İşte geçmeyen baş ağrılarının en büyük nedeni
Günlük yaşamda en sık görülen yakınmaların başında gelen baş ağrısı, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre en fazla iş gücü kaybına yol açan tıbbi sorunlar arasında yer alıyor...
Günlük yaşamda en sık görülen yakınmaların başında gelen baş ağrısı, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre en fazla iş gücü kaybına yol açan tıbbi sorunlar arasında yer alıyor. Erkeklere oranla kadınlarda daha fazla görülen baş ağrıları, hastane başvurularının ise yüzde 4’ünü oluşturuyor. Bilinçsiz ve aşırı miktarda ağrı kesici tüketimi ise buna bağlı baş ağrılarının meydana gelmesine neden oluyor.
Baş ağrısının nedenleri ve koruyucu önlemler hakkında bilgi veren Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. M. Murat Sümer, baş ağrısına yol açan yapıların; beyni besleyen büyük atardamar ve toplardamarlar, beyin zarları, dişler, gözler, burun, kulaklar, sinüsler, ense ve sırt kasları olduğunu belirtiyor.
Tüm ağrı duyusunun oluştuğu ve yorumlandığı yapı olan beynin aslında ağrısız bir organ olduğunu aktaran Prof. Dr. Sümer, “Baş ağrısı, vücudun herhangi bir yerinde ortaya çıkabilecek ağrılar gibi altta yatan bir hastalığın belirtisi olabileceği gibi, gerilim tipi baş ağrısı ya da migren örneklerindeki gibi sadece baş ağrısı ile seyreden bir rahatsızlık da olabilir.
1988 yılında Uluslararası Baş Ağrısı Topluluğu’nun oluşturduğu ve 2004’te gözden geçirilerek düzenlenen sınıflamada baş ağrıları 14 kategori altında değerlendirilmektedir. Ancak temel olarak baş ağrıları oluşum mekanizmasına göre iki ana başlık altında incelenmektedir. Bunlar; birincil baş ağrıları olarak adlandırılan, çoğunlukla sadece ağrı ile seyreden bir bozukluk olan baş ağrıları ve ikincil baş ağrıları denilen, altta yatan bir hastalığın belirtisi olan baş ağrılarıdır” dedi.
Baş ağrılarının büyük bölümünü birincil baş ağrılarının oluşturduğunu belirten Sümer, birincil baş ağrıları içinde migren, gerilim tipi baş ağrısı, küme baş ağrısı ve daha seyrek görülen diğer baş ağrılarının yer aldığını kaydetti.
Bu baş ağrılarının tanısında tomografi ya da manyetik rezonans (MR) gibi görüntüleme yöntemlerinin kullanılmadığını aktaran Sümer, güvenilir biyolojik bir belirteç olmadığı için tanının hastanın baş ağrısı hakkında verdiği bilgiler ile konulduğunu söyleyerek, “Örneğin; tek taraflı, günlük işleri engelleyecek derecede şiddetli, zonklayıcı karakterde, mide bulantısı veya kusmanın eşlik ettiği, ışık ve sese karşı duyarlılıkla seyreden baş ağrısı bu özellikleri ile migren tanısı alır.
Tüm migrenlerin yüzde 15’inde ağrı öncesi görme bulanıklığı, zikzaklı ışıklar görme veya vücutta uyuşmalar şeklindeki aura denilen öncü belirtiler görülür. Bu belirtilerin ortaya çıkmasından 20-60 dakika sonra ağrı başlar ve 4-72 saat sürer. Migrende genetik geçiş söz konusudur; ebeveynlerden birisinde migren varsa çocuklarda migren olasılığı yüzde 50 iken her iki ebeveynde de migren olduğunda çocuklarda migren olasılığı yüzde 75’tir” diye konuştu.
Migren tedavisi hakkında bilgi veren Sümer, tedavinin atak tedavisi ve koruyucu tedavi olmak üzere ikiye ayrıldığını bildirerek, “Atak tedavisi migren ağrısının tedavisidir ve bu amaçla çeşitli genel ve migrene özgü ağrı kesiciler kullanılmaktadır. Koruyucu tedavi ise; atak sıklık, şiddet ve süresinin azaltılmasını amaçlayan tedavi biçimidir. Bu amaçla kullanılan temel ilaçlar içinde; damarlar üzerinde etkili olan ilaçların yan ısıra depresyon ve epilepsi tedavisinde kullanılan ilaçlar da bulunmaktadır” dedi.
