Yılmaz Özdil: Anıtkabir'e gittiğinde seni en çok etkileyen nedir derseniz…

Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, Ata'mızın bedenen aramızdan ayrılışının 81. yıl dönümünde şu satırları yazdı...

Yılmaz Özdil: Anıtkabir'e gittiğinde seni en çok etkileyen nedir derseniz…

Yılmaz Özdil bugünkü "O’nun bize bizim O’na saygı duruşu" başlıklı yazısında, Ata'mızı anarken "O bizi nasıl bekliyorsa…Lütfen öyle gidelim." dedi.

" Bugün Anıtkabir'e, Dolmabahçe'ye veya bir başka anma adresine giderken, en bakımlı halimizle olalım, elbette eski-yeni hiç farketmez ama, mutlaka tertemiz, çocuklarımıza en güzel kıyafetlerini giydirelim." diyen Özdil'in yazısı şöyle:


Anıtkabir'e gittiğinde seni en çok etkileyen nedir derseniz…

Tıraş setidir.

Biri beyaz saplı, diğerleri siyah, sekiz ustura, seramik tabak, madeni tas, bıyık makası, tarak, sıfır numara makine, fırça ve bileme taşı… Arkasına K.A. harfleri kazınmış gümüş el aynası, kapağına ay-yıldız işlenmiş metal esans şişesi, çiçek motifli cam krem kabı ve tırnak törpüsü.

Hayatı cephelerden cephelere sürüklenerek geçti, yatağından çok arazide yattı, bakımsız tek kare fotoğrafı yok.

Titizdi.

Kişisel bakımına büyük önem verirdi.

Her sabah sakal tıraşı olurdu.

Her hafta saç tıraşı olurdu.

Saç tıraşının uzun sürmesinden hiç hoşlanmazdı.

Ömrü boyunca sadece Trablus'tayken sakal bıraktı.

Öğrenciliğinden itibaren bıyıklıydı.

1925'te kesti, o tarihten itibaren hep bıyıksızdı.

Niye diye sordular…

“Avrupalılar bizi palabıyıklı, koca külahlı, belinde kamalı olarak tanıyorlar, eserlerinde böyle tasvir ediyorlar, onların bu yanlış düşüncelerini değiştirmek maksadıyla bıyıklarımı kestim” dedi.

Parfüm kullanmazdı.

Sadece kolonya sürerdi.

Hasan Şevki Kolonyası'nı tercih ederdi, Karaköy'den aldırırdı, Cumhuriyet'in ilk milli kolonya fabrikasıydı.

Edirne sabunu kullanırdı.

Meyve şekli verilen, geleneksel, hoş kokulu Edirne sabunu, o dönemde İstanbul'da çok popülerdi, Çankaya'ya da getirtiliyordu.

İki eli kanda bile olsa, her sabah banyo alırdı.

Trablus'ta Çanakkale'de Sakarya'da, savaşların en kritik günlerinde ne yapar eder, tenekeyle su ısıtır, çadırında yıkanırdı.

Derne'deyken bir vahada çamur içinde su bulmuşlardı, tülbentlerle süzüp biriktirmişlerdi, içmek için saklıyorlardı, susuz kalma ihtimaline rağmen her sabah bu suyla yüzünü yıkamaktan vazgeçmezdi.

1920'de Ankara'ya gelip istasyon binasına yerleştiğinde, ilk sorduğu soru “banyo işine nasıl çare bulacağız?” olmuştu.

Demiryolu ustalarının yardımıyla sactan küvet yaptırılmış, yatak odasına konulmuştu, Çankaya'ya taşınana kadar 1.5 yıl onu kullandı.

1925'te Kastamonu'dan gelirken Çankırı'da konakladı, yıkanmak istedi, banyo yoktu, etrafa haber salındı, tenekeci ustası bulundu, banyo teknesi yaptırıldı, odasına yerleştirildi, hastaneden semaver getirildi, üstüne kazanla su konuldu… Bu semaveri yıllarca gülerek anlattı.

Cumhurbaşkanı olduktan sonra Dolmabahçe'de Florya'da Yalova'da sıcak yaz günlerinde sabah akşam iki defa banyo alırdı.

Akşam balo, konser veya düğün gibi bir program varsa, kış ayları bile olsa tekrar yıkanmadan gitmezdi.

