Doç. Dr. Gül Köksal: İzole üretimi kabul etmek köleliği kabul etmektir
Covid-19 salgını, tüm dünyada ekonomik dengeleri sarsarken sermayenin emek üzerindeki denetim ve aç gözlülüğünün artmasına da neden oldu.
Covid-19 salgını, tüm dünyada ekonomik dengeleri sarsarken sermayenin emek üzerindeki denetim ve aç gözlülüğünün artmasına da neden oldu.
Karantina sürecinde ‘Evde kal’ çağrıları yapılırken işçiler fabrikalarda üretime devam etti; hatta salgın bahane edilerek üretim alanlarına hapsedildi.
Türkiye’de bunun en çarpıcı örneği Dardanel’de yaşandı. Evlerine gitmelerine izin verilmeyen işçiler fabrika çevresinde kendileri için hazırlanmış yurtlarda kalmaya zorlandı.
Birgün'den Rıfat Kırcı'nın hazırladığı habere göre, Bu dönemde asıl radikal öneri ise İslamcı sermayedarların örgütü MÜSİAD’dan geldi. MÜSİAD’ın işçilerin toplumdan izole şekilde üretim yaptıkları alanda yaşamasını hedefleyen izole üretim üsleri projesi çokça tepki çekti ve tartışıldı.
Sermayenin salgını fırsat bilerek dizayn etmeye çalıştığı yeni emek rejimini ve izole üretim tesislerini, mimar ve kent hakkı aktivisti Doç. Dr. Gül Köksal ile konuştuk.
SİSTEM SALGINI FIRSATA DÖNÜŞTÜRÜYOR
► Sermayenin hayalini kurduğu izole üretim tesislerin işleyiş mantığı nedir? Hangi amaç ya da nedenle bu projeler yaratılıyor?
Bu soruya kısa yoldan şu cevabı vermek mümkün sanırım. İzole üretim tesisleri, sermayenin kapitalist üretim ilişkileri bağlamında temel olarak hayalini kurduğu şeyi, küresel salgında açık olarak fırsata dönüştürmesidir. O şey de kayıtsız koşulsuz bir şekilde sermaye birikiminin sürdürülmesidir. Yakın tarihimize hızlıca bakarsak; Covid-19’un hızla yayılmasının ardından küresel salgın (pandemi) ilan edildi. Salgının yayılma hızının düşmesi için de, insanlar arası fiziksel temasın minimuma indirilmesi amacıyla “evde kal” söylemi yaygınlaştırıldı. Ancak bir kez daha görünür oldu ki, yaşamını idame ettirmek için günlük çalışmak zorunda kalan kişiler evlerinde kalamadılar. Çalışmaya devam etmek zorunda kaldılar. Şantiyeler, fabrikalar durmadı. Yani sistem belki çok kısa bir süre bazı yerlerde yavaşladı; ancak süregeldi. Yavaşladığı zamanda da ekolojik iyileşmeyi hemen gördük. Bu şu demek: Sistem kendisinin sürekliliği karşısında yeni bir küresel sorunu daha sahici bir mesele olarak önüne koymadı. Tıpkı ekolojik vs sorunlar gibi…
Aslında burada bir çelişki var gibi; bir yandan işçilerin hastalanmaları/ölümleri ile iş gücü kaybı olacak, ama bir yandan da üretim sürsün isteniyor. Sorun tam da burada yatıyor. Güvencesizliğin, servet eşitsizliğinin, adaletsizliğin eşsiz bir düzeyde arttığı bu ortamda sistem salgını da kendi lehine kullanıyor, bir tür fırsata dönüştürüyor. Hatta bunu açıkça da ifade ediyor. İslami sermayedarların birliği MÜSİAD’ın izole üretim tesislerini tanıttığı broşüründe “Bu kriz bir fırsat olsun” deniyor. Bu çok önemli. Açıkça bu süreç bizim için bir fırsat diyor sermayedarlar. Salgında yayılımı önlemek için işçilere, emekçilere ücretli izin vermeyen, sosyal hak ve güvencelerin git gide geriletildiği hükümetler sayesinde işçileri 7/24 tam zaman bir mekâna kapatacak bir düzenlemeye gidiyorlar.
