'Türkiye’nin bugünkü yönetim sistemiyle Merkez Bankası bir şey yapamaz'
Dr. Öztin Akgüç, Merkez Bankası'nın kuruluş amacını ve ekonomide etkilerini değerlendirdi. Akgüç, Merkez Bankası'nın bugün sadece Hazine talimatlarını uygulayabileceğini vurguladı. .
Merkez Bankası bağımsızlığı, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2002’de iktidara gelmesi ve 2008 küresel krizinden sonra Türkiye’de de daha çok tartışılan bir konu haline dönüştü.
Ancak bir önceki Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) başkanının 2019 yılı ortasında, bir anlamda “kovularak” görevden alınması, bu tartışma açısından Türkiye’yi dikkat çekici bir örnek yapıyor.
Kısa süre önce “Merkez Bankacılığı” adıyla kapsamlı bir kitap yayımlayan, iktisat ve finans yazının önemli ve birikimli ismi Dr. Öztin Akgüç yaşananları ve gündemi Cumhuriyet Gazetesi'nden Serhat Aligil'e değerlendirdi.
Öncelikle merkez bankacılığında 18. yüzyıldan bu yana gelişimin hiç durmadığı hatırlatan Akgüç, yaygın bağımsızlık tartışmalarının ise enflasyonun çok yüksek olduğu 1990’lı yıllara dayandığını söyledi.
Dr. Öztin Akgüç
Akgüç, “Bunun temel nedenlerinden biri, genelde kamu bankası gibi çalışan merkez bankaları üzerinden karşılıksız borçlanmanın yapılmasıdır. Merkez bankası bağımsızlığı içeren neo-liberal yaklaşım bu enflasyon baskısı sonrası gelişti. ‘Bağımsız olurlarsa kamu menfaatını ön plana alırlar’ dendi. Böylece Merkez Bankası bağımsızlığı neo-liberal yaklaşımın bir paradigması oldu” dedi.
BDDK ZARARLI YAPI
Ancak 2007-2008 küresel krizinden sonra bağımsızlığın dünyada bir sorun olmaktan çıktığı yorumunu yapan Akgüç, bugün herkesin bağımsız olmadıkları konusunda ikna olduğunu düşünüyor. Artık vurgu daha çok “araç bağımsızlığı”na. Türkiye’de ise bağımsızlık ifadesinin 2001 krizinden sonra kullanıldığını, yasal düzenlemelere girdiğine atıf yapan Akgüç, yaşanan süreci ve sonuçlarını şöyle özetledi:
- Oysa her şeyi siyasi otorite belirliyor: En büyük sermayedar Hazine. Kanunlar aynı, değişmedi ama uygulamalar çok farklı oldu.
- Güçlü başkanlarla yönetilen merkez bankaları daha etkili oldu. Merkez bankalarının en güçlü silahı faizdir. Her şeye evet diyen, faizi indirerek enflasyonu düşürmeye çalışan başkanla güçlü bir başkan aynı olmuyor. Faizi düşürerek enflasyonun düşeceğini söylemek teoriye ve matematiği aykırıdır. Zaten Türkiye örneği de bunu gösteriyor. Döviz yükseldi, TL mevduatı, sermaye girişi azaldı.
- Hatalarla krizi artırabilir, iyi uygulamalarla azaltabilirsiniz. Risk yönetimi Türkiye’de yok. Bu yönetim, Merkez Bankası’nda daha da önemlidir. Kredi, kur riskini yönetmek gerekirdi ama bunları artıracak adımlar atıldı.
- Örneğin BDDK zararlı bir yapı oldu. Finansı yönetmek ve denetlemek merkez bankalarının görevidir. Ancak “fiyat istikrarını Merkez Bankası yönetsin” dendi ve finansal istikrar için BDDK gibi yapılar kuruldu.
- Benzer bir uygulama İngiltere’de var ama onlar da bunu merkez bankasıyla tek elden yönetime döndürmeye çalışıyor.
- Bugün TCMB, Hazine’nin denetiminde, onun şubesi gibi bir kurum oldu. Türkiye’nin bugünkü yönetim sistemiyle de TCMB bir şey yapamaz. Sadece Hazine’den gelecek talimatları uygular.
