The Queen’s Gambit'in yıldızı Anya Taylor-Joy: Arkadaşım yok, asla çocuk olmadım
Walter Tevis’in aynı isimli romanından uyarlanan “The Queen’s Gambit” dizisi, dünyada olay yarattı. Hürriyet'ten Barbaros Tapan dizinin yıldızı Anya Taylor-Joy ile konuştu. İşte o röportaj...
◊ Koronavirüsle başlayalım. Salgın başladığında İrlanda’da film çekimindeydiniz. Diğer yapımlar gibi sizin setiniz de durduruldu. Neler yaptınız o dönemde? - Açıkçası bir salgına minnettar olmam mümkün değil ama yarattığı araya minnettar olabilirim. İlk filmimi yaptığımdan beri aralıksız çalışıyorum. Tamam, çalışmak harika. Çalışırken kapalı bir kutuyu deneyimlerle doldurdum. Ama neler yaşadığımı ya da neler öğrendiklerimi gerçekten düşünmek için zamanım olmadı. Karantinanın ilk iki haftası biraz dokunaklıydı, çünkü o kapalı kutuyu açıp içindeki her şeyle yüzleşmem gerekiyordu. Aralıksız çalışmanın bana kattığı gelişmeler için minnettarım. Öğrendiklerimi karantinada özümseme fırsatı bulduğum için minnettarım. Galiba bu dönemin bana kattığı en önemli şey, kendime karşı nazik olmayı öğrenmek ki bunun bir ders olduğunu düşünüyorum.
◊ Sağlığınız için nelere dikkat ediyorsunuz? - Vitamin filan almıyorum. Muhtemelen almalıyım. Sağlıklı olmayı öğreniyorum. Yogaya başladım. Güne dans ederek başlıyorum. Dans güne enerji getiriyor. Sağlıklı bir vücuda sahip olmak ayrıcalık, o yüzden vücudumu çalışır bir halde hareketli tutmaya çalışıyorum.
ARKADAŞIM YOK ASLA ÇOCUK OLMADIM ◊ Genelde kimlerle vakit geçirirsiniz? - Arkadaşım yok. Daha yaşlı insanlara yakınım. Onlarla vakit geçirme eğilimindeyim. Sanırım bu ailemle olan yakın ilişkimden ve kardeşlerimin benden çok büyük olmasından kaynaklanıyor. Asla çocuk olmadım. Asla çocuk oyunları oynamadım. Üzücü bir dönem olarak söylemiyorum. İçimdeki çocuğa çok bağlıyım. Tuhaf bir cümle gibi ama doğru olan bu. İşim, kelimenin hayal ürünlerini oynamak. Benim için oynadığım karakterler çocukların sahip olduğu hayali arkadaşlar kadar gerçek. Zaten çocukken de hayali arkadaşlarım vardı, çünkü diğer çocuklarla iletişimim neredeyse yoktu.
◊ Hayali arkadaşlarınızın kimler olduğunu hatırlıyor musunuz? - Çok fazla vardı. Arjantin’deki evimizin etrafında ormanlık alan vardı. Oraya gider, kafamda birçok büyülü varlık yaratırdım. Bundan kurtulacağımı zannettim ama seçimlerime bakarsanız kurtulamamışım.
EĞİTMENİMİ GURURLANDIRMAK BENİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİYDİ ◊ Gelelim “The Queen’s Gambit”e. İyi bir satranç oyuncusu musunuz, yoksa sadece rol mü yapıyorsunuz? - Diziden dolayı iyi bir satranç oyuncusu oldum. Hiç satranç oynamamıştım, şimdi kesinlikle iyiyim.
◊ Satrançta belirli taktikleri öğreten bir teknik danışman var mıydı sette? - Dizi öncesinde hiç satranç oynamamıştım. Satrancın özel dünyasının farkındaydım, etkileniyordum ama o dünyanın hiçbir zaman parçası olmamıştım. Büyük satranç oyuncuları tarafından o büyülü, o gizli dünya ile tanıştırıldığım için o kadar minnettarım ki... Ana eğitmenim, Bruce Pandolfini adında bir satranç ustasıydı. Onun sayesinde bu oyuna âşık oldum. Onu öğrendiklerimle gururlandırmak benim için çok önemliydi. Bruce dizinin başarısıyla gurur duyuyor, bu da beni çok gururlandırıyor. Çünkü bana verilen sorumluluğu hafife almadım. Satrancı sevenler, bu oyuna gerçekten âşık insanlar. Onlar için bu oyun tutku. Benim de bir işi eline yüzüne bulaştıran bir yapım yok. İyi iş çıkardığımı düşündükleri için çok mutluyum.
