Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rıfat Okçabol Boğaziçi'ni anlattı: 'Gençlik görüyor'
AKP’li Melih Bulu’nun Cumhurbaşkanı tarafından Boğaziçi’ne atanmasının ardından tepkiler artarak devam ediyor. Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rıfat Okçabol üniversitede yaşanan gelişmeleri anlattı.
AKP’li Melih Bulu’nun Cumhurbaşkanı tarafından Boğaziçi’ne atanmasının ardından ülke genelinde öğrenci ve akademi camiasından tepkiler sürüyor.
Birgün'den Meral Danyıldız'ın haberine göre; Engellemelere rağmen ülkenin dört bir yanından Boğaziçi’ne destek olan öğrenciler ve akademisyenler "Kabul etmeyeceğiz, vazgeçmeyeceğiz" diyor.
ODTÜ, Boğaziçi gibi nitelikli üniversitelerin iktidar tarafından son yıllarda sıkça hedef alınması öğrenci hareketini daha da filizlendirmeye devam ediyor.
Üniversitelerin son durumunu, öğrenci hareketini, AKP’nin bilimsel ve laik eğitime yönelik müdahalelerini Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rıfat Okçabol anlattı.
►Ülke genelinde filizlenmeye başlayan bir öğrenci hareketiyle karşı karşıyayız. AKP’nin üniversiteleri dizayn etme çabasına, tüm bu gericileşmeye karşı gençliğin dinamik yapısını her fırsatta göstermesi bize neyi işaret ediyor?
Üniversitelerin durumu pek çok şeyi işaret ediyor. Birincisi, 12 Eylül Darbesi’nin marifetlerini yaşıyoruz. Darbenin özü piyasacılık, gericilik ve faşistlikti. Daha sonra YÖK’ü kurdular. YÖK’ü iktidarın güdümünde üniversiteleri tasarlamak için kurdular. AKP öncesinde Cumhurbaşkanı ile iktidar çoğu zaman farklı oldu. Bakanlar Kurulu’nun atadığı YÖK üyeleriyle Cumhurbaşkanı’nın atadıkları arasında genelde muhafazakârlar vardı. Ama muhafazakârlıkların da bir derece farkı vardı. Genelde laik ve bilimsel eğitime değer veren kişilerdi. Baskı vardı, rektör atıyorlardı, ama üniversitelerin bu denli gericileşmesi yönünde bir baskı yoktu. AKP iktidara gelince, kısa sürede YÖK AKP’li üyelerle doldu. YÖK Başkanı Yekta Saraç döneminde iyice AKP’lileşti.
Yekta Saraç, YÖK olarak Cumhurbaşkanı doğrultusunda hareket ettiklerini söylüyor. Halbuki tam tersi olması lazım. YÖK Strateji Raporu hazırlamış. Bu raporu YÖK hazırlamıyor. YÖK’ün raporunu hazırlayan hükümete bağlı daireler. Dolayısıyla artık Türkiye’de üniversiteden söz etmek mümkün değil. Bu 12 Eylül’ün istediği, getirdiği, AKP’nin de kendi yararına kullandığı bir durum. AKP geldiğinde, ‘YÖK’ü değiştireceğiz, yeniden yapılandıracağız’ diyordu. Sonra baktık ki, neden değiştirsin? İstediği gibi kullanma fırsatı buldu. Şimdi OHAL Kararnamesi ile rektörleri YÖK Belirliyor. YÖK’ün 21 üyesi de ya AKP’li ya da AKP’ye yakın kişiler, tek bir muhalif kişi yok. Dolayısıyla YÖK aday olarak AKP’ye yakın kişileri belirliyor. YÖK üyeleri doğru düzgün akademisyenler olsa, bu tür adayları, AKP’de milletvekili adayı olmuş kişileri rektör olarak sunmazlar. Hatta ilahiyatçıları atıyorlar.
Bir iki ay öncesine kadar 20 hukuk fakültesi dekanının ilahiyatçı olduğu biliniyordu. YÖK gibi bir kurum, hukuk fakültesine neden ilahiyatçı atar? Böyle bir kurum baştan aşağı intihalle suçlanan, AKP için çeşitli hizmetler yapmış kişiyi neden atar? Boğaziçi örneğinde öğrenciler karşı çıkıyor, akademisyenler karşı çıkıyor, kişi "Ben neden istifa edeyim?" diyor. Bunun anlamı, o kişinin oraya bir misyonla geldiğidir. ODTÜ’de, diğer üniversitelerde ne olduysa misyon da odur. Üniversiteler artık medreseye dönüşmüş durumda.
