimi rol oynuyor.
Eğitimin kalitesine dair memnuniyetsizlikte öne çıkan etmenlerden biri ise, ebeveynlerin çocuklarının dünya standardında bir eğitim alamadıklarını düşünmeleri ve bu eğitimle yurt dışında iş bulma imkanlarının olmamalarından duydukları kaygı. Buna göre; ebeveynlerin yüzde 86,4’ü Türkiye’de öğrencilerin dünya standardında bir eğitim alamadıklarını düşünürken, yüzde 80,9’u ise Türkiye’de eğitim gören çocukların dünyanın herhangi bir yerinde iş bulabileceklerini sanmıyor. Bir diğer deyişle, ebeveynler çocuklarının geleceği açısından eğitimi artık bir “sigorta” olarak göremiyorlar.
Daha yüksek eğitim mi? Daha yüksek gelir mi?
Araştırmaya katılanların yüzde 72,8’i üniversite mezunlarının yirmi yıl öncesine göre daha az kazandıklarını düşünürken, gelir ile eğitim arasındaki kopukluğu ortaya koyması açısından neredeyse iki ebeveynden biri, çocuğu için daha yüksek eğitimdense daha yüksek geliri tercih ediyor.
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütünün (OECD) “Bir Bakışta Eğitim 2019” raporuna göre, OECD ülkeleri arasında Türkiye’de kamunun eğitime en az kaynak ayırdığı ülke olması, hane halklarının eğitime kendi özel kaynaklarını daha fazla ayırması anlamına geliyor.
TÜİK’in geçtiğimiz yıl şubat ayında yayımladığı 2018 yılı Yaşam Memnuniyeti Araştırması’na göre ise, ankete katılan ve çocuğu devlet okuluna giden velilerin yüzde 44,2’si ile çocuğu özel okula giden velilerin yüzde 60,4’ü eğitimde yaşanan sorunlardan biri olarak eğitim masraflarına dikkat çekmişlerdi.
Eğitim yatırımlarının bütçedeki payı azalıyor
MEB’in 2020 bütçesinde ise eğitim yatırımlarına ayrılan pay azalmış durumda. Dolayısıyla, eğitimdeki ihtiyaçlar ya özel sektörden ya da hane halklarının kişisel tasarruflarından, yani kamu-dışı kaynaklardan karşılanmak durumunda kalacak.
“Her yıl sayısal olarak toplam MEB bütçenin arttığını görüyoruz. Fakat, kaynakların miktar olarak artması nitelikli kullanıldığı anlamına gelmeyebilir” diyen Korlu, “Tüm çocukların nitelikli eğitime erişebilmesi için eğitime ayrılan kaynakların verimli kullanılması gerekiyor. Okullar arası imkân eşitsizliklerinin giderilmesi, okul öncesi eğitimin nitelikli bir şekilde yaygınlaştırılması, ikili eğitimin bitmesi gibi eğitim sistemindeki önemli ihtiyaçların giderilmesi için eğitime ayrılan yatırımlar çok önemli ve artması gerekiyor” diye ekliyor.
Korlu’ya göre, Türkiye’de eğitim sisteminde sürekli değişiklik olması ve bunların hızlı ve önceden haber vermeden yapılması, velilere bunun eğitim sistemindeki eksikliklerden, ihtiyaçlardan kaynaklandığını düşündürüyor olabilir.
Sosyoekonomik durum ile başarı birbiriyle bağlantılı
Ebeveynlerin çocukları için yüksek geliri yüksek eğitime tercih etmesi ise, Korlu’ya göre, PISA 2018 sonuçları ve MEB’in Liselere Geçiş Sistemi (LGS) merkezi sınav üzerine yaptığı analizler ışığında sosyoekonomik durum ile başarı arasında güçlü bir ilişki olduğunu gösteriyor:
“Mezun olunan eğitim kademesi ve ortalama gelir arasında da güçlü bir ilişki var. Eğitim, toplumsal eşitsizlikleri dönüştüremiyor, değiştiremiyor. Aksine bu eşitsizlikleri yeniden yaratıyor. Tüm bunlar, eğitime olan güvenin azalmasında da etkili.”
Dikkat çekici bir veri olarak, SODEV araştırmasına katılan velilerin yüzde 80’i çocuklarının öğretmenlerinden memnun olduğunu belirtiyor.
Korlu’ya göre, aynı velilerin eğitim sistemine güvenmemesine rağmen, öğretmenlere duyduğu güven, veliler açısından öğretmenlerin önemine işaret ediyor olabilir:
“PISA 2018’de de görüldüğü, öğretmenin öğrenci başarısı üzerindeki etkisi, ülkelerin eğitim sistemlerinin etkisinden daha fazla. Bu açıdan, Türkiye’de öğretmenlere yapılacak yatırım, öğretmenlerin güçlenmesi velilerinde eğitim sistemine güveninin artmasına katkı sağlayabilir.”
MEB halihazırda Öğretmenlik Meslek Kanununa ilişkin çalışmalarını sürdürüyor. 2019 yılında tamamlanması öngörülen ancak halen devam eden çalışmalar neticelendiğinde, öğretmen ve okul yöneticilerinin atanmaları, çalışma şartları, özlük hakları bir yasa çerçevesine kavuşacak ve öğretmenlerin, dolayısıyla da eğitim sisteminin kapasite güçlendirilmesi sağlanacak.