1938'de neredeyse ölüm döşeğindeyken, karnından iğneyle 12 litre su çekildiğinde bile “banyoya girebilir miyim?” diye soruyordu.

Dünyanın gelmiş geçmiş en şık giyinen lideriydi.

Günümüzde bile rakibi yok.

Çoğunlukla beyaz, daima açık renk gömlek tercih ederdi.

Bebe yaka, Ata yaka, iğneli yaka kullanırdı. Manşetlerine ya da kalbinin üzerine K.A veya G.M.K. arması işletirdi.

Kol düğmesi severdi, yaka iğnesi takardı.

Sayfideyse, Savarona'daysa, kısa kollu keten gömlek giyerdi.

Laciverti pek sevmezdi, kruvaze'den hoşlanmazdı.

Genellikle yelekli, üç parçalı siyah takım elbiseler diktirirdi.

Her daim ütülü olmasına büyük özen gösterirdi. Buruşmasına, kıvrılmasına, orasından burasından sarkma yapmasına asla tahammül edemezdi.

Çapraz çizgili, desenli, takımına kontrast renkli kravatlar kullanırdı. En sevdiği kravat iğnesi, gövdesi burgulu, altın, devlet demiryolları amblemi olanıydı.

Mendilleri K.A. işlemeliydi, ipekti, kenarları zikzak motifli olurdu.

Seyahatlerinde genellikle tüvit takım, güderi ceket tercih ederdi, riding coat tarzı jokey pantolonları giyerdi.

Düz kemerden sıkılırdı, örgülü, tokalı yaptırırdı.

Smokin ve frak'ta beyaz papyon takardı.

Maharet isteyen pelerin'i değme aktörlere taş çıkartırcasına taşırdı. Omuzlarına illa siyah değil, bazen mavi fular atardı.

Bağcıklı siyah rugan ayakkabı severdi. Astarını kırmızı kadifeyle kaplatırdı. Çizgili siyah çorap kullanırdı. Yerine göre, gerekirse tozluk kullanırdı. Çizme'yi sadece arazide değil, şehir hayatında da giyerdi.

Ayakkabı çekeceği fildişiydi.

Yazlık kıyafetlerinin altına beyaz veya lacivert-beyaz ayakkabılar giyerdi, bu ayakkabılarla çorap giymezdi, hatta bazen ten rengi sandalet giyerdi.

Paltoyu hantal bulurdu, mümkün olduğunca giymemeye çalışırdı. Mecbur kalırsa, koyu renk yerine, gri veya kahverengi tonları tercih ederdi.

Desenli kaşkolları kış aylarının olmazsa olmazıydı. Londra ve Paris'te mağazaları bulunan Amerikan “Sulka & Company” marka kaşkollar takardı.

Hemen her renk eldiveni vardı, içi ve bileği kurt kürkünden eldivenleri severdi.

Akşamları pijama üzerine mavi-lacivert çizgili, kirli beyaz, şal yakalı robdöşambr alırdı. Ceketli pantolonlu, kuşağı püsküllü ipek pijamalar giyerdi. Pijamalarının yakası, kolağzı ve cep kapağı mutlaka farklı renk şeritli olurdu.

Pijamayla yatmazdı, gecelik entariyle uyurdu.

Kimsenin önüne pijamayla çıkmazdı.

Her gün çamaşır değiştirirdi.

Bir insan hem kalpağı, hem silindir şapkayı, hem panama şapkayı, hem hasır şapkayı, hem klark şapkayı, hem melon şapkayı, hem fötrü, hem kasketi, böylesine eşdeğer yakışıklılıkla taşıyabilir mi… O taşıyordu.

Kalpak, Kuvayı Milliye'nin simgesiydi.

Kurtuluş Savaşı'nın alametifarikası'ydı.

O dönemin yalakaları ne kadar yurtsever olduklarını göstermek için anında kalpak takmaya başlamışlardı. Resmi dairelerde işi olan yabancı tüccarlar bile Ankara'ya geldiğinde kafasına kalpak takıyordu!

Avrupa'dan ve Kafkasya'dan getirilen kuzu, kunduz veya sansar derisinden üretiliyordu. Avrupa astragan kalpakları en fazla beş lirayken, Kafkasya astragan kalpağı 100 liraya kadar çıkıyordu. Alnı tamamen örten veya alnı açık bırakan, iki modeli vardı.

Mustafa Kemal alnını örteni tercih ederdi.