50 VE 60’LI YILLARDA ÇOCUKLARA İLAÇ VERMEK YAYGINMIŞ ◊ “The Queen’s Gambit”in satrançta bir açılış hamlesi olduğunu biliyor muydunuz? - Hayır. Dizinin bir parçası olmasaydım, uyarlandığı kitabı herkese Noel hediyesi olarak verirdim. Herkesin okuması gereken bir kitap. Öğrenilecek çok şey var içinde.
◊ Dizide, yurtta kalan çocuklara vitamin hapıymış gibi sakinleştirici verilmesi beni gerçekten şaşırttı. Bu kurumların böyle bir şey yapması ne kadar doğru sizce? - 50 ve 60’lı yıllarda çocuklara ilaç vermenin normal ve yaygın bir uygulama olduğunu öğrendiğimde beynim patlamıştı. Bunun bir bilimkurgu değil de gerçek tarih olduğuna inanamadım. Beth’in satrancı keşfetmesi müthiş bir şey ama bir problemi de beraberinde getiriyor. Çocuklar ilaçları almaya zorlanıyor, bu da “Ben gerçekten parlak mıyım, yoksa sadece ilaçların etkisi mi?” sorusunu da beraberinde getiriyor. Zaten tüm dizi boyunca da Beth, bu sorularla mücadele ediyor.
KENDİMİ AİT HİSSETTİĞİM YER: SETLER ◊ “The Queen’s Gambit”in arkasındaki isim Allan Scott, kitabın telifini 92 yılında almış. Heath Ledger ilk yönetmenlik deneyimini bu projeyle yaşamak istemiş ama olmamış. Kitap, kadın beyninin işleyişini ve kadın dehayı araştırıyor. Projeye ilgi duymanızda bu konuların etkisi oldu mu? - Kesinlikle! Kitabı okudum. Koşucu değilim ama kitabı okuduktan sonra dizinin yaratıcısı Scott Frank ile tanışmak için koştum. Koşa koşa gittim, çünkü bu hikaye ve karakter için aşırı tutkulu hissettim. Kafamda bir sürü fikir vardı. Kendi iç dehamla konuşamasam da hiçbir yere uymadığını düşünen ve çaresizce kendine uygun bir yeri arayanlarla ilişki kurabiliyordum. Bu insanlar, doğru yerde olduklarında katabilecekleri değerli şeyler olduğunu bilen insanlardır. Kendimi ait hissettiğim ilk yer, “The Witch”in setiydi. İlk defa bir şeye katkıda bulunabileceğimi ve değerli olduğumu hissettiğim bir yerdeydim. Beth için bu yer satranç, benim için film yapmaktı. Bir kadının deha olması tarafına gelirsem... İnsanlar cinsiyeti gündeme getiriyor tabii. Neden cinsiyet bu konunun bir parçası? Kimse “Sen bir kadınsın, bunları yapabilirsin, bunları yapamazsın” el kitabı vermiyor. 1960’larda bir kadının satranç oynaması inanılmazdı. Umarım artık neyi hayal edebileceğinizin ya da kendiniz için neyi istediğinizin cinsiyete bağlı olarak dayatılmadığı bir topluma dönüşebiliriz.
◊ Görünüşe göre hepimizin ait olduğu yeri bulması gerekiyor. Beth satranç dünyasını buldu, siz de sanat dünyasını... - Sanat, yapmak istediğim tek şeydi. Yapma fırsatını bulduğum için şükrediyorum.
YOĞUNLUKTAN BUNALMAYI SEVİYORUM ◊ Dizi sadece satranç değil, aynı zamanda bağımlılık hakkında. Sizin bağımlılıklarınız var mı? - Çalışmak bağımlılık sayılır mı?
◊ Neden olmasın? Ama biraz açar mısınız, neden çalışmak bağımlılık sizin için? - Yoğun duygulara karşı aşırı bir eğilimim olduğunu düşünüyorum. Yoğunluktan bunalmayı seviyorum. Her zaman “Oh bu çok fazla, üstesinden gelemem!” diyorum. Gerçek şu ki, eğer bu yoğun, derin hisleri yaşamasam çok sıkılırım. Gerçek işimde yoğun duygular yaşamak ve farklı durumları tasvir etmek... Ne kadar şanslıyım. Benim bağımlılığım işim. Hikaye anlatmak ve duygularda kaybolmak.