Bu kapitalizmin erken dönemlerindeki durumdan farklı değil. Hatta daha da kötü. Zira neredeyse 200 yıldır kazanılmış olan haklardan da feragat etmek ve feodalizmle birleşen kapitalizmle bir zorunlu kölelik ortamı inşa ediliyor. Emekçinin tam zamanlı yaşamını gasp eden bu tesislerde iş ve özel hayat arasındaki göreceli ayrım da ortadan kalkıyor. Elektronik kelepçelerin de telaffuz edildiği bu ortamda tüm yaşam aynı yerde geçecek. İşçilerin, mühendislerin kendileri ve aileleri bu ortamlarda sosyal, gündelik hayatlarını geçirecekler. Bir tip proje olarak etrafa bir miktar ağaç serpiştirilmiş, mekânsal olarak son derece niteliksiz bu tesislerin en büyük risklerinden biri de tüm hayatı biçimlendirecek ideolojinin burada dayatılacak olma riskidir.
YENİ NESİLLER İDEOLOJİK OLARAK BİÇİMLENDİRİLEBİLECEK
► Nasıl bir ideolojik dayatmada bulunulacak, bunu biraz açar mısınız?
Emekçiler ve aileleri tesislerdeki AVM’de alışveriş yapıp, bankalara gidip, iş dışı zamanlarını burada harcayacaklar. Tesis içindeki meslek lisesi ve diğer okullarda, kreşlerde ideolojik olarak da biçimlendirilebilecek yeni nesillerle sistemin sürekliliği sağlanacak.
MÜSİAD broşüründeki tesiste bir de öğrenci yurdu yer alıyor. Bin kişilik öğrenci yurdunun girişinde turnikeler ve güvenlik kulübesi yer alıyor. Kendisi zaten denetimli olan tesise girdikten sonra, başka bir tehdit daha algılanmış ki yurt girişine ayrıca bir denetim konmuş. Bu tasarım biçimi özgürleştirici, eşitlikçi olmayan, hatta hegemonya kuran, baskılayan, rıza üreten bir mekânsal düzenleme olduğunu gösteriyor. Bir kapalı sistem, zorunlu bir getto içinde insanlara başka hiçbir seçenek sunulmuyor. “Dini duyarlılıklara saygı” denerek sadece tek bir dinin mekânı, cami düşünülmüş. İbadet için bu camiden başka bir camiye de gidilemeyecek. İlla oradaki cemaatle ve oraya tahsis edilmiş imamla karşılaşabilecekler.
Yine MÜSİAD’ın broşüründeki “kuluçka merkezi”, “marka değeri”, “rekabet dönemi başlıyor” gibi ifadeler sermayenin kâr anlayışının ve bu amaç doğrultusunda emekçileri nasıl da araç/alet/makine olarak gördüğünün bir yansıması olarak okunabilir. Tesisteki yapılara bakarsak az katlı, bitişik nizam yan yana dizilmiş, birbirinin tekrarı bloklardan oluşan niteliksiz bir yerleşke görüyoruz. Sosyal işlevli yapılar da üretim yapılarının benzer özelliklerini taşıyor. Hepsi birbirinin kötü kopyaları. Örneğin tesiste bir “üretim müzesi” var. Tesisteki AVM, “Kültür Merkezi” ile benzer bir mimari tasarıma sahip bu yapıda “kurum hafızası ile iktisadi faaliyetler” sergilenecekmiş. Yani henüz toplumsal bellekte yer etmemiş bir tesis, “müzeleştirme” yoluyla tarihsellik kazanacak. İdeolojik olarak resmi tarihe bir not düşülecek. Daha önce de ifade etmiştim, darbe girişimin ardından “15 Temmuz”u resmi tarihe nakşetmek, zihinlere yerleştirmek için köprülere, meydanlara, kamusal alanlara isim ederek mekân üzerinden toplumsal hafızayı biçimlendirme çalışmasından farklı bir durum değil bu.
