Merkez Bankası'nın faiz kararı sonrası dikkat çeken senaryo

Ekonomist Dr. Murat Kubilay, Merkez Bankası'nın yüzde 14 olan politika faizini sabit tutmasının ardından Türkiye ekonomisindeki bozulmaya dikkat çekti.

Merkez Bankası'nın faiz kararı sonrası dikkat çeken senaryo

GERÇEK GÜNDEM - Merkez Bankası, geçen yıl politika faizini eylül, ekim, kasım ve aralık aylarında toplam 500 baz puan indirerek yüzde 19 seviyesinden yüzde 14 seviyesine çekti.

Banka; ocak, şubat, mart ve nisan ayında olduğu gibi mayıs ayında da yüzde 14 olan faizde herhangi bir değişikliğe gitmedi.

''RESMİ ENFLASYONU ÜÇ HANEYE TAŞIYACAK''

Sosyal medya hesabından faiz kararını değerlendiren Ekonomist Dr. Murat Kubilay, ''Türkiye ekonomisindeki bozulma; 2022’de 400-600 milyar TL arası bir bütçe açığının yaşanmasına neden olacak. Bu açık ‘gerekirse para basılıp ödenir’ düzeyini aşacak. Döviz kuru atakları kadar bütçe finansmanı da resmi enflasyonu üç haneye taşıyacak'' dedi.

''BÜTÇE ZENGİNLER LEHİNE İYİCE DELİNMEYE BAŞLADI''

''Öncelikle uzun yıllardır kötüleşen kamu maliyesinin neden bu yıl çıkmaza girdiğini açıklayalım'' diyen Kubilay, ''Dünya genelinde bütçe açığının normalleştiğini ve pandemi gibi benzeri yaşanmamış şoklar neticesinde ekonomiyi destekleme amaçlı kullanımların olağan olduğunu belirtelim. Tabii Türkiye’deki durum böyle değil, pandemide dahi böyle bir harcama yapılmadı. Türkiye’deki sorun; verimsiz kamu harcamaları, hatalı ekonomik kararları telafi ve kötü finansman kaynaklı. Geçtiğimiz yılki döviz kuru atağı sonrası enflasyon patlayınca yüzde 50 oranında yüksek asgari ücret artışı yapıldı, özel sektöre destek için ilgili gelir vergisi kaldırıldı. Küresel enerji fiyatlarındaki artışla birlikte TL’nin değeri de kaybolunca; doğalgaz ve elektrik fiyatlarındaki maliyet baskısını devlet üstlenmeye çalıştı. Neticesinde BOTAŞ ve EÜAŞ ciddi yük altında kaldı ve bunun finansmanı da yine bütçeden sağlandı. Döviz kuru atağı sonucunda tüm finansal sistemin çökme ihtimali belirince kur korumalı mevduat (KKM) yoluyla döviz kuru riski doğrudan devlete yüklendi. Ukrayna Savaşı sonucu artan enerji faturasıyla kur tutulamaz hale gelince bütçe zenginler lehine iyice delinmeye başladı'' ifadelerini kullandı.

''CİDDİ BİR İYİLEŞME BEKLEMEK MÜMKÜN DEĞİL''

''Yaşanan kur artışıyla iktidarın seçim dönemlerinde aktif bir biçimde kullandığı 3 büyük kamu bankasının sermaye artışına gitmesi gerekti'' diyen Kubilay, ''Yani bu kurumların hazineye teşebbüs geliri ödemesi yerine, özel tertip devlet borçlanma senetleri ile sermayelendirildiklerini gördük. Keşke sorunlar burada bitse. Tüm çabalara rağmen, eğer yeni bir şok yaşanmazsa ki muhtemelen yaşanacak, Türkiye’nin büyüme oranı yüzde 2-3 arasında kalacak. Yani gelir ve kurumlar vergilerinde de ciddi bir iyileşme beklemek mümkün değil. Toplumdaki yoksullaşma ve artan dolar kuru nedeniyle; bir aşamadan sonra iç tüketim daralacak; yani devletin bizden topladığı ithalde ve dahildeki KDV ile ÖTV de zorunlu bir şekilde azalacak. Bu açığı dengeleyecek başka bir vergi, en azından şimdilik, yok'' dedi.

''FECİ BİR DURUM''

Kubilay, ''Gelelim finansman tarafına; merkezi yönetimin borcunun %66’sı döviz ve altın cinsi; yani herhangi bir kamu harcaması yapmaksızın kur yukarı gittikse kendiliğinden yükseliyor. Üstelik döviz kurunda yakın zamanda bir denge sağlanması da zor. TL cinsi borçlarınsa yüzde 23’ü TÜFE cinsi, yani yüksek enflasyondan ötürü devlet devasa boyutlarda faiz ödemek zorunda. Üstelik enflasyonda yakın sürede normalleşme ve ardından düşüş de mümkün gözükmüyor. 1 yıl sonraki TÜFE beklentisi bile yüzde 34. Daha anlaşılabilir bir şekilde ifade edersek, kötü borç finansmanı sadece gider kalemlerini bozmuyor aynı zamanda gelir toplamında da şişirilmeye yol açıyor. Bu önceki yılların şişirilen GSYH hesaplamalarından daha feci bir durum'' ifadelerine yer verdi.

