En iyi 10 politik korku gerilim filmi
Habertürk film eleştirmeni Mehmet Açar’ın yazısında en iyi 10 politik korku gerilim filmini sıraladı.İşte o liste...
Invasion of Body Snatchers - 1956 Bilimkurgu ve korku-gerilim türlerinin kesiştiği film, Soğuk Savaş döneminde 1950’li yılların ABD’sinde geçer. Senatör McCarthy liderliğinde bir tür cadı avına dönüşen anti komünizm hareketinin doruğa çıktığı yılların ruhunu yansıtan bir filmdir ve genellikle dönemin politik konjonktürü üzerinden değerlendirilir. Mekân, küçük bir Kaliforniya kasabasıdır. Uzaydan gelen gizemli güçler, kasaba sakinlerini birbirine benzeyen soğuk, duygusuz, sevgisiz varlıklara çevirir. Fiziksel olarak dış görünüşte hiçbir değişiklik olmasa da uzaylılar tarafından ele geçirilen insanların ruhu tümüyle kaybolur. Don Siegel’in yönettiği ilk film, kimilerine göre komünizmden, kimilerine göre ise McCarthy’nin başlattığı cadı avından duyulan korkuyu yansıtır. Filmin 1978’de Philip Kaufman, 1993’te ise Abel Ferrara tarafından yapılan yeniden çevrimleri ise daha açık politik alt metinleriyle öne çıkarlar. Özellikle Ferrara’nın yorumu, hedef tahtasına direkt olarak Amerikan militarizmini koyar.
The Crazies - 1973 İlk filmlerinden itibaren korku gerilim türü üzerinden sistem eleştirisi yapmayı hedefleyen George A. Romero, büyük stüdyoların kontrolünden uzakta çektiği düşük bütçeli yapımlarıyla sinema severler ve eleştirmenlerin hayranlığını kazanmış bir yönetmen… ‘The Crazies’ çoğu filmi gibi politik bir alegori olarak kabul edilebilir. Pennsylvania’da küçük bir kasabada geçen filmde halk, içme suyuna karışan kimyevi bir madde yüzünden şiddet dolu davranışlar göstermeye başlar. Vietnam Savaşı’nın ve savaş karşıtı siyasi hareketin sürdüğü bir dönemde çekilen film, o yıllarda halkın ülkeyi yönetenlere karşı duyduğu güvensizliği yansıtır.
White Dog - 1982 Usta yönetmen Samuel Fuller’ın senaryosunu Curtis Hanson’la birlikte yazdığı film, Romain Gary’nin 1970 tarihli romanından gerçekleştirilen bir uyarlama… Keys adlı köpek eğitmeni (Paul Winfield),genç bir aktrisin (Kristy MvNichol) bulduğu beyaz köpeği yeniden eğitmeye çalışır. Köpek, beyaz ırkçılar tarafından karşısına çıkan siyahlara saldırması ve öldürmesi için eğitilmiştir. Keys, bunu değiştirmek için elinden geleni yapmaya kararlıdır. Fuller, filmde ırkçılığın ne olduğunu anlamaya çalışır. Tedavi edilebilir bir hastalık mı, yoksa çözümsüz bir şartlanma mı? ‘White Dog’ korku gerilimden ziyade dram türüne yakındır ama köpeğin siyahlara davranışları ve acımasız saldırıları nedeniyle gösterime girdikten sonra bir korku filmi olarak da görülür. Getirdiği ırkçılık eleştirisiyle gelmiş geçmiş en politik korku filmlerinden biri olarak anılır.
Videodrome - 1983 Küçük bir televizyon kanalının yöneticisi Max Renn (James Woods),şiddet, işkence ve cinayet içerikli, her tür denetimden uzak yasa dışı bir televizyon kanalı keşfeder. Orada seyrettiği Videodrome adlı şovun televizyonun geleceği olduğuna inanır ve onu yayınlamanın yollarını arar… Max’in bu kanala duyduğu takıntı, onu sağ kanat politikacıların dahil olduğu karanlık bir komploya ortak eder. David Cronenberg’in yazıp yönettiği ‘Videodrome’, sadece televizyon bağımlılığı üzerine bir film değil. Yasa dışı pornografi ve şiddetin yayıldığı bir çağın korkularını yansıtır. Cronenberg, televizyon ekranıyla insan bedeninin birleştiği sahnelerde unutulmaz tuhaflıkta sahnelere imza atar. Cronenberg’in öncüsü olduğu biyolojik korku türünün en ilgiye değer örneklerinden biridir ve içerdiği medya eleştirisiyle kendi döneminin ötesine geçer.
Day of the Dead - 1985 George Romero’nun Ölüler Üçlemesi’nin üçüncü halkası, ilk iki filmin politik alt metinlerini daha da belirginleştirmesiyle öne çıkar. Getirdiği tüketim toplumu eleştirisiyle alışveriş merkezinde geçen ‘Dawn of the Dead’ daha çok bilinir ama ‘Day of the Dead’ de anti faşist yanlarıyla seçkiye girmeyi hak eder. Film, zombilerin sokaklara egemen olduğu günlerde yeraltındaki askeri bir sığınakta yaşananları anlatır. Bilim insanları zombi salgınına karşı tedavi yöntemleri üzerinde çalışırken askerler, sivil halkı baskıyla kontrol etmek için harekete geçer. Irkçı, cinsiyetçi ve şiddet yanlısı askerlerin belirli bir noktadan sonra zombilerden daha tehlikeli olduğunu anlarız.