Bu modele “Kemali kalpak” denirdi.

Milli mücadele için Anadolu'ya geçmeden önce, gömleklerini Beyoğlu'nda Strongilos Biraderler'e diktirirdi.

Saraya da gömlek diken bu terzi dükkanında, Yani Delagramatika adında bir kalfa çalışıyordu, vücut ölçülerini hep o alırdı.

1920… Kurtuluş Savaşı başladıktan sonra alışkanlıklarını değiştirmeyen Mustafa Kemal, gömleklerini yine Strongilos Biraderler'e diktirmek istedi.

İstedi ama, Yunanistan'la savaşıyorduk, Rumların Anadolu'ya gitmesi yasaklanmıştı.

İşte bu ortamda, yani Yunanistan'la gırtlak gırtlağa girilmişken, Strongilos Biraderler, Mustafa Kemal'in hatırını kırmak istemedi, kalfa Yani'yi Ankara'ya gönderdi iyi mi!

Macera dolu kaçak yollarla Anadolu'ya geçti, ölçüleri aldı, aynı kaçak yollarla İstanbul'a döndü. Diktirildi, paketlendi, yeniden Ankara'ya götürüp elleriyle teslim etti.

(Bu muhteşem insani ilişkinin sinema filmi yapılmaması, belgesel yapılmaması, romanlarının yazılmaması, adeta yok sayılması hakikaten üzücüdür.)

(Rum kalfa Yani Delagramatika, doğup büyüdüğü şehri terketmedi, Cumhuriyet'ten sonra da İstanbul'da yaşamaya devam etti, kendi dükkanını açtı, Mustafa Kemal'den esinlenerek adını değiştirdi, ahlaki güzellik manasında “Kemalat” adını aldı.)

(Strongilos biraderler, Konstantinos ve Theoklis'ti. Baba mesleğiydi, 1880'den beri Beyoğlu'nda dükkanları vardı. 1925'te Yunanistan'a göçettiler, Atina'da aynı isimle dükkan açtılar. Kuzenlerine devrederek, isimlerini devam ettirdiler. Yunan kraliyet ailesine, aralarında Papandreu'nun Karamanlis'in de bulunduğu siyasetçilere gömlek diktiler. 2013 yılında, Yunanistan'da yaşanan ekonomik krizin kurbanı oldular, 133 yıllık markayı kapattılar.)

Mustafa Kemal'in gömleklerine, mendillerine işlenen G.M.K. harflerinin “marka” gibi standartı vardı.

Bizzat Mustafa Kemal'in isteğiyle, dönemin en büyük hat sanatçısı İsmail Hakkı Altunbezer tarafından çizilmişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde öğretim üyesi olan Altunbezer'in tasarladığı G.M.K. markası, Mustafa Kemal'in bavul, saat, ağızlık, tabak, kadeh gibi özel eşyalarında da kullanıldı.

Ayakkabılarını, çizmelerini ve terliklerini, neredeyse 40 yıl boyunca Sirkeci'deki Altın Çizme'de yaptırdı. 42 numara giyerdi.

Altın Çizme'nin sahibi Onufri Karkilidis'ti, askerliğini Şam'da, Mustafa Kemal'in emrinde yapmıştı, aynı zamanda poker arkadaşıydı, kare eksik olduğunda Onufri'yi çağırtırdı.

Cumhuriyet'in ilanından sonra pırıltılı öğrencileri mühendislik, arkeoloji, sanat, hukuk eğitimi almaları için Avrupa'ya gönderirken, umut vaadeden altı terzi kalfasını da Paris'e gönderdi.

Bunlardan biri Levon Kordonciyan'dı.

Yurda döndükten sonra İstanbul Sultanhamam'da atölye açmıştı.

Smokinlerini fraklarını jaketataylarını Levon'a diktirirdi.

Baston, hobisiydi.

Kimisi fildişiydi, kimisi lületaşı topuzluydu.

İçinden süngü çıkan bastonu vardı, kılıç çıkanı vardı, kabzası yılan derili olan vardı.

Tek mermi atabilen, tetikli olanı en meşhurudur ama… Aslında en çok, sapında tavşan yakalamış aslan figürü bulunan, ucunda metal halkası bulunan, ahşap bastonunu severdi.

Köstekli saat takardı.

Zenit marka, platin olanını kullanırdı.