ENFLASYONA DAYALI BONO

Kubilay, ''Şu ana kadar anlattıklarım mevcut koşullar içindi; yani yeni bir kur atağı, sonrasında reel sektörün durması ve batık kredilerin bankalara ve özellikle de kamu sermayeli olanlara yük haline gelmesi hesapta yok. Enflasyona endeksli bono/tahvil konusu da yok. Enflasyona dayalı tahvil/bono konusu çoğunlukla döviz kurunu kontrol etme amaçlı, tıpkı KKM gibi bir enstrüman olarak görünüyor. Ancak mevcut koşullar altında devletin bunu kendi finansmanı için asıl düşünmesi gerekiyor. Detayları bekliyoruz'' dedi.

''Peki ya bundan sonra ne olacak?'' diyen Kubilay, sözlerini şöyle sürdürdü:

''2022 yılı bütçe açığı en az 400 milyar TL olacak. Kur şoku yaşanmasa dahi bu miktar 600 milyar TL’ye çıkabilir. Hatta erken seçim hedeflenir ve harcamalar artarsa 750 milyar TL’yi dahi bulabilir. Peki ya kaynak nerede? İşte bizim günlük hayatımızı etkileyecek ve siyasi sonuçlara neden olacak kısım da burası. Düşen satın alma gücüne rağmen yeni vergiler gelebilir, fakat asıl kaynak daha çok borçlanma ve halk arasında para basma diye ifade edilen parasal genişleme olacak. Daha çok borçlanmak için ya devletin daha yüksek faiz vermesi ya da enflasyona dayalı tahvil/bono gibi araçlara geçilmesi lazım. Tüm bunlar bu yılın ardından gelen yılın da bütçelerinin daha ilk günlerden yarı batık haline gelmesine yol açar. Üstelik KKM’de olduğu gibi tüzel kişilere kapsam genişletilmeden ve vergi teşvikleri verilmeden tasarruf sahiplerinin devlete daha çok borç vermeye itilmesi oldukça zor. Bu nedenle Hazine kendisin doğrudan veya dolaylı Merkez Bankası’ndan finanse etmek isteyebilir. Hazine’nin TCMB’den doğrudan avans alması 1994 krizi sonrası sınırlandırılmış ve 2001 krizi sonrasındaysa unutulmuştu. Bu yeniden denenebilir veya dolaylı olarak daha önce yedek akçe veya değerleme hesabındaki paranın aktarılması gibi hülle denenebilir. Zaten son yıllarda TCMB’nin para politikası uygulamak için elinde tutmak istediği devlet tahvili miktarı aşamalı yükseltilmiş ve toplam varlıkların yüzde 5’ine getirilmişti. Bu oran şu anda neredeyse tamamen kullanılmış halde, yani artırılabilir ama tek başına yetmez. Bir başka yol ise özellikle kamu bankalarının devlet borçlanma ihalelerinde daha da etkin kullanılması. Peki, bu kamu bankaları gerekli kaynağı nasıl bulacaklar? Yine TCMB’nin onlara yüzde 14 oranındaki faizle verdiği miktarın artırılmasıyla, yani parasal genişleme şart. Hangi yöntem olursa olsun 2008 sonrasında gelişmiş ülkelerdekine benzer bir parasal genişleme yapılmak zorunda kalınacak. Mesele şu ki bu ülkelerde buna rağmen enflasyon uzun yıllar yüzde 2’de kalırken bizde şimdiden yüzde 70 olması. Buna beklentilerin de çok olumsuz olduğunu, yani enflasyonun kendi kendine artan bir sarmal haline geldiğini belirtmek gerek. Dahası küresel düzeyde enerji ve emtia fiyatlarındaki yüksek seyir sürüyor; yani yakında yeni doğalgaz ve elektrik zamları da gelecek. Bir de mevcut haldeki fiyatlamaların her şeyi içermediğini ekleyelim. Yani dolar kuru bugün 16,40 olabilir ancak bu fiyatlara tam geçmedi daha. Hatta konut fiyatlarındaki artışın kiralara geçişi de bir süre daha devam edecek. 3 haneli enflasyon ufukta göründü. En kötüsüyse gıda fiyatları. Bu yılda maliyetlerden ötürü beklenen iç üretim gerçekleşmeyebilir, küresel fiyatlar ortada ve ithalat yapabilecek gücümüz eskisine göre kısıtlı. Yani yoksulluk barınma ve ulaşımdan beslenmeye doğru genişleyecek. Bir kez daha vurgulamak istiyorum; mevcut bütçe göstergelerine göre bir erken seçim hazırlığı yok. Yani 400-600 milyar TL arasındaki rekor bütçe açığı beklentisinde seçime dayalı popülist vaatler ve piyasayı hızlandıracak harcamalar yok.''

Yaşanan durumun siyasi sorunlarına da değinen Kubilay, şu değerlendirmede bulundu:

''Daha önceki seçimlerde denenmiş kredi genişlemesi ve kamu maliyesi harcaması ile seçim kazanmak daha zor; çünkü bunun enflasyon bedeli ve yaratacağı döviz kuru şoku öncekilerden benzersiz olur. Yerli para cinsi borç nedeniyle devlet hazineleri batmazlar ancak para basarken oluşturdukları enflasyonla yoksulluğu artırır ve ötesi döviz kurunu da patlatıp dış borçlanma kanallarını tıkar ve ardından en korkulanların yaşanmasına neden olabilirler.''

Etiketler
Faiz Merkez Bankası Türkiye Türkiye ekonomisi