'Hikâyenin sonunda IMF gözüküyor'
Türkiye ekonomisi son bir yıldır ciddi anlamda alarm veriyor. Seçim öncesi süreçten başlamak üzere bugüne kadar ise artık önlemez bir krize doğru yol alıyor.
Dünyanın önde gelen ekonomistleri, Türkiye’de yönetim şeklinin ‘tek adam’ rejimi eğilimi göstermesi ve ekonomi kurumlarının bağımsızlığına balta vurulmasını işaret ederek felaket senaryoları çiziyor. Nobel ödüllü iktisatçı Paul Krugman, Türkiye ekonomisindeki gelişmelerin Asya tipi finansal kriz riski taşıdığını söyleyenlerden.
BBC Türkçe'den Özge Özdemir'in derlemesine göre, Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nden Prof. Dr. Burak Saltoğlu ise benzerliklerin de farklılıkların da olduğu görüşünde.
Saltoğlu'na göre, iki senaryoda da özel sektörün borçluluğunun yüksek olduğu görülüyor.
Ancak Saltoğlu, Asya'da krizin görüldüğü dönemde kambiyo rejiminin sabit olduğunu, Türkiye'de ise serbest kur rejiminin olduğunu aktarıyor.
1980'ler ve 1990'larda Latin Amerika ve Asya'da yaşanan örneklere baktığımızda, krizin patlak vermesinin ardından çoğu ülkenin IMF'nin kapısını çaldığını görüyoruz.
Ancak ekonomistlere göre Türkiye'nin kur krizini, bir ekonomik ya da finansal krize dönüşmeden atlatması mümkün.
Geçmişteki örneklerin aksine doğru mali politikalar ve doğru para politikası ile Türkiye'nin yumuşak bir iniş gerçekleştirmesi, sert bir krize girmeden bu süreci atlatması sağlanabilir.
Saltoğlu, şu an için çok olumsuz bir tablodan uzak olduğumuzu, ancak geç tepki verilmesinin bir krizin ortaya çıkmasına yol açabileceğini söylüyor:
"Bir aşamada sorunlu döviz kredileri için bankacılıkta bir yeniden yapılandırmaya gitmek durumundayız. Bu süreçte Türkiye'nin 1-2 çeyrek daralması muhtemeldir. Doğru maliye, bankacılık, hazine, para politikası eşgüdümüyle kriz çok iyi yönetilirse, bu daralmalar daha sınırlı tutulabilir. Ama geç ve eksik tepkiler krizin derinleşmesine neden olur. Son dönem borsa, faiz ve kurdaki şok seviyeleri Güney Doğu Asya ülkelerindeki finansal şok seviyelerine yakın. Bu krizlerde bu ülkeler yüzde 6 ile yüzde 10 arası daraldılar. Finanstan reel kesime yansıyacak bu daralmaları iyi yönetebilirsek daha düşük bir daralma seviyesiyle atlatabiliriz. Süreci nasıl yöneteceğimiz kadar küresel şartlar ve jeopolitik risklerin nasıl şekilleneceği de bir etmen."
Özellikle kurda yaşanan sert dalgalanmalar özel sektör için büyük bir risk teşkil ediyor. İflas bayrağı çekenlerden konkordato ilanına giden yüzlerce şirket var.
Türkiye'deki kur krizinin diğer gelişmekte olan ülkelere sıçrayarak bulaşıcılık etkisi yarattığı ifade ediliyor.
Türkiye'nin durumu, 90'ların Latin Amerika ve Asya borç krizlerine benzetilirken bu bölgelerde neler yaşandığına göz atmakta fayda var.
1990'larda önce Meksika'nın sonra da Tayland'ın tetiklediği krizlerden önce, Latin Amerika ülkelerinin 1980'lerde yaşadığı borç krizi önemli.
1970'li yıllarda Meksika, Arjantin ve Brezilya başta olmak üzere Latin Amerika ülkeleri, sanayileşme ve altyapı yatırımları için ABD'li ticari bankalar ve diğer uluslararası kreditörlerden yüksek oranda borçlandı.
1970'in sonunda 29 milyar dolar olan bu borç, 1978 yılında 159 milyar dolara, 1982'de 327 milyar dolara çıktı.
1983 yılında bu ülkelerin dış borcu neredeyse gayri safi yurt içi hasılalarının (GSYH) yüzde 50'sine denk geliyordu.
Ancak 1980'lere gelindiğinde yükselen petrol fiyatlarına paralel olarak dünya ekonomisinin resesyona girmesi tablonun grileşmesine yol açtı.
ABD ve Avrupa'da faizlerin yükselmesi yatırımların da bu ülkelere kaçmasına neden oldu.