Tespihi aksesuar olarak taşırdı.

Kimisi ateş kehribar, kimisi gümüş püsküllüydü.

Öd ağacından, lüle taşından tespih yaptırmıştı.

Kıyafetine hangisi uyumluysa, onu alırdı.

Sivas Kongresi'nde siyah kehribar sallıyordu.

9 Eylül'de İzmir'e girerken, elinde mercan tespihi vardı.

Sıkma kehribar olanı çok severdi.

Tespihleri 33'lüydü.

Ayrıca, gümüş püsküllü mercan, 99'lu tespihi vardı.

Minik zincirleri olan, iki tane muskası vardı.

Fanilasına takardı.

Bavulları Amerikan'dı, Innovation markaydı.

Şapkaları için özel bavulu vardı.

Piknik için tabaklı-çatal bıçaklı, hasır bavulu vardı.

Son yıllarında güneş gözlüğü kullanırdı.

Çevresindekilerin şık giyinmesini teşvik ederdi.

Özendirmek için kendi kıyafetlerini, kravatlarını, gömleklerini, kemerlerini hediye ederdi.

Sabiha Gökçen'in hatıralarına göre, bazen bütün gardırobunu dağıttığı, tek elbiseye kaldığı günler olurdu.

Dünya modasını takip ederdi, stilist gibi model çizerdi.

Sadece kendisine değil, manevi kızları Afet'e Sabiha'ya Rukiye'ye Nebile'ye diktirmek için de modeller tasarlardı.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin general ve tören üniformalarını, Fransız moda ikonu Coco Chanel'e tasarlattı.

Time dergisinin “100 yılın en önemli 100 kişisi” listesine girmeyi başaran tek moda tasarımcısı Chanel… Kadınlara ilk kez pantolon giydiren, o zamana kadar matem rengi kabul edilen siyahı kadınların vazgeçilmezi hale getiren, çığır açan, sıradışı biriydi.

Mustafa Kemal'in Coco Chanel vizyonu, dünyada ilkti.

Türkiye Cumhuriyeti'nin Coco Chanel'le çalışmasından yıllar sonra, 1938'te Hugo Boss, Alman ordusunun üniformalarını tasarladı.

Amerikan gözlük efsanesi Ray-Ban, 1937 yılında Amerikan hava kuvvetlerinin pilotları için yeşil camlı güneş gözlüklerini üretti.

İngiliz klasiği Burberry, İkinci Dünya Savaşı'nda İngiliz ordusu için, ağır paltolara alternatif olarak gabardin kumaştan trençkot dikti.

Mustafa Kemal öncüydü.

“Moda” kavramında dünya ordularına örnek olmuştu.

Boyu 1.74'tü.

74 kiloydu.

Genelkurmay Başkanlığı Muamelat-ı Zatiye Dairesi (personel başkanlığı) tarafından 21 Kasım 1925'te böyle kaydedilmişti.

1920'lerde Türk erkeklerinin ortalama boyu 1.65 civarındaydı. Mustafa Kemal “uzun” kabul ediliyordu.

2018 yılında Türk erkeklerinin ortalama boyunun 1.72 olduğunu düşünürsek, bugün bile ortalamanın üstündeydi.

Hep fit'ti.

Sağlıklı yaşam için spor kavramının keşfedilmesi, egzersiz bilincinin yaygınlaşması anca 70'li senelerde başladı. Ama, Mustafa Kemal'in tee 1925'ten beri kullandığı kürek çekme aleti vardı.

Çankaya'da, banyosunda kilo ve boy ölçen tartı aleti vardı.

Değerli anneler babalar, memleketimin güzel insanları…

Bugün Anıtkabir'e, Dolmabahçe'ye veya bir başka anma adresine giderken, en bakımlı halimizle olalım, elbette eski-yeni hiç farketmez ama, mutlaka tertemiz, çocuklarımıza en güzel kıyafetlerini giydirelim.

O bizi nasıl bekliyorsa…

Lütfen öyle gidelim.

Çünkü…

Her 19 Mayıs.

Her 23 Nisan.

Her 9 Eylül.

Her 29 Ekim.

Her 10 Kasım.

Aynı zamanda, kılık kıyafet devrimidir.

Kaygı duruşu değildir.

O'nun bize…

Bizim O'na…

Saygı duruşudur.

Etiketler
Yılmaz Özdil