Ekonomi yönetimine güven yok
Dolar kurundaki artışın krizi daha da artıracağını belirten Prof. Dr. Lenger, “Güvenilir veriler olmayınca, ekonomi yönetilebilir olmaktan çıkıyor." dedi.
Dolar kurundaki artışın krizi daha da artıracağını belirten Prof. Dr. Lenger, “Güvenilir veriler olmayınca, ekonomi yönetilebilir olmaktan çıkıyor. Merkez Bankası’nın yanlış faiz politikasından vazgeçerek, faizi arttırmış olması da hiçbir derde çare olmuyor” diyor.
Birgün'den Namık Alkan'ın haberine göre, Dolar kuru geçen hafta tarihi rekor seviyesini 7,95’e kadar çıkardı. Eylül ayında Merkez Bankası’nın fazileri yükseltmesi de doların ateşini düşürmedi. Kurdaki bu sert hareketliliğin nedenlerinin başında ekonomi yönetimine olan güvensizlik geliyor. Dolar kurunun ülke ekonomisine etkileri üzerine Ege Üniversitesi’nden Prof. Dr. Aykut Lenger ile konuştuk.
Lenger, devletin akçalı işlerinde hazineye ve kamuya yük getiren yolsuzlukların soruşturulmasını ve yolsuzluk yapanların ciddi şekilde cezalandırılmalarının önünün açılması gerektiğini anlattı. Ancak bu yolla ekonomi yönetimine olan güven kaybının ortadan kaldırılabileceğine dikkat çekti.
Öncelikle Türk Lirası en değersiz dönemini yaşıyor. Dolar kuru durdurulamıyor bunun nedeni ne?
Türk Lirası’nın yabancı para birimleri karşısında değer kaybetmesinin hem iç, hem dış kaynaklı nedenleri var. Yanlış faiz politikası gibi iç kaynaklı nedenlerin birikimli bir etkisi bulunsa da, ekonomi yönetimi ve bürokrasisine olan güvenin yok olması son dönemde ön plana çıkıyor. TÜİK tarafından açıklanan rakamlara nerdeyse hiç kimse güvenmiyor. Herkes fiyat artışlarının, açıklanan enflasyon oranından çok daha yüksek olduğunu biliyor, hissediyor. TÜİK Başkanının verilere güvenmediğini açıklaması da, bu durumun resmi olarak kabul edilmesi anlamına geliyor. Güvenilir veriler olmayınca, ekonomi yönetilebilir olmaktan çıkıyor. Merkez Bankası’nın yanlış faiz politikasından vazgeçerek, faizi arttırmış olması da hiçbir derde çare olmuyor. Çünkü bu faiz artışına karşın, reel faizlerin hala negatif olduğu; yani, enflasyonun faizlerden daha yüksek olduğu biliniyor. Ekonomi yönetimi de, çözüm üretmek yönünde bir irade göstermek yerine, ortada bir sorun yokmuş gibi davranmayı sürdürdüğü için, bireyler varlıklarını korumak amacıyla, eriyen TL’ye değil; değeri yükseleceği beklentisiyle yabancı para ve altına yöneliyor.
Diğer yandan, küresel salgın, belli sektörler dışında ekonomik daralmaya neden olarak Türkiye ekonomisini zayıflatıyor. Salgının bütçe açığı üzerinde de büyük yük olduğu açıklanan son rakamlarla anlaşıldı. Bu açıkta, bazı büyük kamu altyapı yatırımlarının yanlış finansman biçimlerinin etkisi de bulunuyor. Zaten yükselme eğiliminde olan döviz kuru nedeniyle, dış borçlarımız giderek daha da ağırlaştı. Merkez Bankası rezervlerinin negatif değerlere düşmesinin, artık saklanamaz bir gerçek olduğu anlaşıldı. Tüm bunlar TL’nin yabancı paralar karşısında zayıflamasına neden oluyor.
Kurun yükselmesinin küresel nedenleri de var. ABD’deki seçimler, Doğu Akdeniz krizi vesaire bunların bize etkileri nasıl olur?
Dış kaynaklı nedenler arasında, Doğu Akdeniz sorunu, Karabağ’da çatışma, Fransa ile gerilimin yanı sıra, ABD’de Türkiye karşıtı söylemleriyle dikkat çeken Joe Biden’ın anketlerde öne geçmesi sayılabilir. Biden başkan seçilirse, dört yıl önce Trump seçildiğinde döviz kurundaki gözlenen yükselişin tekrarlanacağı öngörülebilir. ABD’de Başkanlık görevinin, Jimmy Carter dönemi dışında, Demokrat ve Cumhuriyetçi partiler arasında sekiz yıllık bir sarkaç olduğu söylenir. Bir partinin başkanının sekiz yıl görev yapması geleneği devam ederse, Trump’ın yeniden seçilmesi beklenir. Anket ve sandık sonuçları desteklemese bile, Cumhuriyetçi partinin sekiz yıllık dönemi tamamlaması bir şekilde sağlanacak mı, kasım ayında birlikte göreceğiz.
KRİZ DAHA DA DERİNLEŞECEK
Peki, ülke ekonomisi için kurun yükselmesi ne anlama geliyor? Bakan Albayrak, ‘TL’nin değer kaybı ihracatı artıracak’ demişti bu iddia gerçekçi mi?