Latin Amerika ülkelerinin ekonomilerinin daralması ve para birimlerinde değer kayıplarının yaşanması borçlarını ödemekte zorlanmaları sonucunu beraberinde getirdi.
Bunun sonucu olarak Meksika'nın 1982'de uluslararası topluma borçlarını ödeyemeyeceğini açıklamasıyla ekonomik kriz ayyuka çıktı.
Sonuç olarak 16 Latin Amerika ülkesi ve 11 gelişmekte olan ülke borçlarını yeniden yapılandırmaya gitti.
Ticari bankalar borçları yeniden yapılandırırken, Uluslararası Para Fonu (IMF) da bu ülkelere kredi sağladı.
1994 yılına gelindiğinde zaman ise Meksika'nın para birimi pesodaki değer kaybı nedeniyle krize girdiği görülüyor.
Dünya literatürüne "Tekila Krizi" olarak geçen kur krizi, Meksika'nın sınırlarını aşıp diğer gelişmekte olan ülkelere sıçramıştı.
O dönemde Meksika, hem siyasi açıdan büyük sorunlarla mücadele ediyordu hem de seçimlerin kıyısında olduğu için yabancı yatırımcıyı çekmek amacıyla peso cinsinden ihraç ettiği hazine tahviline dolar cinsinden ödeme garantisi veriyordu.
Meksika'nın mali politika ve para politikasıyla ilgili attığı bir dizi adım, pesonun değerlenmesine, bu da sermayenin ülke dışına çıkmaya başlamasına yol açtı.
Döviz rezervleri kuruyan ve resesyonun kıyısında olan Meksika'da merkez bankası, 20 Aralık 1994'de pesoyu yüzde 13-15 devalüe etmeye karar verdi. Sermaye kaçışını engellemek için de faizleri yükseltti.
1997 yılında Latin Amerika bonolarının euro cinsinden ihraç edilmeye başlandığı gün Madridli bir trader İki gün sonra peso serbest bırakılsa bile yatırımcıda oluşan panik ile para birimi hızlı bir şekilde değer kaybetmeye devam etti.
Bu durum diğer Latin Amerika ülkeleri ile gelişmekte olan ülkelerin para birimlerinde de değer kaybına yol açtı.
Hükümetin ve şirketlerin dolar cinsinden borcu olması ülkenin borçlarını ödeyemeyerek temerrüde düşmesine sebep oldu.
Meksika ekonomisinin kurtuluşu, ABD'de Bill Clinton yönetiminin 1995'te çıkardığı kanun aracılığıyla mali yardımın sağlanması ve IMF'nin devreye girmesiyle oldu.
1997'de Asya'da görülen borç krizine bakıldığında da yine öncesinde yabancı sermayenin aktığı bir bölge olduğu görülüyor.
1980 ve 1990'larda Asya ekonomileri, sermaye akışı sayesinde hızla sanayileşmiş, büyümüş ve ihracat patlaması yaşamıştı.
Bu dönem Asya ekonomileri, diğer gelişmekte olan ülkeler için büyüme ve sanayileşme anlamında örnek olarak gösteriliyordu.
Düşük faiz sayesinde yüksek oranda yabancı yatırımcı çeken Asya'da bireylerin ve şirketlerin kısa dönemli döviz borçlarında artış görüldü.
Ancak 1990'ların ortalarında gelindiğinde Asya ekonomilerinin kapasitesini aştığı, bu yüzden fazla ısındığı gözlemlendi. İhracat oranları gittikçe düşmeye başladı.
Krizin 1997'de patlamasına yol açan ise Tayland Bahtı'nda görülen devalüasyon oldu.
Tayland hükümetinin emlak piyasasında beliren krizin üstesinden gelmek için bahtın ABD Doları'na olan çıpasını kaldırma kararı almasıyla para biriminde sert bir devalüasyon yaşandı.
Tayland bu karardan önce döviz cinsinden borcu yüzünden iflas ettiğini açıklamıştı.
Bunun üzerine Doğu Asya para birimlerinin çoğunda da yüzde 38'e varan değer kayıpları görüldü.
Küresel çapta hisse senetleri değer kaybetti, satış dalgası diğer gelişmekte olan ülkelere de sıçradı. Bölgede görülen kriz yıl sonunda Brezilya ve Rusya'ya kadar ulaştı.
1996 yılında Doğu Asya'ya giren sermaye 93 milyar dolar; 1997'de bölgeden çıkan para ise 105 milyar dolar oldu.
Endonezya, Güney Kore ve Tayland bu krizden en çok etkilenen ülkeler oldu. Sonunda bu ülkeler de IMF'ye gitmek zorunda kaldı.