‘KALKINMA’ GÖREVİ
Ayrıca gelişmiş ile gelişmekte olan ülkelerde merkez bankalarının farklı tipte olması gerektiğine vurgu yapan Akgüç, Türkiye gibi ülkelerde büyüme, kalkınma, dış ticaret ve cari açık gibi sorunlar olduğunu kaydetti. Akgüç şu önerileri yaptı: “Kalkınmaya yönelik merkez bankaları olmalı. Tabii bu iktidarın değişimine de bağlı. Türkiye’de Merkez Bankası 1970’lerde proje kredisi verir ve yönlendirirdi. Büyümenin yolu işgücünü değerlendirmek, üretim yapmaktır. Merkez Bankası’nın yurtdışı ilişkilerde, ödemeler dengesinde istikrar sağlayacak hedefleri olmalı. Örneğin bazı durumlarda serbest kur olmayabilir, çift kur olabilir. Bazı şeylere izni Merkez Bankası verebilir. Bunlar bugün de uygulanabilir.”
KOZMETİK YÖNETİM
Türkiye’de, algı yönetiminin de çok yaygın olduğunu anlatan Akgüç, “Kozmetik yönetim anlayışı var. Bunu özel sektörde de görüyoruz. Örneğin yaşanan kriz sürecinde ne kadar şirket battı bilmiyoruz, 2021’de bunun işaretlerini görebileceğimizi sanıyorum” dedi. Akgüç ayrıca, tartışılan bir kurum olan Türkiye Varlık Fonu’yla ilgili şu yorumu yaptı: “Yatırım için kurulduğu belirtilen TVF, denetimden kaçmak için yapılmış, kişisel kullanıma açık bir yapı gibi duruyor.”
ATATÜRK’ÜN 6 İLKESİ TEMEL BELİRLEYİCİDİR
Türkiye’de son dönem yapılan siyasal ve ideolojik tartışmaları, Cumhuriyet’in temel değerlerine ve kurumlarına yönelik saldırıları tarihsel bir perspektiften değerlendiren Dr. Öztin Akgüç, öncelikle şuna dikkat çekti: “Türkiye’de halkın tümü bağımsızlığı benimsemedi. Örneğin Nutuk’ta iç isyanlar vurgusu çoktur. ‘Bağımsızlık savaşına herkes katıldı’ demek çok doğru değil. Bir kısmı Cumhuriyet karşıtlarının yanına geçti. Bunları zaman zaman değişik partilerde gördük. Emperyalist güçlerin de genel olarak “tam bağımsız sosyalist milliyetçi” bir iktidarı istemeyeceğini vurgulayan Akgüç, şöyle devam etti:
CHP, AKTİF OLMALI
“Öncelikle buradaki milliyetçiliği şöyle açıklamak isterim: Türkiye’nin çıkarlarını savunmak milliyetçiliktir. Ben diğerini anlamıyorum. Atatürk’ün 6 ilkesi var. Bunlar temel belirleyicidir. Örneğin, devrimcilik değişimdir. Bu ilkeleri yeniden yaşama geçirmek gerekir. Bu konuda CHP daha etkin olmalı. Tek başına iktidar olabilmeli. İttifak oluşumları belediye seçimlerinde başarı getirdi ama bu konuya abartılı bir yaklaşımla bakılıyor. Örneğin İstanbul seçiminde büyük farka neden olan sonucu Cumhurbaşkanı Erdoğan’a tepki belirledi. Geçmişte SHP örneği de budur. O zamanki belediye seçimlerinde de halk Başbakan Turgut Özal’ı istemedi.” “Demokratik düzen” için her alanda yenilemeye işaret ederek seçim sistemi ve siyasi partiler yasasının değişmesini öneren Akgüç, güçlendirilmiş parlamenter sistemin ne demek olduğunun da tartışılmasını istedi. Akgüç ayrıca, siyasette de özel sektörde de iyi yönetici bulmanın çok önemli olduğunu hatırlatarak “İşi yönetecek kişiyi bulmak her zaman ilk öncelik olmalı. O ekibi kurar ve uygulamayı yapar. Bu kişi kamu yararını düşünen, ilkelere uygun hareket eden biri olmalıdır” diye konuştu.