Dövizin kurunun yükselmesinin Türkiye ekonomisi için katlanılması ağır sonuçları var: Yaşanan ekonomik krizi daha da derinleştirecek, dış borçlar TL cinsinden artacak. Yani artık, aynı borcu ödemek için daha fazla çalışmamız ve üretmemiz gerekiyor. Çünkü TL değer kaybedince, ürettiğimiz mal daha değersiz oluyor; emekçinin emeği de yabancı para cinsinden daha değersiz hale geliyor. Bu nedenle, ucuz emek kaynağı arayan ve düşük nitelikli istihdam sağlamak dışında, ülkeye hiçbir yararı bulunmayan niteliksiz doğrudan yabancı yatırımlar artabilir. Ancak bu, sürdürülebilir bir ekonomik büyüme için yeterli bir gelişme değildir.
Görünürde olumlu sayılabilecek tek sonuç ise, ithal girdiye dayalı üretim yavaşlayacağı için dış ticaret açığında azalma olabilir. Oysa bu azalma, şimdiki bağımlı ekonomik yapıda, ithal girdiler pahalandığı için üretimin azalması, ekonomik büyümenin olumsuz etkilenmesi, işsizliğin daha da artması anlamına gelir.
İhracatta bir artış olup olmayacağı tartışmalıdır. Daha ucuz hale gelen ürünlerin dış pazarlarda daha fazla satılması beklenir ama ihracatta her zaman bu etki ortaya çıkmayabiliyor.
EKONOMİK KRİZ KABUL EDİLMELİ
Çözüm için ne yapılmalı?
Sorunu çözebilmek için öncelikle bir sorun olduğunu kabul etmek gerekir. Ekonomik bir kriz yaşadığımız kabul edilmeli ve bu sorunun üstesinden gelebilmek için gereken adımların doğru biçimde atılacağı mesajı verilmelidir. Bu mesaj da, sözde kalmamalı, uygulanan politikalarla desteklenmelidir. Kamuoyundan bilgi saklanmaması, açıklanan bilgilerin doğru olması zorunludur. Örneğin, faizin ne kadar artması gerektiği kararını verirken, Merkez Bankası’nın baktığı verilerden biri enflasyon oranıdır. Enflasyon verisinin doğru olmaması, yanlış faiz politikasını düzeltmeyi de engellemektedir. Bunun yanı sıra, artan bütçe açığının kontrol altına alınması gerekir. Ekonominin yavaşladığı ve vergi gelirlerinin düştüğü bu salgın döneminde bu çok zor elbette, ama en azından geçilmeyen yol ve köprüler için verilen garantiler sona erdirilerek, akılcı adımlar atıldığı, bundan sonra da akılcı politikaların uygulanacağı mesajı verilmelidir. Büyük altyapı projeleri geçici olarak askıya alınmalıdır. Devletin akçalı işlerinde hazineye ve kamuya yük getiren yolsuzluklar soruşturulmalı, örnek oluşturması açısından yolsuzluk yapanların ciddi şekilde cezalandırılmalarının önü açılmalıdır. Bu nedenlerle, saydam ve hesap verilebilir bir yönetim anlayışına geçilmesi gerekir. Ancak, bu yolla ekonomi yönetimine olan güven kaybı ortadan kaldırılabilir.
Uluslararası ilişkiler açısından bakıldığında, Türkiye elbette Doğu Akdeniz’de kendisini dışlayarak, yer altı kaynaklarını paylaşan küresel ekonomik güçlere karşı haklarını savunacaktır. Ancak, bu güçlerden zayıf durumda bulunan ekonomimizi canlandırmak için finansal sermaye aktarımı biçiminde bir merhamet (!) beklemek de akla uygun değil. Bu nedenle ortaya çıkan finansal sermaye kaçışı, katlanmamız gereken bir bedel. Ancak unutulmamalı ki, Türkiye’nin uluslararası güç dengesinde şimdikinden farklı biçimde oynayacağı bir rolün sınırını, ekonomisinin ve üretiminin gücü belirler. Bu açıdan bakınca, Türkiye’nin önce uluslararası sermayeye olan bağımlılığını ortadan kaldıracak reformları yaparak, ekonominin yapısını dönüştürmemiz gerekiyor.
Albayrak, dolar kurunun kontrol altında olduğunu iddia ederek ‘ben oraya hiç bakmıyorum’ demişti. Döviz kurlarının yükselişine bakmasak olur mu? Böyle bir seçeneğimiz var mı?
Türkiye, 24 Ocak 1980 kararlarıyla, küresel ekonomik düzende yer alma iddiasında bulunan bir ülke olmuştur. 1989 yılında sermaye akımlarını serbestleştirerek, bu iddiasını güçlendirmiştir. Böylece dış ticaret hacmi çok büyümüş, sermaye giriş çıkışları hızlanmıştır. Bütün bu süreçleri yönlendiren en önemli göstergelerden biri döviz kurudur. Bırakın 1989 konvertibilite kararı öncesini, 1980 öncesi ithal ikameci döneme dönsek bile, döviz kuru hâlâ ekonominin işleyişini belirleyen önemli göstergelerden biri olmaya devam edecek.