Kendileri de açık açık söylüyorlar, “Kendi anlayışımızı yerleştiremedik” diyorlar. Çünkü yerleştirmek istedikleri kültür 21’inci yüzyıla yabancı. Anadolu toplumuna yabancı. Anadolu toplumu 50 bin kültürün harmanlandığı bir toplum. Dolayısıyla üniversite gençliği de öyle. Örneğin, imam hatiplere giden öğrenci sayısı azalmış. Gençlik görüyor. Ne kadar yandaş medya haberleri sınırlandırsa da gençlik görüyor. Üniversite aydınlık, demokratik yaşam, kültürel yaşam ister. Ama siz son zamanlarda atanan rektörlerle üniversitede olması gereken kültürel hayatı, gençlik etkinliklerini belli bir kalıba sokmaya çalışıyorsunuz. Gençlerin tepki göstermesi esasında gecikmeli bir tepki olarak da yorumlanabilir. Türkiye’de 200 bine yakın öğretim elemanı var. Bu 200 binin eminim 150 bini Boğaziçi’ni destekliyor ama seslerini çıkaramıyor.
►Peki, öğrencilerin hayallerindeki üniversiteleri kurmak için izlemesi gereken politik yol nedir sizce?
AKP’den ayrılıp parti kuranların başına neler geldiğini görüyoruz. Öğrenciler en ufak hareket yapıyor, tutuklanıyorlar. En azından fişleniyor, dayak yiyorlar. Öğrenci görüyor, Osman Kavala 3 yıldır içerde, suçu ne? Yok. Böyle bir ortamda öğrencilere "Şunu yapın" demek zor. Ama öğrencilerin ve akademisyenlerin olabildiğince aralarındaki görüş farklarını bir kenara bırakıp, demokratik, bilimsel, çağdaş eğitim süreçleri için demokratik süreçleri işletmeleri lazım. Tek başına bir şey olmuyor, hep birlikte oluyor. Birlikte hareket etmeleri lazım. 60’ların sonundan beri yaşıyoruz. Bu tarz öğrenci hareketlerine kışkırtıcılar girebiliyor. İçlerine böyle kişilerin girmelerine izin vermemeleri lazım. Gezi, dünyanın görüp gördüğü belki de en barışçıl eylemdi. Gençler, "AKP’siz dine, HDP’siz Kürt’e, CHP’siz Atatürk’e sahip çıkarız, biz halkız" diyorlardı. Ancak kışkırtıcılar işi bulandırdı, o yüzden dikkat etmek lazım. Seçimde, sandıkta halk tepkisini göstermeli.
►18 yıldır iktidarda bulunan AKP’nin KHK’lerle ihraç ettikleri hocaların, bilgiyi farklı alanlarda ürettiklerini görüyoruz. Siz bu bağlamda akademinin halini nasıl yorumluyorsunuz?
KHK’lerle atılanlara büyük haksızlıklar yapılıyor akademisyenlerin üniversitelere geri dönememe sebebi iktidarın tutumu yüzünden oluyor. Çok hukuksuz bir durum. İmzacı olarak atılan akademisyenler üniversitelerin en dinamik kesimleri. Çünkü en azından tepki koyuyorlar. 80’lerde vakıf üniversiteleri açılmaya başlandı. ODTÜ’de, Boğaziçi’nde nitelikli akademisyenlerin bir kısmı oralara gitti. Devlet zaten "Aklın varsa vakıf üniversitesinde çalış" der gibiydi. Türkiye’de şu an akademisyen sesini çıkaramıyor. Sesini çıkaranı da pişman ediyorlar. Şu anki sistem "Sesini çıkarma, fırsatını buluyorsan Avrupa’ya git…" 5 bin akademisyenin birden sistemden çıkması zaten sistemi kendiliğinden felç ediyor. Yaşatılan korku üniversitelerde olan hiçbir olumsuzluğa karşı çıkamayacakları anlamına geliyor. Öncelikle tepki göstermesi gerekenler de hukuk fakültesindekiler. Hukuk fakültesine ilahiyatçı atanıyor, hukukçulardan ses yok. İstenen de tam olarak bu.
►Bugün TÜBİTAK raporlarında sözde performans ölçüm kriterlerine göre piyasaya uygun olarak en başarılı okullar sıralanıyor. Bu ölçümler güvenilir mi, öğrenciler için bir anlam taşıyor mu?
Bugün Türkiye’de AKP’nin çizgisine girmemiş herhangi bir kurum var mı? Yok. En azından hem bakanlığın stratejik hem de YÖK’ün stratejik raporlarını biliyorum, oradan hareketle bunlardan toplum yararına, gençlik yararına bir şey çıkması çok zor. Bütün bu koşullara karşı üniversitelerde tabii ki bağımsız akademisyenler sayesinde iyi şeyler de yapılıyordur. Çünkü 200 bine yakın akademisyenin olduğu bir toplumdan bahsediyoruz. ODTÜ, Boğaziçi için Cumhurbaşkanı "Yetersizsiniz, milletin değerlerine yabancısınız" demişti. Yani üniversitelerimiz hepten yok olmuş değiller, bir noktada ayakta da kalıyorlar. Ayakta kalıyorsak da o üniversitelerdeki akademisyenler sayesinde kalıyoruz demektir.