İlaç tedavisi haricinde migren için alınabilecek önlemlerin olduğuna işaret eden Sümer, varsa sigara ve alkol tüketiminin bırakılması, kafein içeren gıdaların tüketiminin kısıtlanması, uzun süre aç kalınmaması ve öğün atlanmaması, uyku düzeninin sağlanması, düzenli egzersiz yapma alışkanlığının edinilmesi, genellikle konservelerde bulunan koruyucu maddeleri içeren gıdaların tüketilmemesi, kırmızı şarap, çikolata, fermente gıdalar, eski peynirler gibi migren ataklarını tetikleyen gıdalardan kaçınılması gerektiğini aktardı.
Öte yandan her hastanın migren atağını başlatan faktörlerin kişiye özel olduğunu belirten Sümer, özellikle kadın migren hastalarının sigara içmeleri ve doğum kontrol ilaçları kullanmalarının beyin damarlarının tıkanma risklerini topluma göre 5-6 kez arttırdığını söyledi.
Birincil baş ağrıları arasında yer alan gerilim tipi baş ağrılarına ilişkin konuşan Sümer, “Hemen herkeste stres, yoğun çalışma temposu ve sinirlenme sonucunda ortaya çıkan ağrı türüdür. Genellikle migrene göre daha hafif, bulantı-kusmaya neden olmayan ağrılardırlar. Haftalarca sürebilmektedir. Gerilim, hem kas hem de psikolojik gerilimi ifade eder. Kafa, ense ve çene kaslarının sürekli kasılmasına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Depresyon, önemli bir faktördür. Konsantrasyon güçlüğü, gerginlik, sinirlilik, uyku bozuklukları sıklıkla bu baş ağrısına eşlik etmektedir.
Küme (demet) tipi baş ağrısında ise aynı mevsimlerde ve günün aynı saatlerinde, göz etrafında oyucu karakterde çok şiddetli ağrılar ve gözde kızarma, yaşarma ortaya çıkmaktadır” açıklamasında bulundu.
Sümer, ikincil baş ağrılarının ise altta yatan bir hastalığın belirtisi olarak ortaya çıktıklarını aktararak, “Bu grupta baş ve/veya ense travmasına bağlı baş ağrıları, beyin damar tıkanıklıkları, beyin kanamaları, beyin tümörleri, hidrosefaliler, menenjitler sayılabilir. Baş ağrısı nedeniyle hastayı hekime getiren temel korku beyin tümörü olmasına karşın, beyin tümörleri baş ağrılarının çok ender nedenlerindendir. Uyku apnesi olarak adlandırılan uykuda solunum durmalarındaki, sabah baş ağrıları da ikincil baş ağrısı grubundandır.
Başta glokom olmak üzere, akut sinüzit, çene eklemi hastalıklarında direkt yayılım ile baş ağrıları görülmektedir. Sıklıkla baş ağrısının nedeni olarak kabul edilen kronik hipertansiyon ve kronik sinüzit ise baş ağrısına sıklıkla yol açmaz. Baş ağrısı sadece akut sinüzit ve çok ani kan yükselmesi ile görülebilir. Bu tablolar çok nadir ortaya çıkmaktadır” ifadelerini kullandı.
İkincil baş ağrıları konusunda birtakım uyarıcıların bulunduğuna işaret eden Sümer, “Baş ağrısının yeni, her zamankinden farklı, ani, çok şiddetli olması, ağrıya şuur bulanıklığının, ateşin, vücudun bir tarafında kuvvetsizlik ya da uyuşmanın eşlik etmesi, egzersiz sırasında ortaya çıkması veya öksürme, aksırma ile başlaması, beraberinde nöbet görülmesi nedeninin ciddi bir hastalık olabileceği konusunda uyarıcı niteliktedir. Baş ağrısı sabah uyanıldığında şiddetliyse, uykudan uyandırıyorsa, tedaviye yanıt vermiyorsa ya da giderek ilerliyorsa aynı şekilde ciddiye alınmalıdır. 50 yaş üzerindeki bireyler, çocuklar, kanser hastaları, kafa travması geçiren hastalar baş ağrısı açısından dikkatle takip edilmelidir” ifadelerini kullandı.
Son dönemlerde ağrı kesicilerin bilinçsiz ve aşırı miktarlarda kullanımının da buna bağlı baş ağrılarının görülmesine yol açtığını ifade eden Sümer, “Bu duruma, günde bir ya da daha fazla sayıda ağrı kesicinin 1-2 ay süreyle kullanılmasının beyinde yer alan ve ağrı üzerinde baskılayıcı etkileri olan yolların aşırı doz ağrı kesici ilaç etkisi ile fonksiyon kaybına uğramasının neden olduğu düşünülmektedir. Aynı şekilde korku ve tedirginlik ağrıyı kontrol etmeye yönelik beyin merkezlerini zayıflatarak ağrı duyumunu artırmaktadır” dedi.