Day of the Dead - 1985 George Romero’nun Ölüler Üçlemesi’nin üçüncü halkası, ilk iki filmin politik alt metinlerini daha da belirginleştirmesiyle öne çıkar. Getirdiği tüketim toplumu eleştirisiyle alışveriş merkezinde geçen ‘Dawn of the Dead’ daha çok bilinir ama ‘Day of the Dead’ de anti faşist yanlarıyla seçkiye girmeyi hak eder. Film, zombilerin sokaklara egemen olduğu günlerde yeraltındaki askeri bir sığınakta yaşananları anlatır. Bilim insanları zombi salgınına karşı tedavi yöntemleri üzerinde çalışırken askerler, sivil halkı baskıyla kontrol etmek için harekete geçer. Irkçı, cinsiyetçi ve şiddet yanlısı askerlerin belirli bir noktadan sonra zombilerden daha tehlikeli olduğunu anlarız.
Merdiven Altındakiler - 1991 (The People Under the Stairs) Yönetmen Wes Craven, filmi yazarken okuduğu bir haberden yola çıkar. Habere göre, polis bir hırsızlık vakasının ardından girdiği evde ebeveynleri tarafından kilit altında tutulan iki çocuk bulur. Craven bu haberden Reagan dönemi ABD’sinden manzaralar sunan, sınıf çatışmaları ve kapitalizm üzerine bir korku gerilim filmi çıkarır. Üç genç intikam amaçlı hırsızlık yapmak için geniş alan üzerine kurulu bir banliyö evine girerler. Ama ev tuzaklar ve başka kötü sürprizlerle doludur. Wes Craven’ın korku kadar komedi öğesini de kullandığı film, gösterime girdiği yıl gişelerde beklenmedik bir başarı kazanmıştı.
Şeker Adamın Laneti - 1992 (Candyman) Clive Barker’ın İngiltere’de geçen ‘The Forbidden’ adlı kısa öyküsünden, yönetmen Bernard Rose tarafından ABD’nin Chicago kentine uyarlanan film, şehir efsaneleri üzerine araştırma yapan bir üniversite öğrencisinin (Virginia Madsen) hikâyesini anlatır. Chicago’da yaptığı araştırmalar, onu 19. Yüzyılın sonunda beyaz bir ressamın kızıyla ilişki kurduğu için öldürülen kölenin oğlunun öyküsüne kadar götürür. Şeker Adam efsanesidir bu... Chicago’daki sosyal konutlarda geçen korku filmi, ırk ayrımcılığı üzerine şekillenen alt metinleriyle politik bir nitelik taşır. ‘Candyman’ 2021 yazında yeniden çevrimiyle bir kez daha karşımıza gelecek.
Pan’ın Labirenti - 2006 (Pan’s Labyrinth) Guillermo Del Toro’nun yazıp yönettiği film, 1944 yılında İspanya’da geçer. Diktatör Franco’nun muhaliflere göz açtırmadığı kanlı bir dönemdir. Ofelia, Franco’nun ordusunda subay olan sadist üvey babasının annesine ve kendisine karşı olan sevgisizliğinden, yaşadığı dünyanın umutsuz karanlığından ancak hayal dünyasına kaçarak kurtulur… Del Toro, Ofelia’nın hayal dünyasıyla onu saran gerçeklik arasındaki ilişkileri özenle kuruyor ve kaçıp gittiğimiz bütün hayal dünyalarının gerçeklerle olan vazgeçilmez bağı üzerine düşündürüyor.
Kapan - 2017 (Get Out) Genç fotoğrafçı Chris (Daniel Kaluuya), beyaz sevgilisi Rose'un (Allison Williams) ailesini ziyarete gider. Ailenin konukseverliği, sadece Chris'i değil, bizi de rahatlatmaz. Ormanın içinde, dış dünyadan izole edilmiş o büyük evde Chris, beyaz Armitage Ailesi'nin gücü karşısında kendini yalnız ve savunmasız hisseder. Ailenin liberal söylemi, derinlerdeki ırkçılığı örtbas edemez. Ayrıca Afrika kökenli bahçıvan ve hizmetçiyle birlikte bütün evde kölecilik dönemini hatırlatan bir ortam vardır. Annenin ipnotizmacı bir psikoterapist olması Chris'i daha da rahatsız eder. Kendini güvende hissetmez. Üstelik ailesiz büyümüş, çocukken travma geçirmiş biridir. Tıpkı yolculuk sırasında kazaya kurban giden geyik gibi, olmaması gereken bir yerde olduğunu düşünür. Hikâye günümüz ABD'sindeki ırk ayrımcılığından ve beyazların Afrikalı Amerikalılar üzerindeki bedensel sömürülerinden kaynaklanan sorunlar üzerinden şekilleniyor. Jordan Peele, ilk yönetmenliğinde derinlerdeki korkuları açığa çıkarabilme konusunda gerçekten iyi iş çıkarıyor.