► Emekçinin şehirlerden ve sosyal hayattan koparılmak istenmesi sistem için ne ifade ediyor?
Kent dinamik, çeşitlilik taşıyan, çelişki ve çatışmaları ile etkileşimi yüksek bir yerdir. Gündelik hayattaki karşılaşmalar, imkânlar, sorunlar bizi de biçimlendirir; bizim de katkımızla ortam dönüşür, değişir. Emekçilerin sosyal yaşamdan kopması, dahası kapalı cezaevi gibi yüksek denetimli tesislere kapanmak zorunda kalmaları, tüm bu bağları ve ilişkilenmeleri de ortadan kaldıracaktır. Makbul birer yurttaş olarak sermaye birikimine hizmet eden, hak ve özgürlüklerinden yoksun bir hayata mahkûm olacaklardır. Diğer bir bakış açısıyla denetim altındaki bir toplumun sürekliliği için sistemin lehine bir durum olacaktır. İzole tesislerde ne olduğu, dışarıya hakiki bilgi verilmedikçe bilinmeyecektir. Böylece toplumun bir kesimi ile bağlar da zayıflayacaktır. İnsanların sosyal yaşamı, örgütlenmesi, dayanışması zayıflayacaktır.
MÜSİAD broşürünün son sayfasında geçen, “İyi günde kötü günde, ezel ebed beraber” ifadesi, kurumda ölümüne bir ortam olacağının ön kabulü sayılabilir. Burada ezel ebed can riskine girecekler de elbette işverenler olmayacaktır.
Hak mücadelesi kolay olmayacaktır
► İzole üretimden işçilerin hak mücadeleleri nasıl etkilenir? Bu tesislerde işçi üretimden gelen gücünü kullanabilir mi?
Salgının fiziksel mesafe gerektiriyor olmasının bir fırsat olarak kullanıldığını düşünürsek bir kere salgın sonlanana kadar örgütlenme güçlenemeyecek gibi duruyor. İzole sistemlerde denetim çok daha yüksek boyutlarda olacağı için özgürlükler de daha kısıtlanacaktır. Kapalı mekânlarda dayanışma, dışarıdan destek de zorlaşacaktır. Dolayısı ile bu tür yerlerde hak mücadelesi önceki ortamlara göre hiç kolay olmayacak gibi duruyor.
Yine MÜSİAD’ın broşürüne dönersek, Sanayi ve Teknoloji Bakanı ile MÜSİAD yetkililerinin yan yana verdiği pozlar iktidar ve sermayenin açık ilişkisini ve bu işe onay verdiklerini göstermektedir. Sonuç olarak bu tesisleri onaylamak demek, emek sömürüsünün yeni bir düzeyine, kapalı kapılar ardındaki olası her türlü hak ihlaline şimdiden razı gelmek demektir.
Hiçbirimiz bunu kabul etmemeliyiz
“İzole üretim tesisleri kapalı bir hapishane ortamı olduğu, işçi sağlığını değil sermaye birikimini öncelediği, hak gasplarının artacağı, eşit-adil bir iş ortamının sunmayacağı, emekçileri köleleştireceği için kabul edilmemeli. Bunu hiçbirimiz kabul etmemeliyiz. İzole üretim tesislerini kabul etmek demek, 18. yüzyıl erken sanayileşme koşullarından daha da geriye gidip, yıllara dayalı emek mücadelesinin kazanımlarından feragat edip, feodal sistemin köleliğinin 21. yüzyıla adapte edilmesine izin vermek demektir.”